Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal TBMM’de Basın Toplantısı Gerçekleştirdi
Genel Başkanımız sayın Önder AKSAKAL, basın toplantısında Hamas-İsrail çatışmasını ve kentsel dönüşümü ele aldı. Soykırım girişimini kınarken, aynı zamanda İsrail’in saldırılarına dikkat çekti.
AKSAKAL, çatışmanın taraflarını eleştirerek, sivil insanların hedef alınmaması gerektiğini belirtti. Ayrıca, İsrail’in BM kriterlerine göre bir devlet olma özelliklerini gitgide kaybettiğini ve terör örgütleri listesine yaklaştığını iddia etti.
Kentsel dönüşüm konusunda da görüşlerini dile getiren milletvekili, yerleşim bölgelerinin sağlam zemine taşınması gerektiğini savundu. Kentsel dönüşümün sadece rant dönüşümü olmaması gerektiğini vurguladı ve yeni yerleşim alanlarının seçilmesini önerdi.
Ayrıca, kira fiyatlarının sınırlanmasının uzun vadeli bir çözüm olmadığını belirterek, daha güvenli yeni yerleşim alanları oluşturulması gerektiğini ifade etti.
Son olarak İsrail’in terör saldırılarına son verilmesini umut ettiğini ve kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceğini söyledi.
Açıklamasında,
Değerli basın mensupları,
“Cumhuriyetimizin ikinci asrına adım attığımız bu günlerde bir taraftan yüzüncü yıl coşkumuzu yaşarken, diğer taraftan da insanlık suçu olan bir soykırım girişimiyle binlerce kadın – çocuk masum insanın katledildiğine tanık oluyoruz.
Bu saldırıların en çarpıcı yanı da, geçmişte Alman faşizminin zulmüne uğramış, sırf Musevi oldukları gerekçesiyle toplama kamplarında insanlık dışı muamelelere muhatap olmuş, sabun fabrikalarında canlı canlı yakılmış bir milletin mensupları, kendilerinin yaşamış olduğu o günleri aratmayacak gaddarlıkta Filistinli Müslümanları hedefine oturtmuştur.
Bu çok acıdır, insanlık dışıdır, hiçbir inancın da kitabında kabul görmeyecek mezalimdir.
Çatışmaların başlangıcından bugüne 27 gün geçmiştir. İsrail BM kriterlerinde bir devlet olma özelliklerini her geçen gün kaybederek, terör örgütleri listesinde hak ettiği sıraya doğru emin adımlarla ilerlemektedir.
Hamasın başlattığı eylemler sonrasında gelişen bu süreçte elbette Hamasın saldırılarını da makul ve mazur göremeyiz. Ancak terör saldırılarına karşı mücadelelerde bile sadece teröristler hedefe alınır, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, sıradan insanlara zarar verilemez.
Bu evrensel bir hukuk kriteridir, savaşların ve çatışmaların da bir hukuku, bir raconu vardır.
40 yıldır terörle mücadele eden bir devlet olarak, karadan ve havadan yapılan onlarca operasyona rağmen bir tek sivil, bir tek çocuk zarar görmemiştir.
Türkiye olarak, egemen güçlerin bölgemizde ve Ortadoğu’da hayata geçirmeye çalıştığı yeni sınır çalışmalarına şiddetle ve kararlıkla karşı durmamız elzemdir.
Bugün komşularımıza uygulanan işgal ve yeni yönetimler dayatılması girişimlerinin ileri günlerde bizim de kapımıza dayanacağını unutulmamalıdır.
Hele bir de ABD’nin açıkça deklare ettiği B.O.P. kapsamında 22 ülkenin sınırlarının değiştirileceğine dair stratejileri ortadayken bu konuda bir kat daha uyanık olmak durumundayız.
Değerli basın mensupları,
Bölgedeki masum ve mazlum insanların yaşadığı sıkıntıların en kısa sürede giderilmesi konusunda Türkiye anlamlı bir gayret içerisindedir, bunu yakından takip ve takdir ediyoruz.
13 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiğimiz Basın toplantısında “Türkiye olarak öncelikle Tük Kızılay’ı bölgeye gönderilmelidir. Tıpkı pandemi sürecinde tanık olduğumuz gibi burada acilen sahra hastaneleri kurulmalı, Gazze’ye yapılan orantısız saldırılar ve insanlık dışı uygulamalar altında kalan insanlar koruma altına alınmalıdır.” demiştik.
Sağlık Bakanımızın 20 Sahra Hastanesi kurulacağına ilişkin açıklamaları memnun edicidir ama gecikilen her dakika bir insanın yaşamdan kopmasına sebep olmaktadır.
