Genel Başkanımız Aksakal’dan; ‘Türkiye’nin Güvenliği Gazze’den Başlar, Vatan Toprakları Sonsuza Dek Korunacaktır’
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Pençe Kilit Operasyonu’nda şehit düşen Piyade Sözleşmeli Er Sefer Alan’a rahmet dileyerek başlayan Aksakal, Amerika ve İsrail'in Büyük Ortadoğu Projesi’ni eleştirerek, Netanyahu’nun "sözde vaadedilmiş topraklar" hayalini en yalın şekilde tanımlayarak siyasi bir cinnet olarak nitelendirirken, CHP’nin talebiyle yapılan kapalı oturumda, Genel Başkan Özgür Özel’in oturum tamamlanmadan ayrılmasını siyasi acemilik olarak değerlendirmiştir.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında;
“Sözlerime başlarken Pençe Kilit Operasyon bölgesinde teröristler tarafından yapılan taciz atışı sonucunda vatan toprağına emanet ettiğimiz şehit Piyade Sözleşmeli Er Sefer Alan evlâdımıza Allah’tan rahmet, acılı ailesine ve sevenlerine sabır, metanet diliyorum, milletimizin başı sağ olsun.
Değerli basın mensupları,
Amerika’nın yönetiminde, İsrail’in taşeronluğunu üstlendiği Büyük Ortadoğu Projesi senaryosu her geçen gün nihai hedefine doğru hızla ilerliyor.
Bugünlere dair öngörülerimizi ve düşüncelerimizi bugün paylaşıyor değiliz. 2002 yılından buyana hep söyleyegeldik, bıkmadan usanmadan da söylemeye, devam edeceğiz.
Elbette Demokratik Sol Parti olarak gerek ekonomide, gerekse toplumsal yaşamın içinde bulunduğu sorunlara yönelik kendi özgün politikalarımız olsa da konu vatanımızın bütünlüğü ve milli birliğimiz olduğunda bunları ikincil meseleler düzeyinde takip ederiz ve ülkemizin milli menfaatlerini önceleriz.
İsrail’in eli kanlı Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun tüm dünyanın gözünün içine baka baka sarfettiği “sözde vaadedilmiş topraklar” hayalini en yalın haliyle tanımlamak gerekirse siyasi bir cinnet, insanlık adına bir melânet olarak değerlendirmek doğru olacaktır.
Bugün itibariyle Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın tamamına hakim olma stratejisiyle yürüttüğü bölgesel işgal ve soykırımı yeni bir boyuta ulaşmıştır.
Bu perspektiften değerlendirildiğindede, bir taraftan küresel ekonominin bir tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanılması, diğer taraftan çatışmalarda orantısız güç kullanılması karşısında, her ülke gibi elbette Türk milletinin de kendi geleceği konusunda yeni kararlar oluşturması mecburiyetini dayatmaktadır.
Bu sürecin doğru okunması ve stratejilerinin doğru kurgulanması çalışmalarında, 2001 yılında DSP’nin başında bulunduğu 57.nci Hükümet döneminde yaşanan ekonomik krizinin nedenleri ile 03 Kasım 2002’deki erken seçim sürecinin belirleyici faktörü ve o sürecin tüm detaylarına vakıf olan bir siyasetçi olarak Sayın Devlet Bahçeli’nin de bugün Mecliste yer alması, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile tam bir uyum içinde koordinasyonu büyük öneme haizdir.
Bildiğimiz tek bir şey vardır; bu topraklar şehitlerimizin kanıyla vatan olmuştur, şehitlerimizin kanıyla vatan kalmaya devam etmektedir ve sonsuza kadar da yaşayacaktır.
Değerli basın mensupları,
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rise’ın 23 yıl önce söylediği “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarını yeniden çizeceğiz” açıklamasını yaparken aynı zamanda bir gerçeğe de vurgu yaparak “Orta Doğu’nun dönüşümü hiç kolay olmayacak, hem de çok fazla zaman alacak.” diyerek bugün yaşananların işaretini vermişti.
