Genel Başkanımızdan HaberlerPartimizden HaberlerVideolar

Genel Başkanımız Aksakal; “İsrail’in İşgal Planları Türkiye Topraklarını Tehdit Ediyor.”

Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Yeni Yasama Yılı ile beraber gündemde olan Anayasa çalışmaları ile ilgili görüşlerini belirtirken, Türkiye'deki sığınmacıların ülkelerine dönmesi gerektiğini bir kez daha ifade etti. Bu süreçte “sığınmacı çocuklarının Türk vatandaşlığı” konusuna dikkat çekerken, Lübnan ve Suriye'deki gelişmelerin yeni bir sığınmacı akınına yol açabileceği uyarısında bulunup, etkin tedbirler alınması gerektiğini vurgulayarak, Ortadoğu’da devam eden yüksek gerilim hakkında İsrail’in sürdürdüğü işgal ve soykırım girişimiyle Suriye ve Türkiye topraklarına sıçramasından duyduğu endişeyi ifade etti.

 

Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında;

“Sözlerime başlarken Gazi Meclisimizin 28.nci Dönem 3.ncü Yasama Yılını kutluyor, yeni dönemde ülkemizin ve halkımızın âli çıkarları doğrultusunda alınacak kararlara imza atmasını temenni ediyorum.

Ve elbette bu süreçlerin en yakın gözlemcileri ve tanıkları olarak siz değerli basın mensuplarımıza da başarılı bir çalışma dönemi diliyorum.

Değerli basın mensupları,

Meclisimizin yeni çalışma dönemi sayın Cumhurbaşkanımızın da teşrifleriyle dün açıldı.

Yeni dönemde önemli konu başlıkları yüce Meclisin gündemine gelecek ve değerlendirilecektir.

Özellikle sivil bir Anayasa yapabilmenin, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk Milletvekilleri olarak 28.nci dönemde bizlere düşen önemli bir görev olduğuna inanıyoruz.

Zira 12 Eylül faşist darbesini gerçekleştiren “onların çocukları” tarafından yazılmış bir darbe anayasasının tüm izlerini ortadan kaldıracak, demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti niteliklerini haiz ve bugünkü Anayasada yer alan ilk ilk üç maddeyi tartışma dışında bırakacak, aynı zamanda bu üç maddeyi güvence altında tutan dördüncü maddeyi de güvence altına alacak bir Anayasa mutlaka yapılmalıdır.

Değişik saiklerle ve “şark kurnazlığı” yöntemiyle bu ilk üç maddeyi tartışma zeminine taşımayı sözde demokrasinin gereği saymak isteyenlere şunu açıkça belirtmek isterim ki;

bu anlayış olsa olsa demokrasiyi kendi hedeflerine ulaşma adına binilecek bir tren olarak görmek anlamına gelir ki, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde o devletin niteliklerini değiştirmeye dönük böyle bir girişim asla kabul görmemiştir, burada da görmeyecektir.

Büyük önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilkeleri tahtında kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu süreçte temel çelişkimiz devletin nitelikleri değil, “demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti” niteliklerinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesidir.

Halkımızın refahının yükseltilmesi, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün güvence altına alınmasıdır. Bu konuya birazdan daha geniş değineceğim.

Değerli basın mensupları,

Yeni dönemde gerçekleştirilecek yasal düzenlemelerin en önemlilerinin başında TBMM İçtüzüğünde birtakım değişikliklerin yapılması gelmektedir.

Parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin oturma düzeninden, görüşülen konularda grubu bulunmayan partilerin ve bağımsız Milletvekillerin yeterli düzeyde konuşma sürelerine sahip olmamalarına kadar birçok yanlışlığın düzeltilmesi, Milletin Meclisinde “milletin sesinin” duyurulması açısından gerekli ve öncelikli olmalıdır.

Mecliste temsil olanağı bulmuş olan her siyasi parti mutlak surette Meclisi yöneten Başkan ya da Başkanvekiline en yakın noktada oturmalıdır ki, partisini ve politikalarını değerlendirenlere yönelik itirazlarında ya da desteklerinde bu hakkını kolaylıkla kullanabilmesi sağlanmalıdır.

