“Atatürk’ten ve Ecevit’ten öğrendiğimiz budur.”
Aksakal; “Türk milleti yerine AB’den ve ABD’den aferin bekleyen gayrı milli işbirlikçi görevlilerle de asla ve asla işimiz olmaz!”
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal açıklamasında;
“Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım,
Sizleri en içten duygularımla selâmlıyorum, hoş geldiniz.
Uzunca zamandır beklenen yağışlar yeterli düzeyde olmasa da artık gelmeye başladı, barajlarımızdaki doluluk oranlarının kritik seviyelere kadar indiği şu günlerde yoğun kar ve yağmura ihtiyacımız olduğu bir gerçek.
Küresel ısınmanın yarattığı olumsuzluklar nedeniyle sadece kuraklık değil aynı zamanda mevsimlerin de neredeyse yer değiştirme noktasına geldiği açık seçik gözlemleniyor. Afatsız, sıkıntısız bir kış sezonu dileğimizi belirtirken tüm yurttaşlarımızı ağır grip vakalarına karşı da daha dikkatli ve tedbirli olmaları konusunda bir kez daha uyarıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Toplumsal gündemin, Asgari Ücret tespitinden sonraki en yoğun takip edilen konusu hepinizin bildiği gibi Emeklilikte Yaşa Takılanları ilgilendiren yasa çalışmalarıydı.
Nihayet bu kanun tasarısı Meclis gündemine geldi ve görüşülmeye başlandı. Ancak mevcut haliyle yüzde yüz oranında bir memnuniyet de yaratamadığı gibi bir takım yeni mağduriyetlerin de ortaya çıktığını görüyoruz. Oysa Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Vedat Bilgin, EYT mağdurları için 1999 yılı öncesindeki şartların aynen uygulanacağını deklere etmesine karşın kademeli prim gün sayısı şartı nedeniyle yeni mağduriyetler ortaya çıkmıştır.
Bütün bu yaklaşımın dışında tasarlanan haliyle SSK’lılardan 5000 gün, EMEKLİ SANDIĞI ve BAĞKUR’lulardan bunun iki katı, yani 9000 gün pirim istenmesi evvelemirde Anayasamızda güvence altına alınmış eşitlik ilkesine de uygun değildir.
Esasen her bir çalışan alın teriyle verdikleri emeğin karşılığında primlerini de ödemişlerdir. 45 ve üzeri yaşlarda bulunan EYT’lilerin özel sektörde yeni bir iş bulmaları neredeyse mucizelere bağlı ve çoğunluğu ya eskiden beri mevcut işinde devam ediyor ya da sigortasız, yevmiyeli gündelik işlerle hayatını idame ettiriyorlar. 9000 gün pirim ve 25 hizmet yılı istenen kesim toplam EYT’li sayısının yaklaşık yüzde 10’u kadar hesaplanıyor. Eğer bu noktaya kadar bir çözüm üretilmişse, Meclis gündemine getirilen EYT kanunu görüşmelerinde yüzde 10’luk EMEKLİ SANDIĞI ve BAĞKUR’lu kesimin karşı karşıya kalacağı bu mağduriyet de giderilmelidir.
Değerli basın mensupları,
Dün sizlerle de detaylarını paylaştığımız gibi Demokratik Sol Parti olarak devlet işleyişinde yaşanan aksaklıkları, eksik ya da yanlış uygulamaları tespit ederek çözüm önerilerimizi muhataplarıyla zaman geçirmeden paylaşıyoruz.
Siyaset yapma amacımızın özünü oluşturan her şey halk için, her şey vatan için anlayışımız temelinde elimizden gelebilen katkıları hiçbir komplekse kapılmadan ortaya koyuyoruz.
Bunun anlayıştan hareketle, 23 Ocak 2023 Pazartesi günü toplanan Kabine sonrasında Sayın Cumhurbaşkanı tarafından kamuoyuna açıklanan Kamu Alacaklarının Yapılandırılması hakkındaki kanun kapsamında eksik gördüğümüz bir hususu, daha öncesinden hazırlığımızda olan Öneri çalışmamızı yine zaman geçirmeden TBMM Başkanı Sayın Mustafa Şentop’a sunduk.
