BültenGenel Başkanımızdan HaberlerVideolar

Genel Başkanımız Aksakal; “Milletin Birliği Hilafında Hiçbir Eylem Kabul Edilemez.”

Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, atanamayan öğretmenlerin sorunlarının çözümüne destek vereceklerini, kadına yönelik şiddetle mücadelede Demokratik Sol Parti olarak eşit, adil ve şiddetten uzak bir dünya için susmadan ve sessiz kalmadan şiddete karşı güçlü bir duruş sergileyeceklerini ifade etti. Sağlık sektöründeki "yeni doğan çetesi" iddialarına ilişkin detaylı bir soruşturma yapılması gerektiğini belirtirken. Gazze’deki katliamlar nedeniyle İsrail Başbakanı Netanyahu’ya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yakalama kararını desteklediklerini ifade eden Aksakal, Tunceli ve Ovacık Belediyelerine kayyum atanması eleştirilerine yanıt vererek, bölücü siyasetle mücadelede devletin bütünlüğüne vurgu yaptı ve yapılan operasyonlara destek verdiğini belirtti. Asgari ücretle ilgili olarak, %57,5 oranında artış ile asgari ücretin 26.778 TL olarak belirlenmesi gerektiğini vurguladı.

Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında;

“Geçtiğimiz Pazar günü 24 Kasım Öğretmenler günüydü. Öncelikle Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ilk öğretmenim babam olmak üzere Cumhuriyetimizin temel değerleri ve asil milletimizin kadim kültürünü bizlere benimseten Öğretmenlerimizin “Öğretmenler Gününü” bir kez daha en içten duygularımla kutluyorum.

Başta “atanamayan Öğretmenler” olmak üzere Öğretmenlerimizin yaşadığı sorunların çözümü noktasında her türlü çalışmayı ve desteğimizi ortaya koyacağımızı ifade etmek isterim.

25 Kasım tarihi, tüm dünyada Kadına Yönelik Şiddetin son bulması için güçlü bir dayanışma günüydü.

Kadına yönelik şiddet ylnızca kadınların değil, toplumun tamamının çözmesi gereken önemli bir sorundur. Demokratik Sol Parti olarak eşit, adil ve şiddetten uzak bir dünyayı yatamak için susmayacağız, sessiz kalmayacağız, şiddete karşı en güçlü duruşu sergilemeye devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Gün geçmiyor ki gündeme bir cinayet, bir taciz, bir çete haberi düşmesin.

Üçüncü sayfa haberlerinin ülke gündemini gereğinden fazla meşgul etmesi ya da kasıtlı ve bilinçli olarak ettirilmesi, yazılı ve görsel medya mekanizmasının asıl konuşulması / tartışılması gereken konularda kamuoyunun aydınlatılması işlevlerini tamamen ortadan kaldırmaktadır.

“Narin cinayeti” olarak hafızalarımıza kazınan bir muamma, öz anne– babasını, evladını kurşun yağmuruna tutup katlettikten sonra kendisiyle birlikte beş kişiyi daha öldürecek kadar şirazesinden çıkmış bir seri katil dehşeti, daha fazla para kazanma amacıyla yeni doğan sabilerin günlerce yoğun bakım ünitelerinde alıkonulması gibi çete yapılanmaları ve ahlak dışılıklar artık toplumu yeteri kadar germekte, olağan yaşam ortamlarımızı enfekte etmektedir.

Yeni doğan çetesi demişken bir hususu daha sizler aracılığıyla hem kamuoyuna hem de Sayın Sağlık Bakanımıza hatırlatmak isterim; bu öğrendiklerimiz bize göre işin daha başlangıcıdır, buzdağının görünen kısmıdır.

23 Ekim 2024 tarihinde yaptığım basın toplantısında sizler aracılığıyla Sağlık Bakanımız Sayın Prof. Dr. Kemal Memişoğlu’na bir çağrı yapmıştım. O toplantımızda aynen şunları söylemiştim;

Soruşturma bu kadarıyla kalmamalıdır. Yazılımcılarımız derhal özel bir bilgisayar programı yazılımıyla özel hastanelerden hizmet almış olan tüm insanların TC kimlik numaraları tanımlamasıyla aynı hastaneden bilgisi dahlinde ya da haricinde ne kadar tedavi hizmeti almış olduğu görünüyorsa onun tespitini de zaman geçirmekten çıkarıp ilgili vatandaşlarla irtibata geçilerek teyit etmeleri şartıyla belirlenmelidir.

Buraya kadar olanı devletin kasasından para çalmayla ilgili kısmıdır. Ama daha da önemlisi şudur ki, bu konuda oldukça iddialı varsayımlar ortalıkta dolaşmaktadır.