Evet, onların “kolay olmayacak” diye nitelendirdiği plan kendileri adına bugün için bir anlam ifade edebilir ama konu kadim Türk vatanının bekası olduğunda imkânsızla yüz yüze gelecekleri hususu da tarihi bir gerçektir!
Katil İsrail’in Gazze’de tam bir yıl önce, HAMAS’ın “Aksa Tufanı” adını verdiği eylemine karşı sadece o örgütle mücadele etmek yerine orada yerleşik yaşayan Filistinli savunmasız masumlara saldırmasını, aklı, vicdanı ve varsa Allah’a inancı olan hiç kimsenin anlaması ve kabullenmesi mümkün değildir.
Savaşların da bir karakteri vardır!
Başta Ortadoğu olmak üzere tüm geri bıraktırılmış ülkelerin yeraltı zenginliklerinin üzerine çöken ve bu coğrafyalarda yaşanan her türlü sömürü ve zorbalık emperyalizmin eseridir.
Gerek Afrika’da gerekse Ortadoğu’da yaşanan darbeleri, suikastları, iç savaşları, kendilerince oluşturulmuş terör yapılanmalarının bölge insanlarına, bölgenin binlerce yıllık tarihine yönelik saldırılarını saymıyorum bile..
11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırıların sorumlusu olarak kendi yarattıkları El Kaide terör Örgütüne karşı sözde mücadele ve onun lideri Usame Bin Ladin’i ele geçirme iddiasıyla hatırlayınız, Afganistan’da insanlara hayatı zehir ettiler.
Taliban gibi başka bir terör yapılanmasının eline teslim ettikleri ülkeden insanlar kaçabilmek için uçakların tekerlekleri arasından yerlere çakıldılar.
Dahası, kendilerinin bile daha sonra “yanılmışız, Irak’ta ne kıyamet topu ne de kimyasal silah yokmuş” itiraflarına rağmen yine kendi yarattıkları IŞİD/DEAŞ terör örgütü eliyle insanları canlı canlı boğazladılar, canlı canlı yaktılar, kuzey Irak’taki binlerce yıllık tarihi yapıları el yapımı patlayıcılarla yerle bir ettiler, o bölge halkının tarihsel hafızalarını sildiler.
Şimdi sizlere de buradan sormak isterim; tüm bu saldırıların, terör eylemlerinin tetikçileri PKK, PYD, El-Kaide, DEAŞ gibi terör örgütlerinin kullandıkları silah, mühimmat ve maddi kaynak hangi gelirlerinin karşılığında kazandıkları paralardandır?
Kullandıkları bütün silahlar ya ABD, ya da AB ülkeleri menşelidir. Harcadıkları her kuruş ya ABD doları ya da AB Eurosudur.
Değerli basın mensupları,
Asil Türk milleti şunu çok iyi bellemelidir ki, küresel emperyalizmin gerçekteki en büyük kini ve nefreti esasen Türk milletine ve Türk Devletinedir.
Zira, birinci Dünya Savaşı onların nezdinde henüz bitmemiştir.
Ulusal Kurtuluş Savaşımız da dahil, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün karşısında girdikleri her savaşta büyük bir yenilgiye ve büyük bir bozguna uğramışlar, kısacası her seferinde “geldikleri gibi gitmişlerdir!”
Küresel emperyalist yapı, bırakın savaşların bile karakterini bozmasını, insanın insanca yaşayabilmesi koşullarını yok etmiş, kalleşlik, kahpelik, kumpas kurma, oyuna getirme, insanların özel yaşam alanlarına kadar varan taciz operasyonlarını kanıksatan bir sistemi hayata geçirmektedir.
Emperyalizm sadece silahlarıyla değil, istihbarat örgütleriyle de saldırmakta, uluslararası devlet nizamına aykırı olarak, Birleşmiş Milletler antlaşmasının hilafında başka ülkelerin mahreminde cinayetler işleyebilmektedir.
Değerli basın mensupları,
Tüm dünyanın gözü önünde yaşanan bu manzarayı görmenin zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir.
Hatırlayınız, önce Arap Baharı ile Afrika kıtasındaki ülkelerin rejimleri değişti, şimdi de vekalet savaşları ve çatışmalarla yeni Ortadoğu haritaları yapmanın, küçük yapay şehir devletçikleri oluşturmanın peşindedirler.
