Genel Başkanımız Sayın Önder AKSAKAL, TBMM Genel Kurulu’nda “2025 Yılı Bütçe Kanunu Teklifi” Üzerine Konuşma Gerçekleştirdi
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM Genel Kurulu’nda 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi üzerine yaptığı konuşmada, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve jeopolitik sorunlarına dikkat çekti. Bütçe açıklarının ve kamu borçlanmalarının hayat pahalılığına etkisini vurgulayan Aksakal, tarım ve sosyal güvenlik sistemine ayrılan kaynakların yetersizliğini eleştirdi. Gıda fiyatlarındaki artışa işaret ederek, tarımsal destek tutarın artırılması ve köylerin üreticilere geri verilmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca sosyal güvenlik sistemindeki açıkların çözümü için kayıt dışı istihdamla mücadele ve prim tahsilatında etkinlik çağrısında bulunarak, gelecek nesiller üzerine kurgulanan manevi, psikolojik ve dijital imha planlarına karşı kapsamlı programların hayata geçirilmesini önerdi.
Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal, “TBMM Genel Kurulu’nda 2025 Yılı Bütçe Kanunu Teklifinin Tümü” üzerine gerçekleştirdiği konuşmada;
“2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde Demokratik Sol Parti olarak görüşlerimizi paylaşmak için söz almış bulunuyorum.
Sizleri ve televizyonları başında bizleri takip eden aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
12 günlük yoğun bir mesainin yarattığı yorgunluk ve doygunluğun ardından burada rakamlar kargaşası içerisinde bir değerlendirme yapmak yerine, daha çok sorunlarımızın sistemsel olarak tespiti ve bunlara dair siyasi çözüm önerilerimizi paylaşacağım.
Türkiye, uzunca zamandır azımsanamayacak ölçekte sıkıntıların bir arada yaşandığı dönemlerden geçiyor.
Özellikle küresel egemen sistemin bölgemiz üzerindeki planları ve özünde yeni bir paylaşım savaşının tam da ortasında ve en önemli jeopolitik konumunda bu sıkıntılarla mücadele ediyor.
Değerli Milletvekilleri, kabul etmeliyiz ki artık dünya eski dünya değil.
Ekonomisi güçlü medeniyetlerin ağır tahakkümüne maruz kalan gelişmekte olan ülkeler, sahip oldukları yer altı ve yer üstü kaynaklarını, kendi iradelerinin tam hakimiyeti altında kullanmaktan uzaktırlar.
Ancak bunu bir kader olarak görmek hem büyük bir yanılgı hem de teslimiyetçiliktir.
Meselenin özü şudur ki, geçmişten bugüne ve bugünden geleceğe doğru toplumca yürüyüşümüzde maddi – manevi tüm değerlerimizi sahiplenmek, geliştirmek ve bizden sonraki kuşaklara aynı duygu ve inanç kapsamında aktarmak en önemli misyonumuz olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Bütçelere sadece “para” gözüyle bakmak, bağımsızlığımıza, ulusal birliğimize ve milli irademize de aynı aralıktan bakılmasına haklı gerekçe olur.
Özellikle içinde bulunduğumuz küresel gelişmeler ve jeopolitik konjonktür içerisinde bu davranışı sergilemek en hafif deyimiyle kendi kalemize gol atmaktan başka bir anlam taşımaz.
O halde bugünkü manzaraya genel bir perspektiften bakacak olursak;
Türkiye’de siyaset kurumu, tüm dünyayı kasıp kavuran Covid-19 pandemisinin ardından Şubat 2023’de 11 ilimizi etkileyen büyük deprem felaketinin yarattığı travmanın etkisiyle de uzun yılların getirdiği ve kangren olmuş kırılgan bir ekonomik yapının eseri, hızla yükselen enflasyon sonucunda bir gelir adaletsizliğine, bunun sonucunda hayat pahalılığına ve dolayısıyla toplumsal kamplaşmaya ve gerginliğe sürüklenmiştir.
Saydığım bu olumsuzlukların yanında kırk yıldır sürdürülen terörle mücadeleye verilen ve bugün olmuş verilmeye devam edilen 4 trilyon dolardan fazla kamu kaynağını da unutmamamız gerekir.
Hemen hemen her yıl yurdun birçok yöresinde yaşadığımız sel, su baskını, heyelan, orman yangını sonucu kaybettiğimiz can ve mal kayıpları, hatta en acılarından biri olan deprem felaketinde, sağ ama uzuvlarını kaybetmiş insanlarımızın her türlü bakımı ve rehabilitasyonu da yine devletimizin sorumluluğunda olup maliyetleri kamu kaynaklarından karşılanmaktadır.
Yaklaşık 12 yıldan bu yana bir de yüklenmek zorunda kaldığımız sığınmacı sorununu bunlara ilave edersek, dönüp baktığımızda gerçekten bu ülke büyük bir ülke, Türkiye Cumhuriyeti devleti büyük bir devlet denilecektir.
Tabii bu görüşlerime katılmayanlarınız olacaktır ama bilinmelidir ki çizmiş olduğum çerçeve siyaset penceresinin değil gerçeğin ve hakkaniyet penceresinin çerçevesidir.
Gerek siyaset kurumunun aktörleri olarak gerekse de tüm yurttaşlar olarak şu hususu artık içselleştirmeliyiz.
16 Nisan 2017 tarihinden önceki yönetim sisteminden kalmış eski alışkanlıklarımızı artık bir kenara bırakıp, kurulan yeni yönetim sistemi koşullarında siyaset üretme mecburiyetimiz vardır.
