Genel Başkanımız Aksakal: ” Türkiye Gerçek Gündemine Bir An Önce Dönmelidir.”
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Onursal Genel Başkanımız Bülent Ecevit’i vefatının 18. yılında anarak, Ecevit’in tam bağımsız Türkiye ideali ve savunma sanayisine yaptığı katkıları hatırlattı. Aksakal, Türkiye’nin gerçek gündeminin, Pandemi Dönemi ve 6 Şubat büyük deprem felaketlerinin açtığı büyük yaraların tedavisi ve milletçe yaşadığımız zararların telafi edilmesi olduğunu vurguladı. Terörle mücadele edilen bu ortamda, ana muhalefet partisi ve HDP’yi PKK ile ilişkilendirerek sert eleştirilerde bulundu. Ekonomiye de değinerek, asgari ücrette alanın da verenin de memnun olmadığını ve asgari ücret tutarının %57,5 artışla net 26.778 TL’ye çıkarılmasını öneren Aksakal, ABD başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump’ı tebrik ederek, Ortadoğu’da yaşanan insanlık dramına, katliamlara ve soykırımlara son verileceğini beklediğini belirtti.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında;
“Dün, büyük devlet adamı, Demokratik Sol programın teorisyeni ve kuramcısı, Onursal Genel Başkanımız Bülent Ecevit’i aramızdan ayrılışının 18.nci yıl dönümünde Devlet Mezarlığındaki kabri başında bir kez daha özlemle, minnetle ve saygıyla andık. Mekânı cennet, makamı âli olsun.
Demokrasi tarihimizin önemli kilometre taşlarında önemli görev ve misyonlar üstlenmiş, bu topraklar üzerinde yaşayan tüm insanların insanca yaşam koşullarına ulaşması, ülkemizin çağdaş medeniyetler seviyesini yakalayabilmesi ve en önemlisi, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği tam bağımsız Türkiye idealini gerçekleştirmek için var gücüyle çalışmıştı Ecevit.
Siyasi yaşamının hiçbir döneminde tek başına iktidar gücünü elde edemedi.
Başbakan olarak Hükümetlerde yer aldığı sınırlı zaman ve imkânlarla Kıbrıs Türkünün özgürlüğünü, haşhaş üreticisinin ekim yasağının kaldırılmasını, ülkemizin başına musallat edilen PKK terör örgütünün elebaşının yakalanarak adalete teslim edilmesini sağlamış, huzurlu ve yaşanabilir bir Türkiye bırakmıştı bizlere.
Demek ki tek başına iktidar fırsatı elde edebilseydi bugün bulunduğumuz nokta çok farklı düzeylerde olabilirdi.
Bugün O’nun yolundan giden Demokratik Solcular, bize öğrettiği ilkeler ve program hedefleri doğrultusunda aynı imkânsızlıkları ve engelleri aşarak inanç ve kararlılıkla yürümeye devam etmektedirler.
Onursal Genel Başkanımız Bülent Ecevit’in “Tam Bağımsız Türkiye” hedefine giderken savunma sanayiine ne denli önem verdiğini 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Aselsan’ı hayata geçirmesinden biliyoruz.
Ecevit’in Başbakanlığındaki 37.nci Cumhuriyet Hükümeti her türlü engellemelere ve ambargolara rağmen bunu başarmış ise de savunma sanayii çalışmaları sonraki dönemlerdeki iktidarlar eliyle standart bir düzeyde faaliyet göstermiştir.
Ancak 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasındaki süreçte yeni bir irade oluşturan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan öncülüğündeki yeni hamlelerle hem ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN, TUSAŞ gibi resmi kurumlar, hem de BAYRAKTAR, NUROL, NETAŞ, BMC, KATMERCİLER gibi özel sektör kuruluşlarıyla ülke savunmasının en üst düzeylere çıkarılmasının yolu açılmıştır.
Bölgesel güçlü bir aktör olabilme gayretlerimiz, bu hain darbe kalkışmasından sonraki süreçte daha da öne çıkmış, bu sebeple en son örneği olarak hain terör örgütü PKK elemanları eliyle emperyalizmin taciz saldırılarıyla karşı karşıya kalınmıştır.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan bu olay sırasında şehit olan kardeşlerimize buradan bir kez daha Allahtan rahmet, yaralılara acil şifa dileklerimi iletiyorum.