Vatandaşların ya da ticari kuruluşların devlete olan borçlarının yeniden yapılandırılıp, uzun bir vadeye yayılarak ödeme kolaylığı getirilmesi, yaşanan bu ekonomik sıkıntıların yoğun olduğu dönemde bir nebze rahatlık sağlayacaktır.
Ancak demokratik yaşamın önemli unsurları olan Siyasi Partiler ve Sivil Toplum Kuruluşlarının da kamusal mali yükümlülükleri, mensupları olan üyelerini ve yöneticilerini oldukça zorlamaktadır.
Bu kurumlar tamamen toplum yararına faaliyet gösteren, demokratik yaşamın geliştirilmesi ve güçlendirilmesi amacıyla faaliyet gösteren anayasal yapılardır ve esasen birer ticari kuruluş değillerdir.
Hazırlamış olduğumuz çalışmamızı Mecliste görüşülmeye başlanılan Kamu Alacaklarının Yapılandırılması hakkındaki kanun kapsamında değerlendirilmek üzere;
- Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle 2830 sayılı Siyasi Partiler Kanununa göre faaliyet gösteren Siyasi Partilerin vergi dairelerine ve Sosyal Güvenlik Kurumuna her türlü vergi, prim, ceza, gecikme faizi ve gecikme zamlarının silinmesi,
- Son 5 yılda yapılmış Milletvekili Genel Seçimlerinden birine katılma hakkı elde eden Siyasi Partilerin istihdam ettiği en fazla 10 çalışana ait işçi ve işveren payı SGK kesintilerinin devletçe karşılanması, bu kişilere ödenen tüm ücret ve ücret unsurlarının, gelir vergisi ile damga vergisinden, kiralanan taşınmazlar için yapılan ödemelerin stopaj vergisinden istisna edilmesi,
- Siyasi Partilerin her türlü gelir ve giderleri ile sahip oldukları maddi varlıklarını ve borçlarını ayrıntılı olarak, tasnifli biçimde ve yıllar itibariyle mukayeseye imkân verecek şekilde düzenlenerek tutulmasını, anılan hususları içeren tabloların, takip eden yılın Haziran ayı sonuna kadar resmi web sayfalarında ve Türkiye İlân Kurumu’nun web sayfasında yayınlanmasını, önerdik.
Umarım yüce Meclis bu toplumsal duyarlılığa katkı koyar.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Küresel sistemin 3. Paylaşım savaşı hız kesmeden sürüyor.
Kuzeyimizde devam eden ve her geçen gün biraz daha sonucu belirsizleşen Rusya – Ukrayna savaşı tüm dünyayı tehdit edebilecek bir boyuta doğru devam ediyor.
Kıyamet senaryolarının birbiriyle yarıştığı 3. Paylaşım savaşı gerek bölgesel hakimiyetlerin genişletilmesi gerek ittifak yapılarının güçlendirilmesi temelinde esasen tek merkezli bir dünya düzeni stratejisiyle devam ediyor.
Yakın zamanda Finlandiya ve İsveç’in NATO Örgütüne katılma talebi karşısında Türkiye olarak imzaladığımız “Üçlü Ahitname” şartlarına riayet edilmemesi elbette sürecin onlar adına olumsuz seyretmesi sonucunu da doğuruyor.
Daha da ilginç olan şudur ki İsveç, yataklık yaptığı terör örgütlerinin militanlarını iade etmediği, hatta iade etmeyeceğini açıkladığı gibi İslâm dininin mukaddes kitabı Kuran-ı Kerim’in kendi güvenlik güçlerinin koruması altında parçalanıp yakılmasına da suç ortaklığı yapabilmektedir.
Her fırsatta belirttiğim gibi hadise tek başına İsveç ya da Finlandiya’nın NATO üyeliği konusu olmaktan öte, özünde Türkiye’yi NATO’dan çıkarma gayretinin göstergesidir.
