Anayasaya Değişikliği Girişimine Türk Milleti Büyük Çoğunlukla “HAYIR” Diyecektir.
Demokratik Sol Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK, TBMM’de görüşmeleri tamamlanarak 339 oyla kabul edilen ve onaylanmak üzere Cumhurbaşkanına gönderilen Anayasa’nın Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Yasaya ilişkin bir açıklama yaptı.
DSP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK açıklamasında, Anayasaların geniş mutabakata dayalı toplumsal sözleşme niteliğinde olduğunu hatırlatarak Mecliste görüşülen bu teklifin, Yürürlükteki Anayasa’ya aykırı bir fiilî durumu meşrulaştırmayı amaçlayan dayatmacı bir zihniyetle hazırlanmış olduğunu belirtti. TÜRK’ün açıklaması şöyle:
“AKP ve MHP’nin işbirliğiyle TBMM Genel Kurulunun 9 – 15 Ocak 2017 ve 18-21 tarihlerinde yaptığı kavgalı oturumların sonunda 339 oyla kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, anayasaların geniş mutabakata dayalı toplumsal sözleşme niteliğiyle bağdaşmayan, diğer siyasî partilerin görüşlerini dikkate almayan, yürürlükteki Anayasa’ya aykırı bir fiilî durumu meşrulaştırmayı amaçlayan dayatmacı bir zihniyetle hazırlanmış ve Meclis’te de öyle görüşülerek kabul edilmiştir.
Bu Kanun’la 18 madde içinde Anayasa’nın toplam 73 maddesi değiştiril-mekte, kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırılmaktadır. Getirilen hükümler, bir Anayasa değişikliğinin ötesinde köklü bir rejim değişikliği özelliğini taşımaktadır. Bu hükümler, 94 yıllık Cumhuriyetimizin Anayasa’da “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükümler olarak güvence altına alınan insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti niteliklerini ortadan kaldıran değişiklikler öngörmektedir. Dolayısıyla bu değişiklikler, doğrudan doğruya Cumhuriyete ve onun Anayasa’da yazılı niteliklerine, başka bir deyişle, Anayasa’nın Devlet şeklini Cumhuriyet olarak belirleyen 1. maddesi ile niteliklerini belirten 2. maddesine aykırıdır.
Her şeyden önce bu değişikliklerle demokratik hukuk devletinin temelini oluşturan kuvvetler ayrılığı ilkesi büyük ölçüde ortadan kaldırılmakta; yasama, yürütme ve yargı erkleri sözde Cumhurbaşkanlığı sistemi adıyla tek kişinin elinde toplanmakta veya onun kontrolü altına konulmaktadır. Türkiye’nin ilk yazılı anayasası olarak 1876’da ilân edilen Kanun-i Esasî’den bu yana yapılan beş anayasada hiçbir Padişaha, hiçbir Cumhurbaşkanına böyle bir yetki verilmemiştir. Bu konumda bir devlet başkanı, ne parlâmenter sistemde, ne örnek alındığı öne sürülen başkanlık veya yarı başkanlık sisteminde söz konusu değildir. Hele Cumhurbaşkanlığı kararnamesi adıyla yürütme yetkisine ilişkin konularda verilen yasal düzenleme yapma yetkisi, bu sistemlerin hiçbirinde düşünülemeyecek bir uygulamadır. 20. yüzyılda benzeri bir uygulama, sadece 1933’te Almanya’da Şansölye Adolf Hitler’e “Ermächtigungs-gesetz” (Yetki Kanunu) ile verilen anayasaya aykırı yasa yapma yetkisinde görülmüştür. Bu yetkiyle kurulan dikta rejiminin Almanya’yı ve II. Dünya Savaşıyla bütün Avrupa’yı ve dünyayı nasıl bir felâkete sürüklediği unutulmamalıdır.