Değerli basın mensupları,
Her ne kadar bölgemiz bir ateş çemberi, her ne kadar ülke olarak küresel saldırıların etki alanında yer alıyorsak da Türkiye gerçek gündemine bir an önce dönmelidir.
Türkiye’nin gerçek gündemi, gerek pandemi döneminin ve gerekse 6 Şubat büyük deprem felaketlerinin açtığı büyük yaraların tedavisi ve milletçe yaşadığımız zararların telafi edilmesidir.
Bunları ancak, özellikle ve öncelikle tarımsal üretimimizi artırarak, turizm gelirlerimizi çoğaltarak sağlayabiliriz. Bu iki sektöre özel önem vermek zorundayız.
Ekonomik gücümüzün artması demek toplumsal gücümüzün yeniden ayağa kalkması demektir ki bu da beraberinde barışı, huzuru ve milletçe omuz omuza verme duygumuzu geliştirecektir.
Devlet, terör örgütüyle mücadelesini elbette yapacaktır, bu devletin işidir.
Siyaset kurumunun da, ülkenin kalkınması yolundaki çalışmalara katkı veren görünümde olması gerekir.
Ama ne yazık ki bunu henüz görebildiğimizi söyleyemeyiz.
Devlet terörle mücadele ederken, başta bölücü örgüt PKK’nın Meclisteki temsilcileri ve beraberlerinde onların değnekçiliğini yapan ana muhalefet partisi ve saz arkadaşları bir koro halinde küresel emperyalist sisteme hizmette sınır tanımaksızın faaliyetlerine devam etmektedirler.
İşte önceki gün hep birlikte gördük. Mardin’de devletin ortaya koyduğu kayyum kararına sözde itiraz adına orada PKK’nın siyasi temsilcileriyle HDP otobüsü üzerinde el ele tutuşup, ardından Atatürk’ün ve Ecevit’in gölgesine sığınmanın dayanılmaz hafifliğini hep birlikte ibretle izliyoruz.
HDP eş başkanı zat kendi yandaşlarından oluşan topluluğa hitaben “Seyid Rıza ne yaptıysa, Şeyh Said ne yaptıysa, Mazlumlar, Denizler, Sekineler ne yaptıysa” aynısını yapacaklarını açıkça ilân ediyor ve CHP Genel Başkanı bu sözleri sarf eden emperyalist uşağıyla aynı otobüsün üzerinden başka güzellemeler yapıyor.
Umarsız savruluşların, öğretilmiş çaresizliklerin pençesinde kendilerini o kadar kaptırmışlar ki, PKK terör örgütü ile organik bağları tespit edilenleri “barış güvercini” olarak niteleyebilecek kadar gözü dönmüş bu kişiler, hangi merkezden görev aldıkları bizlerce malum bu kişiler bilmelidir ki güvercin hiçbir zaman terörün simgesi olmamıştır!
Bu arada bölücü siyasetin eş başkanına şunu hatırlatmak isterim ki, o saydıklarınız arasında büyük devrimci Deniz Gezmiş’i saymaya hakkınız da haddinizde yoktur.
Deniz Gezmiş, büyük Atatürk’ün emaneti Türkiye Cumhuriyetini emperyalist kuşatmadan kurtarmak adına ve idam sehpasında üzerinde durduğu tabureye “Yaşasın tam bağımsız Türkiye” diyerek tekme vurmuş bir milliyetçiydi.
Sizin ve şürekanız gibi kadim Türk devletine hiçbir zaman “TC” dememiştir.
Kadim Türk devletine meydan okuma gafletinde bulunan terör örgütü yandaşı emperyalist uşakları da çok iyi bilsinler ki, kendilerine örnek aldıkları o vatan haini, Cumhuriyet düşmanı Seyid Rıza’nın, Şeyh Said’in, Sekine’lerin akıbetleri ne olduysa, onların yolundan gideceklerin de akıbetleri farklı olmayacaktır.