Bu konudaki eleştiri ve yakınmalarımızı geçtiğimiz süre içerisinde Sayın Meclis Başkanımıza ilettiğimiz halde bugüne kadar olumlu herhangi bir yaklaşım sergilenmemiştir. Umarım bu konular İçtüzük kuralı haline getirilir.

Her ne kadar mevcut iç tüzüğün 61.nci maddesinin 6.ncı fıkrasında “Son söz Milletvekilinindir” denilse de uygulamada bunun böyle olmadığı, grubu bulunan partilerin tahakkümleri ve keyfiyetleri altında yürüyen bir sistemin varlığı hepinizin malumudur.

Bu çarpıklık mutlaka düzeltilmelidir.

Bunların dışında grubu bulunan parti sözcülerinin (..ki şimdilik 6 grup var) aynı konuda saatlerce konuşma hakkını ilgili konuların dışındaki konularla kötüye kullanmalarının, Meclisin verimli çalışmasının önünde ciddi bir engel olduğu açıktır. Bu hususların da mutlaka bir düzene sokulması zarureti vardır.

Değerli basın mensupları,

Ülkemizin gerçekten çok önemli sorunları bulunmaktadır. Halkımızı doğrudan ilgilendiren ve etkileyen en önemli sorun kabul edilmelidir ki enflasyon ve hayat pahalılığıdır.

Bu konudaki görüş, düşünce ve önerilerimizi bir sonraki basın toplantımızda daha detaylı olarak paylaşmayı düşünüyorum.

Bu gerçeğin devasa boyutuyla karşımızda durması yanında daha büyük bir sıkıntının varlığına bir kez daha dikkat çekmek isterim.

Biraz önce, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün güvence altına alınması hususuna dikkat çekmiştim. Bakınız;

16 Şubat 2016’dan bugüne, yani 8 senedir uzunca bir zaman bu, defalarca hep söyleyegeldiğimiz, her fırsatta gerekli uyarılarımızı yaptığımız küresel emperyalist sistemin bölgemizdeki yeni yapılanma stratejilerinin nihai aşamasının Türkiye olacağı, Anadolu toprakları olacağı hususu artık Cumhurbaşkanı düzeyinde buradan, Gazi Meclisin kürsüsünden ifade edilmiştir.

Bu önemli bir aşamadır.

Böyle bir öngörünün esasen sürecin başından itibaren ortaya konulamaması, bu kadar gecikmeli gerçekleşmesi konusundaki değerlendirmeyi Sayın Cumhurbaşkanı yapmalıdır, yapacaktır. Buna inanıyorum.

Ancak bu konu, sadece iktidar partisinin değil, Mecliste yer alan ve almayan tüm siyasi partilerin ortaklaşa çözüm üretme mecburiyeti olan bir konudur.

Tabii, bu mecburiyet içerisine her ne kadar Mecliste yer alsalar da PKK temsilcisi HDP/DEM yapılanmasını, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasının taşeronu FETÖ terör örgütünün örtülü kripto destekçilerini katmadığımı özellikle belirtmek isterim.

Zira bu emperyalist planın topraklarımızdaki işbirlikçileri tam olarak da bu yapılar ve militanlarıdır.

Tüm bu gelişmeler, işgal, katliam ve soykırımlar hız kesmeden büyük bir kararlılıkla sürdürülürken Türkiye, yaz aylarının sıcaklığında bölgemiz üzerinde planlanan senaryoların ortaya koyduğu gelişmeleri ve buna dair stratejilerini kapsamlı bir şekilde muhataplarıyla yönetmede çok etkili olduğunu hissettirememiş, üçüncü sayfa haberi nitelikli birtakım olayları genel gündeminin ağırlık merkezine oturtmuştur.

Eğer bu talihsiz yaklaşım bilinçli ve kasıtlı bir stratejinin sonucu değilse kelimenin tam anlamıyla düpedüz aymazlıktır!

