BültenGenel Başkanımızdan HaberlerVideolar

Genel Başkanımız Aksakal’dan; Suriye Gündemine İlişkin “Türkiye, Küresel Egemen Güçlere Karşı Kararlı ve Dik Duruşunu Sürdürmeli.”

Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; sözlerine, ülke ve dünya gündemindeki önemli gelişmeleri takip ettiklerini ifade ederek başladı. Suriye’deki gelişmeler ışığında küresel egemen güçlere karşı Türkiye’nin kararlı duruş sergilemesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca Beşar Esad’ın insanlık dışı uygulamalarına dikkat çekti ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne çıkartılarak hesap vermesi gerektiğini dile getirdi. PKK ve PYD’nin silah bırakması ve elebaşlarının adalete teslim edilmesi gerektiğini hatırlattı. 2025 yılı asgari ücret tartışmaları ile ilgili Aksakal, asgari ücretin yeni işe başlayanlar için geçerli olması gerektiğini, mevcut çalışanların maaşlarının kademeli olarak artırılmasını ve işverenlere destek verilmesini önerdi. Emekli maaşlarının asgari ücretin altında olmaması gerektiğini belirten Aksakal, 2000 sonrası emekliler için intibak yasasının çıkarılmasını talep etti. Ayrıca, vergi yükünün, dolaylı vergilerden oluştuğunu eleştirerek tarım ve hayvancılığa daha fazla destek verilmesi gerektiğini söyledi. Aksakal, 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin ülkeye ve millete hayırlı olmasını dileyerek sözlerini tamamladı.

Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında;

“2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile 2023 Merkezi Yönetim Bütçesi Kesin Hesap Kanunu görüşmelerinin dokuzuncu günündeyiz, sizlerin de yer aldığı ve bizzat takip ettiğiniz yoğun bir mesai süreci dört gün daha sürecek.

Tabii, bu yoğun mesai yanında ülkenin gündemi de bir taraftan devam ediyor.

Ülkemizde ve dünya’da çok önemli gelişmelerin bir arada yaşandığı olayları ve gelişmeleri de yakından takip etmeye çalışıyoruz.

Bölgemiz ve coğrafyamızda son günlerde yaşananların, ikinci yüzyılına girdiğimiz dönemde Cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, toplumsal bütünlüğümüzü ve bütün bunların özelinde iç huzurumuzu bozacak nitelikte geliştiğini gözlemliyoruz.

ABD önlüğünde yürütülen Büyük Ortadoğu Projesinin bugün geldiği noktada, Suriye’deki baskıcı ve katil Esad yönetiminin devrilmesini ve esasen yerine gelen irade konusunda bir öngörülemez sürecin eşiğinde önümüzdeki günlerde ve hatta saatlerde neyin yaşanacağını bilmeden, deyimi yerindeyse interaktif bir süreci yaşamaya devam ediyoruz.

Suriye’de 61 yıllık Baas rejiminin tarumar ettiği toplumsal yaşamın yeniden fabrika ayarlarına döndürülebilmesinin zorluğunu kabul etmekle birlikte, rejimin devrilmesi sürecinin ana aktörünün ve belirleyici iradesinin Suriye halkı olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Ortadoğu coğrafyasının ne kadar talihsiz, yönetim sistemlerinin din eksenindeki kurallardan oluşmasına rağmen ne kadar Allah’tan uzak olduklarını tüm çıplaklığıyla gördüğümüz ve yaşadığımız günlerdeyiz.

Dikkat ederseniz İsrail’de kendi kutsal kitaplarında vadedilmiş topraklar hülyasıyla on binlerce insanı gözünü kırpmadan katleden bir Musevi – Yahudi dinci yönetim var da, Suriye’de zümresel iktidarını ayakta tutmak için on binlerce insanı işkenceyle, kimyasal silahla öldüren sözde Müslüman dinci bir yönetim yok mu?