Bu çetenin parasal boyutta yaptığı usulsüzlüklerin organ ve “bebek kanı” ile elde edilen hücresel maddeler üzerinden bir çalışmanın içerisinde olup olmadıkları mutlak surette ortaya çıkarılmalıdır.

Bebeklerin başına gelenlerin, yeni doğan bebeklerden elde edilen kök hücreler, onların kanlarından elde edilen hücre yenileyici maddeler için mi yapıldıkları mutlaka araştırılmalıdır.

Zira dünyada bu maddelerin litresi 2,5 milyar liraya alıcı bulduğu konusunda ciddi boyutta iddialar ortalıkta dolaşıyor. Sağlık Bakanımız Sayın Memişoğlu’nun bu ayrıntıları da mutlaka düşüneceğine olan inancımız tamdır.” demiştim.

Ancak bugün olmuş bu konuda ne bir sorgulayıcı haber ne de Sayın Bakan’dan bu yönde bir çalışmanın yürütüldüğüne dair bilgi paylaşımına tanık olmadık.

Umarım bu kez dikkate alınır ve gerekli incelemeler başlatılır.

Değerli basın mensupları,

14 aydır süre gelen, yakın tarihimizin en kanlı cinayet ve soykırımının yaşandığı Gazze katliamının bir numaralı failleri İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi önceki hafta bir yakalama kararı verdi.

Tabii bu kararın gereğini yerine getirecek ülkeler, Uluslararası Ceza Mahkemesini resmen tanıyan123 ülkeyle sınırlıdır. Karar bizim açımızdan doğrudur ve bu kararı desteklediğimizi belirtmek isterim.

Ancak ne kadar gerçekçi olabilir, ya da ne kadar uygulanabilir niteliktedir bunu zaman gösterecek. En azından kendi dar alanından çıkması yönünden bir kısıtlayıcı içeriğe sahip olması ümit vericidir.

Sizlerin de yakından takip ettiğiniz gibi İsrail – Hizbullah savaşına dair bu sabaha karşı bir ateşkes yürürlüğe girdi. Bu ateşkes kararını kamuoyu ile kim paylaştı? Tabii ki İsrail’i vekaleten savaştıran ABD Başkanı Joe Biden.

Bu savaşın başladığı günden bu yana ortaya koyduğumuz öngörülerimizin de bir ispatıdır bu durum. Ve hatta 2002 yılından bu yana ABD’nin bölgesel stratejilerine dair değerlendirmelerimizin de doğruluğunun delilidir.

Ateşkes açıklamasıyla eşzamanlı bir duyuru yapan İsrail, bundan sonraki sürece dair kendisine tanımlanan görevi de “İran’a odaklanacağız” diyerek ilan etti.

Hep söyleyegeldik; 25 sene önce senaryosu Bülent Ecevit’e dayatılan yeni Ortadoğu planları hayata geçirilmeye çalışılsada, bunun karşısında duracak nice Türk evlatları olduğunu tarih onlara gösterecektir.

Kısacası demem odur ki, Ortadoğu’da mazlum halkları yakan bu ateş gün gelir seyircilerini de yakacaktır.

Başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere demokrasisi gelişmiş tüm ülkelerin yoğun bir siyasi baskı oluşturarak bu katillerin adalete hesap vermesini sağlaması tarihsel bir sorumluluk olarak değerlendirilmelidir.

Değerli basın mensupları,

İçişleri Bakanlığımızın bazı Belediyelerde Kayyum uygulaması önceki hafta Tunceli ve Ovacık Belediye Başkanları için de gündeme geldi.

Bölücü siyasetin meclisteki temsilcileri ve yancısı partilerin sözcüleri yeniden feveran etmeye başladılar.

Cumhuriyet düşmanı Seyid Rıza’nın, Şeyh Said’in askeri olduklarını haykıranların Kayyum tepkisini anlamakta zorlanıyoruz. Neden bağırıyorsunuz? Tunceli’de sizden evvel de Belediye Başkanları vardı.

Mehmet Fatih Maçoğlu yıllarca hem Ovacık’ı hem de Tunceli’yi yönetti, hiç kimse de “sen komünistsin, iktidar yanlısı değilsin, burayı biz yönetmeliyiz” demedi, onu görevden almaya yeltenmedi.

Neden? Çünkü kendi politik öngörüleri ve ekonomi politikaları doğrultusunda üretim faaliyetlerini ön plana çıkarıyordu, halkın sosyal refahını güçlendirecek yerel uygulamaları ve çalışmaları hayata geçiriyordu, Belediye Başkanı olarak devletin ve milletin birliği hilafında bir eylemin içerisinde yer almıyordu.