Buradan Sayın Cumhurbaşkanını da uyarmak isterim; bu teröristlerin kökünün kurutulmasına dair ortaya konulan ve “ısrarla” terörist başını TBMM çatısı altında konuşmaya davet etme yönteminin de sorunu çözmek yerine düğümün üstüne düğüm atılmasına sebep olacağını hatırlatıyorum.
Buradan, milletin meclisinden açıkça çağrı yapıyorum. Türkiye sahipsiz değildir!
Bu rezaleti içine sindiremeyen, kendilerini gerçekten Atatürk ilkelerine ve lâik Cumhuriyete bağlı gören, bu topraklar üzerinde yaşayan ahalinin tümüne birden Türk Milleti denildiğini benimseyen ve bu ülkenin vatanı ve milletiyle asla parçalanamayacağına yürekten inanan, hangi partiye mensup olursa olsun tüm yurtseverleri DSP’nin ak güvercinli mavi bayrağı altında toplanmaya davet ediyorum.
Değerli basın mensupları,
Gerçek gündemimize dönmeliyiz demiştim, evet; ekonomideki sıkıntılarıdan kalkınmaya, hayat pahalılığının ortadan kaldırılmasından toplumun huzur ve refahını nasıl sağlayacağımıza kadar birçok konuya kafa yormak zorundayız.
Sözde demokrasi, sözde barış arayışı konularını sürekli gündemde tutmaya çalışanlara iki çift sözüm olsun;
Bu ülkenin gerçek sahipleri olan ve yüz yıl önce büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde ulusal kurtuluş savaşında omuz omuza savaşıp aynı toprağa şehit düşmüş bu milletin hiçbir ferdi birbirine düşman değildir.
Tek bir düşmanımız vardır, o da terör örgütleridir!
Şimdi önümüzde 2025 yılı Bütçe Kanunu çalışması dönemi var. Gerçekten çok yoğun ve yorucu bir süreç bizleri bekliyor.
Öncelikle hayat pahalılığı altında ezilen toplum kesimlerinin dertlerine çözüm bulmak gibi bir zorunluluk da Sayın Cumhurbaşkanının önünde duruyor.
Enflasyon rakamları açıklandığında gördük ki belirli bir ivmeyle düşen değerlerin aynı etkisinde bir refah sağlandığına tanık olamıyoruz.
Öyle bir manzara ki bu, örneğin asgari ücrette alanın da verenin de memnun olamadığı bir garip ekonomik düzen içerisinde yaşıyoruz.
Bir taraftan çalışma çağında olan insanlarımızın yüzde 12’si boşta ve işsizken, diğer taraftan da işletmeler asgari ücretle çalışacak insan bulamıyor. Bu hakikaten üzerine doktora tezi yazılacak bir çelişkidir. Ondan sonra da sığınmacıların varlığından yakınıyoruz.
Önümüzdeki ay Asgari Ücret Belirleme Komisyonu toplanacak ve 2025 yılı için bir değer belirleyecekler. Bakınız; Asgari Ücret Tespit Komisyonunda yer alan karar vericilerin yanında çalışanların hiçbiri asgari ücretle çalışmıyor. Böyle bir çarpıklık da söz konusu.
Bugün hiçbir kamu kurumunda, ne genel idarede ne de yerel yönetimlerde 17 bin lirayla çalışan işçi yok.
Asgari ücretle çalışanların büyük çoğunluğu serbest piyasada iş yapan küçük esnaf veya işletmelerin bünyesinde faaliyet gösteriyor. Ama bu komisyonda bunları temsil edecek kimse de yok.
Dolayısıyla bu durumda en büyük sorumluluk doğal olarak, toplumsal düzeninin sorumluluğunu üzerinde taşıyan siyasi iktidara, yani Sayın Cumhurbaşkanına düşüyor.
Şunu çok iyi bellemeliyiz ki, hepimiz aynı gemideyiz.
Eğer bu gemi batarsa hepimiz batarız.
Biraz önce de ifade ettim; pandemi ve 6 Şubat depremlerinin açtığı yaralar öyle kısa vadede tedavi edilebilecek gibi görülmemelidir. Üstüne üstlük işte bu Teröristan heveslileri ve emperyalist tehdidin getirdiği ekonomik riskler dikkate alındığında hesaplarımızı daha temkinli, daha akılcı ve daha tedbirli yapmak mecburiyetindeyiz.