İşte o Sednaya Hapisanesi denilen cehennemde insanlara yapılanları hepimiz midemiz bulanarak televizyonlardan izliyoruz. DEAŞ’da sözüm ona Müslüman olduğunu iddia ediyor, Esad da Müslümanım diyor. Neymiş? Nusayriymiş, Arap alevisiymiş. Şu kadarını söylemeliyim ki bu saydıklarım hangi dinden olurlarsa olsunlar, bir kere insan değillermiş!

İşte bu coğrafyanın kaderini çizen ve belirleyen küresel egemen güçlere karşı Türkiye olarak kararlı ve dik duruşumuzdan en ufak taviz vermeden süreci yönetmeliyiz.

Öncelikle kaçak Beşar Esad Rusya tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesine çıkarılmalı ve yaptıklarının hesabı kendisinden mutlaka sorulmalıdır. Aksi taktirde Putin bir suçluya yataklık yapmaktan insanlık önünde sorumlu olacaktır.

PKK ve PYD terör örgütleri kesin olarak silahlarını bırakmalı ve elebaşları adalete teslim edilmelidir. Bu eğer onları yaratan ve kullanan ABD eliyle gerçekleştirilmezse Türkiye gereğini mutlaka yapmalıdır.

İnanıyorum ki bu duruşumuzla, yakın zamanda öncelikle bölgesel gücümüzün kabulü konusunda yaklaşımları sıkça göreceğiz. Bakın şimdiden başladılar bile.

İkinci kez ABD Başkanı seçilen Donald Trump dün yaptığı açıklamada Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik övgü dolu sözler sarfetti. İnanın hayretle ve şaşkınlıkla izliyoruz. Başkanlığının birinci döneminde her türlü tehdit ve şantaj içerikli açıklamalarıyla Türkiye’yi ve Sayın Cumhurbaşkanımızı sıkıştırma taktiği uygulayan Trump, bugün tam aksi bir stratejiyle aklınca süreci alttan alıp bir zafiyet anı yakalama gayreti içine giriyor.

Buradan açık ve net ifade ediyorum, sarfettiği övgü dolu sözler ve tanımlama sıfatlarının tamamı doğrudur ancak altını çizerek söylüyorum asla samimi değildir! Amerika’nın kendisinden akıllı birine ne kadar tahammül edebildiği tarihteki olaylar zincirinde de görülmüştür.

Başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve yakın çalışma arkadaşları olmak üzere şunu herkes çok iyi anlamalıdır ki, bir Amerikan Başkanı bir taraftan bölgemizde kendi yarattıkları ve yaşattıkları PKK/PYD terör örgütüne karşı en etkin mücadeleyi yürüten Türkiye Cumhurbaşkanına Suriye’de yaşanan gelişmeler için bu kadar övgüde bulunurken diğer taraftan 20 Ocak’ta yapacağı yemin törenine bu terör örgütlerinin elebaşları Salih Müslüm ve Mazlum Kobani’yi davet etmiştir.

En hafif deyimiyle bu bir samimiyetsizliktir.

Bu davetin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda bugünden bir şey söylemek belki mümkün değildir ancak eğer gerçekleşirse, davet edilmesi halinde Sayın Cumhurbaşkanımız ya da herhangi bir Türk devlet yetkilisi bu yemin törenine asla ve asla katılmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyetinin herhangi bir yetkilisi ile bir terör örgütünün elebaşı aynı platformda bir arada olamazlar.

Ve bununla birlikte şunun da çok iyi hissettirilmesi büyük önem arz edecektir, bu egemen güçlerin vekili sıfatıyla karşımıza çıkan terör örgütlerini tamamen yok edinceye kadar mücadelemizi sürdürmeliyiz.

Değerli basın mensupları,

Bir taraftan 2025 Bütçe görüşmeleri devam ederken diğer taraftan da güncel yaşanan gelişmeleri sizlerle paylaşmak isterim.

Yaklaşık 6 aydır 2025 yılında uygulanacak Asgari Ücreti ne kadar olmalı diye tüm kamuoyunda, siyasi partilerde, sendikalarda, toplumun her kesiminde oransal ve rakamsal ifadeler duymaktayız ama bize göre asıl sormamız gereken başka sorular var. 