Hakkında terörle bağlantılı bir iddia da ortaya atılmamıştı ya da devlet mekanizması böyle bir girişimini tespit etmemişti.

O halde artık hayatı olağan akışına doğru yönlendirme gibi bir mecburiyetin, aklı fikri bölücülükte olanlar tarafından da iyice anlaşılması zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir.

Her fırsatta ifade ettiğimiz gibi unutmayın hepimiz aynı gemideyiz. Bu gemi su alırsa hepimiz batarız.

Tabii bu arada terörle mücadelede geldiğimiz nokta itibariyle gerek Milli Savunma Bakanımızın gerek İçişleri Bakanımızın paylaştığı bilgiler çok değerlidir. Allah güvenlik güçlerimizin ayaklarına taş değdirmesin.

Ancak ne yazık ki, sürecin dejenerasyonuna neden olabilecek “bazı taktiksel çıkışların” ısrarla tekrarlandığına tanıklık ediyoruz.

Dün terörist başının yüce meclis çatısı altında konuşma yapmasına yönelik çağrıyı ne kadar yanlış olarak değerlendirdiysek, kapatılması yönünde birden fazla kez Anayasa Mahkemesinin göreve davet edildiği, bölücü siyasetin temsilcisi siyasi partinin terör hükümlüsü bir mahkumla görüşmesi önerisi de aynı derecede yanlış ve zafiyet içeren bir yaklaşım olarak değerlendiriyoruz.

Bu yaklaşımın Sayın Cumhurbaşkanına karşıt bir kararı ilân ettirme gayreti olarak algılanabileceğini önemle hatırlatmak isterim.

Zira bu taktiksel yaklaşımın, aynı zamanda daha düne kadar HDP’nin kapatılması, verilen hazine yardımlarına blokaj konulması konularında amansız söylemlerle Anayasa Mahkemesini hedefine koyanların, bugün terör örgütü PKK’nın siyasi temsilcilerinden, yani HDP’den medet umması en hafif deyimiyle çaresizliğin tezahürü olarak değerlendirilecektir.

Bunun yansımalarını önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz.

Bir kez daha açık ve net ifade ediyorum ki, PKK terörünü sonlandırmanın yolu teröristlerden medet umarak değil, onları yaratan ve yaşatan ABD ile kararlı bir şekilde karşılıklı oturmak ve kartları açık oynamaktan geçer.

Bunun dışındaki arayışlar, olsa olsa terör yapılarının iplerini elinde tutanlarla aynı zeminde buluşmak anlamına gelir ki bu kabul edilemez.

Evet, Demokratik Sol Parti olarak yıllardan beri söyleyegeldiğimiz ve hepimizin kabul ettiği bir gerçek vardır ki bölgemiz ve coğrafyamız ağır bir emperyalist saldırı tehdidi altındadır.

Buna karşı evvelemirde alacağımız bir numaralı önlem kırk yıldır toplumun birliğini ve dirliğini bozan, ekonomimizi tarumar eden terör belâsını bertaraf etmek olmalıdır.

Sürekli ortaya sürülen “akan kan durmalı” söylemleri samimiyetten uzaktır. Elbette akan kan durmalıdır, burada önemli olan bu kanı önce kim akıtmıştır, kırk yıldır kim kan akıtmaya devam etmektedir ve hatta bugün bölgemizde halâ devam eden kan deryasının müsebbibi kimdir?

Bölücü terörün siyasi temsilcileri sözde “onurlu bir barış” tanımının arkasına sinmiş vaziyette misyonlarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Buradan açıkça ifade ediyorum; bu topraklar üzerinde kardeşçe yaşamlarını sürdüren Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Süryani tüm insanlarımız barış içinde onurlu yaşamlarını sürdürmektedir. Onursuz olanlar, bu kadim devleti ülkesi ve milletiyle bölmek isteyen emperyalizme uşaklık edenlerdir!

Değerli basın mensupları,

Dünya, her düzeydeki ekonomide yaşanan burhanın etkisiyle yeni bir paylaşım savaşına doğru hızla ilerlemektedir.

Uzun zamandır vekiller aracılığıyla parça parça sürdürülen bu savaş geldiğimiz noktada artık kontrol edilemez boyutlara ulaşmış, asillerin karşı karşıya gelmeleri aşamasına taşınmaktadır.

Türkiye olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın kararlı duruşuyla, planlanan stratejilerin hedeflenen sürede gerçekleşemeyeceğini gören ABD, 1 Ekim’de göreve başlayan ve neredeyse daha koltuğuna bile oturamadan NATO Genel Sekreteri  olarak eski Hollanda Başbakanı Mark Rutte’yi resmi temaslarda bulunmak üzere Ankara’ya gönderdi.