Geldiğimiz noktada bir hususu daha sizler aracılığıyla paylaşmak isterim;
Bölgemizde yaşanan bu katliam sadece İsrail’in iradesi tahtında değil, küresel emperyalizmin öncü gücü ABD, İngiltere ve yandaşı AB ülkeleri eliyle planlanmış ve uygulamaya konulmuştur.
Türkiye olarak bölge merkezli dış politika kuralları kapsamında komşu ülkeler ve Türk dünyasındaki devletlerle yapılacak istişareler, planlar ve stratejiler ivedilikle hayata geçirilmeli, bölgemize yönelik niyetler boşa çıkarılmalıdır.
Bu doğrultuda yapılacaklar esasen bellidir. Öncelikle terörün bir numaralı kurgulayıcısı, uygulayıcısı ve hamisi ABD ile İsrail’in topraklarımız üzerinde yararlanma hakkı bulunduğu tüm sözleşmelerin geçici olarak askıya alınması gereklidir.
Korkunun ecele faydası yoktur! Emperyalist sistemin silahlı ve siyasi gücü bir psikolojik savaşı da beraberinde yürütüyor. Müslüman bir halka yapılan bu saldırıların ve katliamın evvel emirde Filistin devleti tarafından önlenmeye çalışılması makul olanıdır. Ancak Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ı ortalıkta pek gören de yok. Bu neyin planıdır, bu neyin hesabıdır düşünmek lâzım.
Değerli basın mensupları,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde beklenen ve olması gereken etki gücünde bir çalışmanın gerçekleşebilmesi konusunda çok ciddi kısıtlamaların bulunduğu hususuna da burada vurgu yapmak isterim.
Zira, parlamentoda grubu bulunan partiler ile yirmiden az sayıda milletvekiline sahip partiler arasında ciddi bir hakkaniyetsiz uygulamalar silsilesi mevcut, önümüzdeki süreçte gündeme gelecek olan Meclis İçtüzüğü görüşmelerinde buna dair çözüm yollarını mutlaka arayacağız.
Güncel olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sayın Mehmet Özhaseki tarafından gündeme getirilen ve kamuoyunda “Kentsel Dönüşüm Kanunu” olarak da adlandırılan yasa çalışmalarının görüşmelerine dün itibariyle başlandı.
Burada paylaşacağım hususları genel kurulda ortaya koyabilme imkânımız konuşma süresi itibariyle maalesef yok.
Onun için biz de sizler aracılığıyla Partimizin görüşlerini kamuoyu ile paylaşarak ilgililerinin dikkatine de sunmayı amaçlıyoruz.
Demokratik Sol Parti olarak bu konuda her fırsatta şunu söyledik; bugüne kadar uygulanan kentleşme ve imar planlama politikaları hatalıdır, her dönemde de iyi niyetli olmayan bazı kesimlerin haksız zenginleşme aracı olarak kullanılmıştır.
Bireysel girişimlerin siyasi ikbal ve bireysel çıkar ortaklığı çemberinde oluşan sonuçların toplumsal yıkımlara ve felâketlere zemin oluşturduğunu her zaman yaşayarak öğreniyoruz.
Ülkemizin büyük bir kesimi jeolojik ve toplumsal olarak 1.derece deprem bölgeleri üzerinde yer almakta ve yaşamaktadır.
Bilmemiz gerekir ki, yakın tarihlerde yaşadığımız 17 Ağustos Marmara depremi, 12 Kasım Düzce depremi, ardından gerçekleşen diğer illerimizdeki depremler ve son olarak 06 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli yüzyılın felâketi bizlere bağıra bağıra şunu söylüyor;
“Yerleşim bölgelerinizi sağlam zemine taşıyın!”
Kentsel dönüşüm adı altında eski binaları yıkıp yerine yenisini yapmak sorunu kısa vadede belki çözmüş gibi görünebilir ancak, yapıların da bir ömrü var.
Dolayısıyla aynı zemin ortamında yapılacak ve daha da fazla katlara sahip binalarla yıllar sonra olabilecek bir depremde yeni felâketlerin yaşanması kaçınılmazdır.
Kentsel dönüşüm denilen kavram esasen bu değildir. Bu yöntemle ancak olsa olsa rantsal dönüşüm olur!
Dönüşümü, henüz yerleşime açılmamış yörelerde, yeni yerleşim alanlarında, her türlü alt yapı ihtiyaçları tamamlanmış, yer altında yeterli ebatlarda galeri sistemi içerisinde elektrik, su, telekomünikasyon, kanalizasyon hatları çekilmiş, yolları kaldırımları tamamlanmış güvenli zeminler üzerinde hazırlanacak konut ve işyeri arsaları üretimi ile gerçekleştirmek zorunda olduğumuzun önemini dikkatinize sunmak isterim.