Asgari ücret diyelim ki 40 bin lira oldu.

Bu sadece kısa süreli hijyen motivasyonu sağlar ama sorunu çözmez. Hatta enflasyon ve hayat pahalılığı etkisiyle en fazla 2-3 ayda etkisini de kaybeder. Buraya kadar hemfikiriz sanırım.

Gelişmiş ülkelerdeki asgari ücretle çalışanların oranı 2023 verilerine göre Hollanda’da yüzde 3, Almanya’da 5, Fransa’da 8 civarında.

Bu oran bizde ise yüzde 40 ve asgari ücret ortalamasının hemen bir tık üstünde çalışanlarla yüzde 60 seviyelerine yakın. Artı kaçak olarak kayıt dışı çalışan göçmenlerle bu oran daha da artıyor. 

Esasen asgari ücret, iş tecrübesi olmayan birinin, yeni işe giriş ücretidir.

Oysa ülkemizdeki uygulamada ise kişiler işe giriyorlar 5 yıl, 10yıl, 15-20 yıl aynı statüde çalışıyorlar ve hatta emekli olmaya hak kazanacak süre çalışanlara da rastlayabiliyoruz.

Bu insanların çoğu hala ya asgari ücretli ya da biraz üzerinde ücretle çalışıyor görünüyorlar. 

Bu durumdaki kişiler resmi kayıtların üzerindeki maaş farklarını elden alıyorlar ve çalışan emekli olduğunda maaş kaybı oluşuyor, emekleri zayi oluyor, bu sebeple de sosyal güvenlik sistemi zaafa uğratılıyor.  

Asgari ücretle çalışanlarımızın yüzde 87,5’i 1 ilâ 9 işçi çalıştıran küçük ya da orta ölçekli firmalarda çalışıyor. Burada işverenleri de koruyucu teklifimiz olacak. Yaklaşık bir ay önce bu konuyla ilgili kamuoyuna bir açıklamamız olacağını söylemiştik.

Ülkemizde Tıp Fakülteleri ve hazırlık sınıfı olan üniversiteler dışında ağırlıklı olarak 4 yıllık bir eğitimle kişiye ömür boyu mesleği olacak bir eğitim verdik diyoruz.

O zaman herhangi bir meslek grubunda asgari ücretle işe başlayan kişi en fazla 2 sene asgari ücretli kalabilir diye bir düzenleme getirelim ve bu çalışanın brüt maaşının da yıllar itibariye arttığını görelim. İşte biraz önce de sözünü ettiğimiz gibi bu durumda işverenlere de ciddi anlamda bir oransal destek verelim.

Böylece kişi emekli olduğunda hem tabandan maaşı olmaz hem de SGK reel düzeyde gelirlerini elde eder ve ekonomik gücü yerine gelir, açık vermez, böylece insanca emeklilik sisteminin temelleri de atılmış olur.

03 Ocak’ta Aralık/2024 ayının enflasyon oranı da açıklandığında İşçi, Bağkur ve Memur emeklileri ve çalışan memur kesiminin 2025 yılı zamları ortaya çıkacaktır.

Değerli basın mensupları,

Yine son günlerde çok yanlış tartışılan bir konuya değinmek istiyorum.

Deniliyor ki, en düşük emekli aylığı asgari ücret kadar olsun. Bu esasen kendi içinde çelişkili bir önermedir. Zira bir yanda hepimizin hemfikir olduğu yetersiz bir asgari ücret, diğer tarafta milyonlarca emekliye bu rakamı uygun görmek.

Emekli maaşı artış oranlarıyla bu kadar oynanmadan önce, yani Demokratik Sol Parti olarak başında bulunduğumuz 57.nci hükümet döneminde ülkenin büyük bir yurtdışı kaynaklı yaratılan ekonomik sıkıntının yaratıldığı dönemde bile en düşük emekli maaşı asgari ücretin 1,3 katı fazlaydı.

Yani aynı oran devam etseydi şu an en az emekli maaşının rakamı 22.102 lira olması gerekirdi, oysa bugün bu rakam 12.500 lira.