Türkiye’de 141 yıllık bir yazılı anayasalar döneminin sonunda bütün bu süre boyunca zaman zaman büyük acılarla yürütülen insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti mücadelelerinin varacağı yer, devletin yasama, yürütme ve yargı organ-larıyla kendisine teslim edildiği bir tek adam yönetimi olamaz. Kanun Teklifine göre Cumhurbaşkanınca atanan ve istediği zaman görevden alınan, kendisine karşı sorumlu olan Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar olmakla birlikte; artık Meclise karşı hükümetin genel siyasetinden sorumlu bir Başbakan ve Bakanlar Kurulu kalmamakta; parlâmenter sistemin onlarla ilgili güvenoyu veya güvensizlik oyu gibi uygulamaları sona ermektedir. Onların görevleri, Devlet başkanı sıfatıyla Türk Milletinin birliğini nasıl temsil edeceği bilinmeyen bir partili Cumhurbaşkanı tarafından yerine getirilecektir.
Üye sayısı 600’e çıkarılan TBMM’nin de yetki ve görev alanı ise daraltılmaktadır. Bakanlar Kurulu kaldırıldığı için yasa teklifi yapma yetkisi milletvekillerinde kalmakla birlikte; Meclis’in Cumhurbaşkanınca geri gönderilen bir yasayı aynen kabul edebilmesi için üye tamsayısının salt çoğunluğu (301 oy) aranmakta, dolayısıyla Cumhurbaşkanına veto yetkisi tanınmaktadır. Aynı nedenle Meclis’in Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetleme yetkisi de kaldırılmıştır. Parlâmenter rejimin en etkili denetim mekanizmaları olan gensoru ve Meclis soruşturması, Anayasa metninden çıkarılmaktadır. Meclis soruşturmasının yerini alan hükümlerle Cumhurbaşkanı ve yardımcıları ile bakanların cezaî sorumluluğunun gündeme getirilmesi ise, TBMM üye tam sayısının salt çoğunluğunun (301 üyenin) önergesiyle soruşturma açılmasının istenmesi, beşte üçünün (360 üyenin) gizli oyuyla soruşturma açılması ve üçte ikisinin (400 üyenin) gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı verilmesi gibi nitelikli çoğunluk koşullarıyla zorlaştırılmıştır.
Bütün bu düzenlemeler, yasama yetkisi zaten Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile önemli ölçüde elinden alınan, yapacağı yasalar Cumhurbaşkanınca veto edilebilen, yürütme organını denetleme yetkisi kaldırılan veya önüne engelleyici nitelikli çoğunluk koşulları konulan Meclis’in işlevsiz hâle getirildiğini göstermektedir.
Şimdiye değin görülmemiş bir acelecilikle Meclis’ten geçirilen Anayasa zorunlu halkoylamasını gerektiren bir çoğunlukla kabul edilmiş bulunmaktadır. Cumhurbaşkanının Anayasa değişikliğini Resmî Gazete’de yayımlayacağı tarihten 60 gün sonra Nisan 2017 ayının ilk yarısında yapılması beklenen halkoylaması, son olarak süresi 19 Nisan 2017’ye kadar uzatılan olağanüstü hâl koşullarında gerçekleştirilecektir. Anayasa’nın 15. ve 121. maddelerine göre temel hak ve özgürlüklerin sınırlanabileceği veya durdurulabileceği olağanüstü bir yönetim usulü olan, çıkarılan olağanüstü hâl kararnameleriyle bu doğrultuda hükümler getirilen ve zaten Olağanüstü Hâl Kanunu uygulanan bir dönemdeyiz. Bu durumda halkoylaması propaganda çalışmalarının özellikle Anayasa değişikliğine karşı çıkan muhalefet partilerince özgürlük ve güvenlik içinde yürütülmesi olanaksızdır.
Gündemdeki konu ise, Anayasa’da yazılı nitelikleriyle halk yönetimi demek olan Cumhuriyetin devamı veya yerini bir dikta rejimine bırakmasıdır. Tercih, bu iki seçenek arasındadır. Tehdit altında olan, doğrudan doğruya Cumhuriyettir. Bütün milletvekillerimiz gibi AKP ve MHP de milletvekilleri de, görevlerine başlarken “hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı” kalacaklarına ant içtikleri hâlde; yaptıkları Anayasa değişikliği ile tam tersine hareket etmişlerdir. Fakat egemenliğin asıl sahibi, insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti ilkelerine bağlı büyük Türk Milletinin onları ortadan kaldıran bu Anayasa değişikliğine büyük çoğunluğuyla “Hayır” diyeceğine inancımız tamdır.”