Rutte, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı ziyaret etti, TUSAŞ tesislerimizde gezdirildi.

Ne konuştukları konusunda kamuoyu ile net bir bilgi paylaşılmamış olsa da biz hadisenin 2001 yılında 57.nci Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı Bülent Ecevit’ten istenilenlerden farklı olmayacağını, Sayın Cumhurbaşkanımızın kendisine ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne dair hassasiyetimiz konusunda yeterli dersi verdiğini düşünmekteyiz.

Türkiye Cumhuriyeti güçlü ve kadim bir devlettir, NATO Genel Sekreterinin 2001 görüşmelerinin sonucundan farklı bir veri elde edemediğine inanıyoruz.

ABD öncülüğünde sürdürülen dünya krizinin sonunda kendilerine de büyük zararlar vereceği gerçeğini başta Amerikalıların görmesi gerekmektedir. Zira Rusya – Ukrayna savaşının bugün geldiği aşama ve olası sonuçları tüm dünyayı tedirgin etmektedir.

Dolayısıyla, 5 Kasım seçimlerinde kaybetmiş olsa da halen görev ve yetkileri devam eden Başkan Joe Biden’ın biyolojik zafiyetlerinin had safhada olduğu, gözlenen haliyle her an bir çılgınlığa imza atmasını beklemeden ABD müesses nizamı gerekli tedbirleri almak durumundadır.

Aksini düşünmek değil, hayal etmek bile toplumsal dengeleri alt üst edecektir.

Değerli basın mensupları,

Bildiğiniz gibi Merkez Bankası son sekiz toplantıda olduğu gibi politika faizini yüzde 50’de sabit tuttu ve son karar metni önümüzdeki süreç hakkında bazı ipuçlarını da beraberinde getirdi.

Açıklamanın içeriği dikkatlice değerlendirildiğinde Merkez Bankası’nın Aralık toplantısında büyük ihtimalle faiz indirimine başlayacağına dair yeşil ışık yakıyor.

Bizim anladığımız kadarıyla faiz indiriminin 25 ya da 50 baz puan olacağı kanaatindeyiz. Ancak burada faiz indirimleri başlasa da enflasyon üstü pozitif faiz politikası uygulanacağını düşünüyoruz.

Elbette bu açıklama metninde sizlerin de dikkatini çekmiş olacaktır, ekonomi politikalarda düzelme görülse de mali politikaların önemine vurgu yapılmıştır.

2024 yılı enflasyonunun yüzde 44 – 46 aralığında olacağını düşünürsek, faiz indirimindeki tahminimizin yüzdesel olarak doğruluğu görünecektir.

Bu sebeple önceki hafta da belirttiğimiz gibi asgari ücret artış oranı 2024 enflasyonu üzerine öngörülen 2025 enflasyon oranının yarısının ilave edilmesiyle elde edilecek değerde gerçekleşmesi hakkaniyete en yakın miktar olacaktır, o da 17.002 liranın yüzde 57,5 oranında artırılmış haliyle 26.778 lira olarak belirlenmelidir.

Ama daha da önemlisi, asgari ücret tespiti ve çalışanların milli ekonomiye olan katkılarının en üst düzeyde değere ulaşmasına dair, ülkemiz ve çalışanlarımız konusunda 2025 Bütçe Kanunu görüşmelerinde daha kapsamlı açıklama ve önerilerde bulunacağımı sizler aracılığıyla tüm kamuoyuna şimdiden duyurmak isterim.

Değerli basın mensupları,

Şunu da belirtmek isterim ki, asgari ücret tespit çalışmalarının yanında 2025 yılında çalışan kesim adına maaşlarından yapılan kesinti oranlarının düşürülmesi ve istisna rakamlarının artırılması şarttır.

Vergi gelirlerinde, çalışan kesimlerin maaşlarından kesilen vergi rakamlarının toplamının, gelir vergisi ödeyen özel ya da tüzel kişilerin ödedikleri toplam vergi rakamının üstünde olması bizler için düşündürücüdür.

Ülkemiz 16 kez üst üste büyüme rakamına ulaşmış gözükse de bu büyüme oranları maalesef halkımıza yansımamıştır, aksine halkın alım gücü oldukça düşmüştür ve bu duruma ek olarak 2025 çalışan gelirlerinde bir artışın olması enflasyonu artırır savıyla hareket etmek yanlıştır.

Çok net söylüyorum, maaş artışları enflasyonu artıran nedenler arasında belki de en son sırada gelen faktörlerden biridir, bu kesindir.” İfadelerini kullandı.

Başa dön tuşu