Yani, en düşük emekli maaşında yaklaşık yüzde 77 bir kayıp söz konusu.

Bunun yanında bir başka konuyu daha sizlerle paylaşmak isterim; bir vatandaş 10.090 günden emekli olmuş, 20 yıl işçi statüsünde çalışmış ve maaşı tavan seviyesinden yatırılmış, son yılları da Bağkur’da kayıtlı geçmiş.

O dönem Bağkur’da kademe 2 yılda bir artırılması mecburiyeti olduğundan artırma fazla yapılamamış, bugün emekli maaşı 15.300 lira.

Bu örnek de şunu gösteriyor, 2000 yılından sonra emekli olanlara acilen intibak yasası çıkarılmalıdır.

Sayın Maliye Bakanımıza seslenmek isterim; emekli ve çalışanlara yapılacak zam oranından çekinmeyiniz. Yapılacak zamlar enflasyonu etkileyen faktörler sıralamasında en son sıralarda yer alır.

Bu arada şunu da eklemek isterim, düşük ve kalitesi yüksek olmayan verimlilik ne kadar çok olursa asgari ücret tartışması da o kadar çok olur. Onun için daha çok sanat okulu ve meslek liseleri açmalı, kalifiye insan sayımızı artırmalıyız.

2025 yılı bütçesine baktığımızda gelir vergisi 2 trilyon 130 milyar lira, örneğin KDV 3trilyon 599 milyar lira gözüküyor.

Tüm vergiler 11 trilyon 139 milyar gözüküyor. Yani, doğrudan vergiler tüm alınacak vergilerin yaklaşık yüzde 19’u dolaylı vergiler ise yüzde 81 civarında. Yani burada ek vergi artışları ve kalemleri söz konusu.

Peki enflasyonun düşmesini hedeflerken tüketimin azaltılmasını bekliyorsunuz, o zaman şunu sormak gerekiyor, bu durumda azalan tüketimle vergi gelirleri artışını nasıl elde edeceksiniz?

Tüm gelir beklentisi 12 trilyon 800 milyar lira. Bunun 11 trilyon 139 milyar lirası vergi geliri, yani 1 trilyon 661 milyar lirası arazi satışı ve üretim geliri beklentiniz var. Defalarca basın toplantılarında uyarı yaptık, tarım ve hayvancılığa önem verin, sübvansiyonları artırın dedik, sonuç ortada.

Kur korumalı döviz hesabı uygulamasıyla ortodoks politikalara başlandığında Carry Trade yöntemi için bunun bir bataklık olduğu konusunda uyardık.

İşte bakın, 2025 yılı bütçesinde faiz gideri olarak 1,950 trilyon lira öngörülüyor.

2025 yılı bütçesi artık vergide son haddelere gelmiş bir transfer bütçesi görüntüsü veriyor ve teknik yorumu negatif gözüken bütçe yıl sonunda açıklanandan daha büyük bir bütçe açığı oluşturacaktır.

Uygulanan politikalar bellidir. 2022 yılında 142,7 milyar lira olan bütçe açığı 2024 yılında yaklaşık 2 trilyon 148 milyar olacak, yani açık 2 yılda yüzde 1500 oranında artacak.

Ortaya koymuş olduğumuz ve önerdiğimiz üretim ekonomisi kapsamında toplanan vergileri katma değer üreten tarım, hayvancılık sektörüne verilecek teşviklerde, eğitim, sağlık ve güvenlik sistemine kullanırsak ancak o zaman sosyal devlet oluruz.

Yoksulluk sınırının 72 bin, açlık sınırının 21 bin lira olduğu bir dönemde enflasyon gerekçesiyle alt gelir gruplarının daha fazla ezilmesine fırsat vermemek gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim.

Bu vesileyle 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin ülkemize ve milletimize bir kez daha hayırlı olması dileğiyle sözlerime son verirken hepinize teşekkürlerimi, en içten saygılarımı sunuyorum” ifadelerini kullandı.

Başa dön tuşu