Sırf iktidarı zayıflatmak adına sürekli bir erken emeklilik arayışı organizasyonu var ki bu konu da başlı başına önemli bir sorun olarak torbada duruyor.
Asgari ücrete Temmuz / 2024 ayında herhangi bir iyileştirme yapılmadı fakat bugün geldiğimiz noktada 17 bin liranın alım gücü 11 bin lira düzeyine kadar indi. Yılbaşına kadar geçecek sürede seyreden enflasyonla bu rakamın 10 bin lira seviyesine ineceği konusunda bir fikir ayrılığı olacağını düşünmüyorum.
En yalın haliyle baktığımızda yıl sonu itibariyle 2024 enflasyonunun yüzde 45 olacağı ve 2025 yılı enflasyon beklentisinin de yüzde 25 olduğu değerlendirilip bütün bu gerekçeler göz önüne alınarak yapılacak çalışmalar neticesinde belirlenecek asgari ücret rakamının, 2024 yılında uygulanan asgari ücret tutarının yüzde 57,5 oranında artırılarak net 26.778 lira olması gerektiği düşüncesinde olduğumuzu ifade etmek isterim.
Bu tatmin edici bir ücret midir diye soracak olursanız, açlık sınırının 21 bin liralara dayandığı bir ortamda elbette yeterli değildir.
Şu hususu da dikkatlerinize sunmak isterim, bugün asgari ücretle çalıştığı öngörülen kişi sayısının en az yarısı asgari ücret rakamının üzerinde maaşla çalışıyor ancak SGK bildirimlerinde asgari ücret değerinden işlemler beyan ediliyor.
Bu da ayrı bir garabetin varlığına işaret eder. Zira asgari ücret değeri üzerinden hesaplanan SGK primi miktarı az gösterilmiş oluyor. Esasen asgari ücretin yüksek tutulması özünde devletin SGK açığını kapatan bir faktör olarak değerlendirilmelidir.
Hatırlayacak olursanız, 2023 yılında asgari ücrete iki kez değerleme yapıldığı için o yılki SGK açığı oldukça kapanmıştı. Tabii gözden uzak tutmamamız gereken bir husus da var ki; biraz önce önerdiğimiz bu rakamları bile veremeyecek durumdaki işverenleri göz önünde tutarsak aksi halde her yanımızı sığınmacıların saracağı acı gerçeğini de unutmamamız gerekir.
Değerli basın basın mensupları
Son olarak;
Sadece Amerika’lıların değil tüm dünyanın merakla ve yer yer kaygıyla takip ettiği Başkanlık seçimleri yarışında resmi olmayan sonuçlara göre Donald Trump’un 47.nci ABD Başkanı olarak ipi göğüslediği görülüyor.
Bu başarılı sonuç için kendilerini tebrik ediyorum ve bu sonuçların öncelikle Amerikan halkı için, elbette beraberinde dünya düzeni adına hayırlı olmasını diliyorum.
Özellikle kampanyası sırasında ortaya koyduğu, bugün Ortadoğu’da yaşanan insanlık dramına, katliamlara ve soykırıma son vereceğine, Ukrayna-Rusya savaşının sonlandıracağına dair vaadlerini en kısa zamanda gerçekleştirmesini beklediğimizi ifade etmek istiyorum.
Savaşları bitireceğini, demokrasiyi yücelteceğini açıklaması ise insanlığın geleceği adına çok değerlidir.
Ayrıca, Sayın Trump’ın, düzensiz göçmenlere ve sığınmacılara karşı ABD’nin tüm sınırlarını kapatacağına yönelik kararlılığıda, Türkiye olarak bizim gerek mevcut sığınmacılar, gerekse Lübnan’dan kaçan olası sığınmacılar konusundaki düşüncelerimizi bir kez daha düşünmemiz gerektiğine vesile olmalıdır.
Olası bu kararları ile birlikte mazlum Filistin halkına yönelik soykırım uygulamalarının sonlandırılarak 1967 sınırlarında ve Başkenti doğu Kudüs olan Filistin Devleti ile bir hafta sonra 41.nci yılını kutlayacağımız Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanıdıklarına dair açıklamalarını da beklediğimizi özellikle ifade etmek isterim.” dedi.