Bu niyetlerini gerekirse NATO’yu dağıtarak Türkiye’yi yeni kurulacak paktın dışında bırakmaya kadar göze aldıklarına da tanık oluyoruz.
İstedikleri her şeyi yaptıramayacaklarını gören küresel işgalci zihniyet bugün daha da ileri giderek bir psikolojik savaş stratejisini başlatmış görünüyor.
Bazı AB ülkelerinin Konsolosluklarını bir süreliğine de olsa kapatma kararı, Türkiye’yi uluslararası alanda siyasi ve ticari olarak zafiyet içerisinde gösterme amacını taşımaktadır. Bunun bir tek amacı olabilir, biraz önce de belirttiğim gibi; İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine giriş tarihi olarak Türkiye seçimleri sonrasını işaret etmeleri ve bir iktidar değişikliği beklentisidir.
Demokratik ülkelerde her zaman seçimler olur ve işbaşına gelen her iktidar uluslararası alanda öncelikle Türkiye’nin hak ve menfaatlerini korumakla mükelleftir.
Türkiye bu konuda asla geri adım atmamalıdır.
Zaten İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström İsveç hükümetinin bu yaz NATO’ya katılma konusunda ümitli olduğunu açıklamasının, ABD ve yandaşlarınca Türkiye’de planlanan bir iktidar değişikliğinin sonrasına ertelendiğini söylemesi de bu düşüncemizin doğruluğunu ispatlamaktadır.
Tabii, bu konuda Türkiye’deki hangi siyasi aktörler böyle bir güvence vermiş olabilir diye bir soru aklımıza gelebilir.
Bunun açık yanıtı şudur ki, bu aktörler; Büyük Atatürk’ün “Hangi istiklâl vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin plânlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!” sözünden bîhaber olanlardır.
Ülke siyasetini ve geleceğini ABD ve AB politikalarıyla ve hedefleriyle örtüştürme gayretine girmiş bazı muhalefet partilerinin AB ülkeleriyle kapalı kapılar arkasında yaptıkları görüşmelerde İsveç’e ve Finlandiya’ya NATO Üyeliği garantisi vermiş oldukları anlaşılıyor.
Peki, bunu yapmış olabilirler mi diye de sorarsanız, o zaman da bu aktörlerin mensubu bulunduğu “Altılı Masa” tarafından 30 Ocak’ta açıklanan “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” elimizdeki en bariz delildir.
İçeriği ve kapsamı itibariyle bu Mutabakat Metnini incelediğimizde öncelikle Cumhuriyetin kurucu iradesinin teslim alındığını, olası sonuçları itibariyle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni teslim alma metni olduğu açıkça görülmektedir.
Bunun en önemli işaretinin açıklamanın yapıldığı salonun yapısındaki manzaradan başlayarak görüldüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Nedir bu işaretler?
- Toplantının yapıldığı salonda Türk Bayrağına yer verilmemiş, yani Türk Bayrağı yok!
- Toplantı salonunda Atatürk resmine yer bulunamamış, yani Atatürk yok!
Peki, bu milli simgeler sadece salonda mı yok? Hayır, açıklanan metinde de bunlar yok. Zira Atatürk adı sadece üç maddede yer almış, ikisi 26 ve 136.ncı sayfalarda “Atatürk Hava Limanı”, biri de 117.nci sayfada Atatürk Orman Çiftliği için düşünülen konular içinde geçiyor. Türk Bayrağı kelimesi zaten yok.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Bahse konu metinde sadece Atatürk ya da Türk bayrağının yokluğu dışında başka bazı konulardan da söz edilmemiş.
Nedir bunlar? Örneğin, Cumhuriyetin kuruluş ilkelerinin en önemlilerinin başında yer alan “Laiklik” yok, laik kelimesi bile yok. Meselâ biz merak ediyoruz; eğitim lâik ilkelerle mi yapılacak, yoksa dinî referanslarla mı?