İsrail’in tam bir yıl önce başlattığı ve esasen çok daha öncesine dair hazırlıkları kapsamında sürdürdüğü işgal ve soykırım girişimi bugün Lübnan topraklarına sirayet etmiş, yakın zamanda da Suriye ve Türkiye topraklarına dayanacaktır.

İsrail’in bu planının temel dayanağı olarak dini fanatizmleri kapsamında İsrailoğullarına “vaadedilmiş topraklar” inancını ortaya sürmesi, yakın gelecekte sadece terör yapılanmalarının ortadan kaldırılması gerekçesiyle sürdürülen çatışmaları tam anlamıyla bir dinler arası savaş niteliğine büründürecektir ki, Allah korusun bu sadece bölgesel konu olmaktan çıkıp sorunun tüm dünyaya tahvil olması sonucunu doğuracaktır.

Demokratik Sol Parti olarak bu konuda uyarımızı şimdiden yapmış olalım.

İşte sizlerin de yakından takip ettiği üzere İran devleti İsrail topraklarına yönelik balistik / süpersonik füze saldırısıyla bunun ilk işaretlerini vermektedir.

Bugün sayın Cumhurbaşkanımızın deklare ettiği ve küresel emperyalizmin İsrail taşeronluğunda yürüttüğü bölgesel işgal girişiminin nihai hedefine dair planların gelişigüzel oluşturulmadığı, 2002 yılında Bülent Ecevit ve 57.nci Hükümetin yönetimden uzaklaştırılmasıyla birlikte 11 Eylül saldırılarını bahane ederek Afganistan’ın işgali ve sözde El-Kaide’ye karşı mücadelesi, Irak’ın işgali, Saddam Hüseyin’in idam edilmesi ve Irak topraklarının fiili olarak bölünmesi, ardından kendi organizasyonu olan DEAŞ’la mücadele kisvesi altında Suriye iç savaşının organize edilmesi, Suriye’nin kuzeyinde PYD / PKK terör örgütlerine güvenli bölge yaratılması, “eğit-donat” yöntemiyle sözde askeri müttefik yapılanması gerçekleştirilmesi, milyonlarca sığınmacının Türkiye topraklarına yönlendirilerek esasen DEAŞ unsurlarının içinde yer aldığı “sözde savaşçıların” içimize kadar sokulması çarpıcı bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.

Bu nedenle hangi milletten olursa olsun, “sığınmacı” statüsündeki kişilerin derhal ülkelerine geri gönderilmesi hayati önemdedir.

Bu sığınmacıların insan hakları, demokrasi vesair bahanelerle kapsamında geri gönderilmesi “güvenliği ve gönüllülüğü” hususu, Türk milletinin evlatlarının canından, güvenli geleceğinden ve vatanımızın bütünlüğünden daha önemli görülmemelidir.

Lübnan’a sıçrayan ve devamında Suriye topraklarına da sirayet etmesi kuvvetle muhtemel süreçte yeni sığınmacı akınına karşı mutlaka etkin tedbirler zaman geçirmeden uygulamaya konulmalıdır.

Sığınmaları süresince ülkemizde doğan sığınmacı çocuklarının Türk vatandaşı sayılmalarına cevaz veren ulusal veya uluslararası bir yasal mevzuat da varsa bu konuda tavizsiz bir karşı çalışma mutlaka yapılmalıdır.

Demokratik Sol Parti, bu konularda alınacak tüm karar ve uygulamalara desteğini tereddütsüz sürdürecektir.

Değerli basın mensupları,

Yaşanan tüm bu olumsuzlukların ortadan kaldırılmasına yönelik bir etkin güç olması beklenilen Birleşmiş Milletler teşkilatı maalesef misyonunu yerine getirmekten de uzak bir görüntü veriyor.

Buradaki en önemli etken elbette beş ülkenin veto hakkına sahip olmalarıdır. Bu husus da acilen bir düzene sokulmalıdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın da vurguladığı gibi “dünya beşten büyüktür” anlayışının artık tüm BM üyesi ülkelerce de kabul edilmesinin zamanı gelmiştir.

Aksi halde BM’nin mevcut hali tam anlamıyla bir “etkisiz eleman” olarak değerlendirilecektir” ifadelerini kullandı.

Başa dön tuşu