Şu bir gerçektir ki, emperyalizmin esasen korkulu rüyası uzun bir tarihi olan ulus devletlerdir. O yüzden hedeflerinde, bölgenin en büyük ulus devletleri olan İran ve Türkiye vardır.
Suriye iç savaşı sonrası “stratejik derinlik” öngörüsüzlüğü temelinde kardeş Suriye yönetimiyle aramızın bozulmasıyla PKK/PYD’ye sözde özerk bir bölge tahsis ederek milyonlarca sığınmacıyı sırtımıza sarmışlardır.
Dikkat ederseniz PKK/PYD’ye tahsis edilen bölge, İsrail’in hedeflediği vaadedilmiş topraklar içerisinde ve hayallerindeki Anadolu topraklarının bitişiğidir.
Onlar bu hayalleriyle yanıp tutuşmaya devam edebilirler. Türkiye’nin güney sınırında oluşturduğu güvenli bölgeler, kendi güvenliğimiz tam olarak tesis edilinceye kadar mutlaka korunmalıdır ve hatta “Türkiye’nin güvenliği Gazze’den başlar” anlayışı temelinde teyakkuzda durulmalıdır.
Değerli basın mensupları,
Önümüzde duran ilk icraat olarak, öncelikle ve mutlaka sırtımızdaki sığınmacı kamburundan kurtulmalıyız!
İyi niyet, mazluma sahip çıkma, inançlarımızın bize yüklediği sorumluluklar sınırsız ve sonsuz değerlendirilmemelidir.
Biz yeterince görevimizi yaptık, bundan sonrasına da ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri sahip çıksınlar, bu sığınmacılara biraz da onlar baksınlar.
Sığınmacıların içinde aramızda yaşayan birtakım terörist unsurlar pusuda yatmaktadırlar. Yarın bir kargaşa yaratıldığında ilk önce onlar karşımıza çıkacak, toplumsal barışımız ve milli birliğimiz bundan büyük zarar görecektir.
Şunu asla unutmamalıyız; Türk milletinin yaşadığı bu topraklar tarih boyunca hep sıcak savaşlara sahne olmuş, gücünü kaybeden devlet ve medeniyetler tarihteki yerini almış, güçlü olan devletler ayakta kalabilmiştir.
Dolayısıyla, bölgemizdeki savaş bulutlarını dağıtmak, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü korumak için de iç cepheyi sağlam tutmak zorundayız.
Türkiye, büyük Atatürk’ün ortaya koyduğu “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi temelinde oluşturduğumuz Bölge Merkezli Dış Politikanın bir gereği olarak zaman geçirmeden Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile diyalog oluşturmalı, bunca kargaşa içinde bir oldu bittiye getirilip PKK/PYD terör yapılanmalarının sınırımızda bir kukla devlet kurmasının önüne geçilmelidir.
Tarihteki en kanlı savaşlar din savaşlarıdır. İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmaların diğer İslâm ülkelerinin de dahil olmasıyla bir din savaşına evrilme niteliği vardır, bunun mutlaka önüne geçilmelidir.
Türkiye Ortadoğu’da barış güvercini rolünü oynamalıdır. Aksi halde hem ekonomik hem de toprak kaybına uğrayabilir.
Demokratik Sol Parti olarak gerekli uyarılarımızı hep yapageldik, bugün bir kez daha hatırlatmayı tarihi bir görev sayıyoruz.
Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye’nin tavrını ve tutumunu en açık şekliyle 1 Ekim’deki Meclisi açış konuşmasında ortaya koymuş ve tüm dünyaya duyurmuştur. Bu yaklaşım bizim için de çok değerlidir.
Değerli basın mensupları,
08 Ekim Salı günü sizlerin de yakından takip ettiği üzere CHP’nin talebi ile TBMM’nde bir kapalı oturum gerçekleşti.
Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan ve Milli Savunma Bakanımız Sayın Yaşar Güler parlamentoda toplantıya katılan Milletvekillerimize bilgilendirme yaptılar, önemli konulara değindiler.