Atatürk’ün tanımladığı şekliyle “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ahaliye Türk Milleti denir düsturundaki “Türklük” yok, kısacası Türk milleti yok! Biz merak ediyoruz, bu milletin adı mı değiştirilecek, onun için mi buna değinmediniz?
Bu metni “hazırlayanların” demiyorum, içine sindirenlerin, kamuoyuna deklare edenlerin dillerinde Atatürk’e “faşist” demek var, Cumhuriyet düşmanı İngiliz ajanı Seyid Rıza anması var, ama “vatanı ve milletiyle bölünmez bir Türkiye” yok!
Dönemin Amerika Dışişleri Bakanı Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarını yeniden çizeceğiz dediği planlarının parçası olan terör örgütlerini kullanma noktasında kırk yıldır mücadelesini yürüttüğümüz, on binlerce insanımızın canına mal olmuş PKK /PYD yok!
Türkiye’nin demografik yapısını tehdit eden sığınmacılar sorununu çözmek ve onları ülkelerine davul zurna eşliğinde göndereceğiz demelerine mi inanmamız gerekir, yoksa açıklanan metnin 239’uncu sayfasında tanımladıkları şekliyle,
“Göçmen ve sığınmacıların eğitim çağındaki tüm çocuklarının eğitime erişimini sağlayacak, bu konuda hızlandırılmış̧ kurslar ve takviye dersler alınmasını sağlayacak bir mekanizma geliştireceğiz, sığınmacıların Türkçeyi öğrenmeleri amacıyla bu konuya odaklanan nitelikli eğitim materyalleri, müfredat ve ders programı hazırlanmasını sağlayacağız.” sözünü mü dikkate almalıyız?
Meselâ; Cumhurbaşkanı için bir kez ve 7 yıllığına seçileceği öngörülürken, nasıl seçileceği konusu unutulmuş mu demeliyiz?
Meselâ yine merak ediyoruz; sabah akşam medya ortamlarında konuşulan İstanbul Sözleşmesi konusunda düşüncenizi açıklamaktan neden imtina ediyorsunuz?
Sayın Davutoğlu’nun değindiği şekliyle iktidara geldiğinizde bir niza çıkarsa hakikaten kriz mi çıkacak?
Meselâ; CHP’nin bir Manisa Milletvekili iktidara geldiklerinde ilk işlerinin MİT Müsteşarını görevden almak olacağını açıklaması ve taahhüdü, Pensilvanya’da koruma altındaki FETÖ terör örgütü elebaşına verilmiş bir selâm mıdır?
Meselâ; Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, terörist Demirtaş’a selamlarını iletmesi, “haksız (!) yere yatıyor” şeklindeki söylemi sözde Kürdistan hayalini kuranlara bir mesaj mıdır?
Değerli arkadaşlar, öyle anlaşılıyor ki kuruluşunun 100.ncü yılında Cumhuriyetin yıkılması görevinin Cumhuriyet Halk Partisine verildiğini ibretle ve kaygıyla izliyoruz.
Bu öngörümüzün haklı gerekçesi şudur ki, açıklanan Mutabakat Metninde Cumhuriyetin temel değerleri olarak bilinen altı ilkenin hiç biri yok.
Milliyetçilik yok, Devletçilik yok, Halkçılık yok, Laiklik yok, Devrimcilik yok, Cumhuriyetçilik yok. Yok oğlu yok!
Açıklanan bu Mutabakat Metninin esasen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tasfiyesi plânı olduğu açıkça görülüyor.
Demokratik Sol Parti olarak, milliyetçi, vatansever, emekten yana sol bir parti olarak kriter olarak küresel emperyalizmin temsilcileri Türkiye siyasetinde hangi cenahta saf tutmuştur ona bakarız.
Atatürk’ten ve Ecevit’ten öğrendiğimiz budur. Dolayısıyla Türk milleti yerine AB’den ve ABD’den aferin bekleyen gayrı milli işbirlikçi görevlilerle de asla ve asla işimiz olmaz!” şeklinde konuştu.