Yoksa bugün olduğu gibi dönüşüme herhangi bir gerekçe ile itiraz edenleri, hukuki haklarını almak adına mücadeleyi tercih edenleri, önerilen bedellere itiraz edenleri yapılacak yasal düzenlemelerle bertaraf etmeye çalışmak ileride telafisi güç toplumsal yaraların açılmasına vesile olur.
Bu yaralar toplumsal barışın bozulmasından medet uman kesimlerce suistimal edilir, anarşiye ve teröre malzeme olur.
Kaldı ki, kentlerin en mümbit bölgelerinde ve çoğunlukla dar gelirli toplum kesimlerinin yaşadığı alanlarda dönüştürülmesi düşünülen yapıların sahiplerinin, evlerinin yerine yapılacak yeni binalarda, rezidanslarda yaşayabilme imkânları da yok. O binaların aidat miktarları zaten asgari ücretin en az dörtte biri.
Değerli basın mensupları,
Kabul etmeliyiz ki, içinde bulunduğumuz ekonomik bunalımın getirdiği ağır yaşam koşullarının en etkili olanlarının başında konut ve işyeri kiralarında karşılaştığımız fahiş fiyatlar gelmektedir.
Kira kontratlarında belirlenen artış oranlarını yasalarla, kararnamelerle, yönetmeliklerle sınırlamanın kalıcı bir yöntem olmadığını, bunu uygulamak isteyenlerin de bildiğinden eminim.
İnşaat maliyetlerini düşürecek tedbirler geliştirilemediği müddetçe kiraların inmesini beklemek matematiğin gerçeklerine, hayatın olağan akışına aykırı olur.
Kalıcı ve hakkaniyetli dönüşümü sağlamak ve beraberinde konut sorununu çözmek için, biraz önce de değindiğim gibi henüz yerleşime açılmamış yörelerde, zemini güvenli yeni yerleşim alanları belirlenmelidir.
Öncelik kamu arazilerinde olmak üzere özel mülkiyet alanları makul imar planları yapılarak sisteme dahil edilebilir.
Buralarda üretilecek arsalar, düzenli ve sağlıklı kentleşmeyi güvence altına alıcı ve spekülasyon önleyici koşullarla, kooperatiflere, kamunun veya özel sektörün toplu konut üreten kuruluşlarına ve kendi evini yapmak isteyenlere sunulmalıdır.
Devlet eliyle üretilen arsaların toprak değerinde oluşturacağı artışlar, arsa ve konut üretim fonları kurularak burada biriktirilmelidir. Böylelikle, devletin başlangıçta ayıracağı kaynaktan sonra, arsa ve konut sorunu, kendi kaynağını da büyük ölçüde kendi yaratan ve maliyeti düşüren bir çözüme kavuşturulmuş olacaktır.
Eski yerleşim merkezlerindeki, yaşamını doldurmuş veya riskli yapıların yıkılarak yenilerinin yapılması yerine, yeni yapılar için yeni yerleşim alanlarının seçilmesi özendirilmeli, bu doğrultudaki çalışmalara TOKİ vasıtasıyla hızlıca başlanmalıdır.
İşte 6 Şubat felâketi sonrasında yerle bir olan binaların yerine yenisi yine devletimiz tarafından yapılıyor ve bedelsiz hak sahibine veriliyor. Peki bu parayı on binlerce insanımızı yitirmeden harcamak dururken büyük bir kaynak savurganlığı içine girmenin kime faydası olabilir?
Ve en önemli hususlardan birisi de hiç kimsenin evinin, en az eşdeğerde bir konut edinme olanağı sağlanmadan yıkılmayacağının teminat altına alınmasıdır.
Tüm bu düzenlemelerle, gecekondu sorunu da kendiliğinden sağlıklı, hakça ve ekonomik bir çözüme ulaştırılabilecektir.
Yeni yerleşim alanlarına öncülük ederken ve katkıda bulunurken, devlet ve yerel yönetimler de, kiralık konut stokları oluşturmaya öncelik vermelidir.
Bu şekliyle yapılacak düzenlemeler sonucunda kira fiyatları sorunu çözüm yoluna gireceği gibi, dar ve orta gelirli yurttaşlar, konut yaptırmak için bütçelerini zorlamak durumundan da kurtulacaktır.
Sözlerime burada son verirken, öncelikle bölgemizi tehdit eden İsrail devlet terörünün bir an önce son bulması dileğimi yineleyerek sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.” ifadelerini kullandı.