Onların bilgilendirmeleri sonrasında Parlamentoda grubu bulunan partilerin temsilcileri de kendi görüşlerini ve önerilerini paylaştılar. Buraya kadar her şey normal.
Ancak o gün normal olmayan bir olaya tanık olduk ki, kapalı oturumu talep eden CHP’nin Sayın Genel Başkanı toplantı tamamlanmadan genel kurul salonunu terk etti.
Tabii aklımıza şu soru geliyor, ana muhalefetin amacı “üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?”
Öyle ya, bu toplantıyı siz talep ettiniz. Meclis Başkanımız Sayın Numan Kurtulmuş da bu talebi yerinde görerek 08 Ekim’de kapalı oturumu gerçekleştirdi.
Ben beklerdim ki, iktidarın Bakanlarının ortaya koydukları argümanlarına karşı ana muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak Sayın Özgür Özel çıksın Meclisin kürsüsünden kendi görüş ve düşüncelerini ortaya koysun. Ama öyle olmadı.
Demokratik sistem adına ne acıdır ki, yürürlükteki kural ve kaidelere aykırı olarak ve yasal birtakım engeller olmasına rağmen doğrudan basını etrafına topladı ve dikkat edin; tutanaklarının bile 10 yıl sonrasında yine Meclis kararıyla açıklanabilecek bir görüşmenin içeriği hakkında açıklamalar yaptı.
Bu davranış kelimenin tam anlamıyla ve en hafif deyimle siyasi acemiliktir!
Meclisin kapalı oturumlarında zorunlu görevliler hariç hiç kimse kulislerde bile bulunamazken, TBMM İçtüzüğünün 70.nci maddesinin 5.nci fıkrasında açıkça “Kapalı oturum sırasındaki görüşmeler hakkında, kapalı oturumda bulunanlar ve bulunma hakkına sahip olanlar tarafından hiçbir açıklama yapılamaz. Bunlar Devlet sırrı olarak saklanır.” şeklindeki kesin hükmüne rağmen, bırakın herhangi birine söylenmesini, medya aracılığıyla tüm dünyayla paylaşması esasen kabuledilebilir bir tutum değildir.
Bu konuda TBMM Başkanının takınacağı tavrı da merakla beklediğimizi açıkça ifade etmek isterim.
Zira PKK sempatizanı bir HDP/DEM milletvekili tarafından altı ay önce Meclis bahçesinde şahsıma yönelik sözlü ve fiziki saldırı sonrasında içtüzüğün 161.nci maddesi kapsamında her türlü görsel delili de ekleyerek yapmış olduğumuz başvuruya bugün itibariyle dahi bir sonuç oluşmaması bu kaygımızı güçlü ve haklı kılmaktadır.
Kısacası demem odur ki, siyasette doğrultu tutarlılığı ve samimiyet evvel emirde bunu önemsediklerini iddia eden partilerin temsilcilerince istismar ediliyorsa, toplum karşısında da inanılırlık ve güvenilirlikleri sorgulanacaktır.
Kapalı oturumda her ne konuşulursa konuşulsun, kıymet-i harbiyesi her ne olursa olsun genel kurul salonundan çıkıldığı andan itibaren 10 yıl boyunca tüm duyduklarımız ve konuşulanlar devlet sırrıdır!
Devleti yönetmeye talip olmak önce devletin sırlarını ve kurallarını koruyup kollayabilme erdemine sahip olmayı gerektirir. Buradan sizler aracılığıyla sormak isterim, peki, bu millet bu devleti size nasıl emanet edecek?
Değerli basın mensupları,
Tarım ve Orman Bakanlığı, yakın zamanda taklit ve tağşiş yapılan gıdalar listesini yayımlayarak Düzce’deki bir yemek firmasının ürünlerinde domuz eti bulunduğunu duyurdu.
Bu açıklama doğal olarak, gıda güvenliği konusunda kamuoyunda büyük bir endişe yarattı.
Tarım ve Orman Bakanlığı, denetimlerde uygunsuz ürün tespit edilen firmaları internet sitesinde yayımlıyor. Bu denetim raporunda da birçok firmanın adı ve ürünlerinin markası açıklanıyor.
Ancak iddialara göre, bu köfte zincirinin Mahkeme kararıyla adının açıklanmasını engellediği konusunda çeşitli iddialar ortalıkta kol geziyor. Eğer bu iddialar doğruysa buradan Sayın Cumhurbaşkanımıza seslenmek isterim, her şehirde öylesine koca koca “Adalet Sarayları” yapmanızın hiçbir anlamı yoktur.
Zira halkın genel sağlığını tehdit edecek bir gıdayı imal ederek bunu göz göre göre insanların tüketimine süren bir firma bırakın ceza verilmesini, kapatılmayı dahi hak etmiş demektir. O firma derhal ifşa edilmelidir!
Adının açıklanmasının Mahkeme eliyle engellenmesi demek, bir anlamda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tespitlerinin sahte olabileceği anlamına gelir ki bu konu diğerinden daha da feci bir durum yaratır.
Eğer bu iddia da doğru ise bu kararı veren Mahkeme Hakimi ya da heyeti derhal açığa alınmalı ve mesleki görevlerine son verilmelidir.
Hukuk sistemimizdeki çarpıklıklar artık ayyuka çıkmıştır. Sokaklar ve toplumsal yaşam alanları sabıkalı suç makinalarıyla doludur.
Hırsızı, uğursuzu, katili, tacizcisi, uyuşturucu bağımlısı, magandası, her türlüsü elini kolunu sallaya sallaya aramızda dolaşıyor.
Evlere şenlik bir İnfaz Yasamız var. Suç işleyen yakalanıyor, kendisini görüntüleyen basın mensuplarına gülerek poz veriyor, “merak etmeyin haftaya aranızda olurum” dercesine bir de alay ediyor.
Değerli arkadaşlar, böyle hukuk düzeni olur mu? Böyle infaz sistemi olur mu?
Suçun karşılığı ceza ise bu gerçek anlamda bir ceza olmalı, caydırıcı bir niteliği olmalı. Sen adamın evine gir, değerli eşyalarını çal, sonrasında yakalan, adalete teslim edildikten sonra daha güvenlik güçleri adliyeden çıkmadan “denetimli serbestlik” diye abuk bir uygulamayla serbest kal! Sadece “pes” diyoruz.
Devasa Adliye Sarayları yapmak marifet değil, bireyleri suç işlemekten uzak tutmak, suç işleyenleri de o suçu bir daha işleyemeyecek şekilde cezalandırarak emsal yaratmak marifettir.
Mevcut İnfaz yasası derhal yeniden ele alınmalı, cezalar gerçek anlamda caydırıcı nitelikte uygulanmalı ve devlet sadece kendisine karşı işlenen suçlar için bir tasarruf hakkına sahip olmalıdır.
Kişilerin bireysel hak ve menfaatlerine karşı, yaşama hakkına karşı işlenen suçlara af getirilmemesi konusunda kesin hükümler ortaya konulmalıdır.
Zaman zaman gündeme gelen ve hatta son zamanlarda sıkça karşılaştığımız, ne kültürel değerlerimize, ne de insani değerlerimize uygun olmayan taciz, tecavüz, hırsızlık, dolandırıcılık, kadına yönelik şiddet, uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı gibi suçlara verilecek cezalar, şekli ve süresi hayal edildiğinde bile korku yaratacak nitelikte yeniden düzenlenmeli ve bu gibi suçlardan yakalananlar, gerçek anlamda aklanmadıkça toplum içine salınmamalıdır.
Değerli basın mensupları,
Geçen haftaki basın toplantımızda ekonomiye dair görüş ve önerilerimizi bu hafta için paylaşacağımızı söylememize rağmen bölgemizde ve iç siyasette yaşananların yoğunluğuyla konuşamadık, bu konuda sizlerin anlayışınızı talep ediyorum.
Bir sonraki buluşmamızda ekonomi hakkındaki görüşlerimizi geniş bir perspektifte paylaşabilmek ümidiyle sözlerime son verirken bir kez daha hepinize teşekkürlerimi, en içten saygılarımı sunuyorum” ifadelerini kullandı.