Aksi halde sadece yerimizde sayarız, patinaj yaparız.
Türkiye’de yaşanmakta olan sorunların çözüm yeri hiç kuşkusuz yine siyaset kurumudur ve işte bu gazi Meclistir.
Bu nedenle demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin, halkın mutluluğunu arttırıcı, ekonominin daha üretken olacağı, yaşanabilir bir Türkiye’nin inşası için düşüncelerini, önerilerini, yeni anayasal sisteme uygun olarak, hem bu çatı altında yapacakları çalışmalarla hem de devletin ve yürütmenin başı, aynı zamanda Silahlı Kuvvetlerimizin Başkomutanı da olan Cumhurbaşkanıyla paylaşmaları, ülkemiz için, demokrasimiz için, halkın refah ve mutluluğu için önemlidir.
Böyle bir iradenin ortaya konulması, bölgemizin ve ülkemizin içinde bulunduğu her türlü saldırı riski ortamında güçlü bir görüntü vermek adına önemlidir.
Sayın Başkan, değerli Milletvekilleri,
Konuşmamın başında rakamlar kargaşası içinde bir değerlendirme yapmayacağımı ifade etmiştim fakat genel kapsamı itibariyle birkaç veriyi de ortaya koymak durumundayız.
2025 Yılı Bütçe Kanunu Teklifinde giderler 14 trilyon 731 milyar lira, gelirler ise 12 trilyon 800 milyar lira olarak tahmin edilmiş, bütçe açığının Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranının ise yüzde 3,1 olacağı öngörülmüş, yani harcamalarda yaklaşık %31, gelirlerde %41’lik bir artışla parlamentoya sunulmuştur.
Gider kalemlerinin sadece personel, transfer ve faize ayrılan miktarı toplam 11 trilyon 674 milyon liradır.
Dolayısıyla bütçe harcamalarımızın yaklaşık yüzde 80’i maaşlara, faize ve bütçeden yapılacak transferlere gidiyor. Üstelik maaş, faiz ve transfer harcamalarının her dönem olduğu gibi bütçe hedeflerini aşması da çok büyük ihtimal dahilindedir.
Kabul etmeliyiz ki, 2025 yılı bütçesinde de vatandaşın sosyal refahına, huzuruna; ülkemizin güvenliği, büyümesi ve kalkınmasına yönelik yeterli kaynağı maalesef ayıramıyor, teşvik edici olamıyoruz.
Ülkemizde son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon, başka bir ifade ile hayat pahalılığının arkasında bütçe açıklarının ve bu açıkları kapatmak için yapılan kamu borçlanmasının etkisi büyüktür.
Bu arada bir tespitimi de sizlerle paylaşmak isterim;
12 gün boyunca bütçelerini sunan Sayın Bakanlar hizmetlerinin büyüklüğüne ve önemine vurgu yaparken Akparti’nin 22 yılda 8 ayrı Parlamento Hükümeti ve 2 dönemdir süren Cumhurbaşkanlığı Hükümeti icraatlarının sonuçları yerine sürekli 2002 yılının rakamlarına atıfta bulundular.
Bunun doğru bir yöntem olmadığını, hükümeti Akpartiye devreden 57. Cumhuriyet Hükümetinin, önceki dönemlerde banka soyguncularının devlete yükledikleri 50 milyar dolarlık borç yükü altında büyük Marmara depremlerinin yaralarını sararken, üçbuçuk senede 384 yasayla bir “Sessiz Devrim” gerçekleştirip ekonomiyi bataktan çıkardığını ve sıfır terörlü bir Türkiye teslim ettiği gerçeğini görmezden geldiler.
Sözün kısası, bu platformda rakam yarışmasına girmenin kimseye bir fayda sağlamayacağına dikkat çekmek isterim.
Öyleyse, bugün içine düştüğümüz sarmaldan evvelemirde kurtulmanın yollarını hep birlikte bulmak ve uygulamak zorundayız. Başka çıkar yol yoktur!
Borç yükü arttıkça, bütçemiz üzerindeki faiz yükü artmakta, bütçe açıkları çoğalmakta, bu da yeni borçlanmaları zorunlu kılarak bütçeden vatandaşın refahına ayrılacak payın, üretime ve yatırımlara ayrılacak kaynakların kısılmasına yol açmaktadır.
Konuşmamda dikkat çektiğim yaşanan doğal afetlerin ve salgın hastalıkların yol açtığı zararların telafisi için yapılan harcamalar bütçe açıklarının ve dolayısıyla gittikçe büyüyen kamu borçlarının önemli gerekçelerinden olsa da bütçe açıklarındaki artışı sadece bu iki nedene bağlamamak gerekir.
Kamu harcamalarında israfa kaçıldığına dair dikkate değer toplumsal bir kabul oluşmuştur.
Büyük ölçüde ulusal sermaye ve teknoloji birikimiyle yapılabilecek projelerin döviz cinsinden borçlanarak yapılması ülkemiz ekonomisine yarardan çok zarar vermektedir.
Keza sosyal güvenlik sistemimiz ciddi alarm verir hale gelmiş durumdadır.
Sosyal güvenlik sisteminin harcamalarını karşılayacak düzeyde olmaması nedeniyle sistemin sürdürülebilirliği için merkezi bütçeden transferlerin yapılması kaçınılmaz olmaktadır.
Sosyal güvenlik sisteminin finansman açığını etkileyen en önemli faktörlerin başında aktif / pasif sigortalı oranındaki düşüklük, kayıt dışı istihdam, prim tahsilatındaki eksiklikler ve aksaklıklar, yapılandırma uygulamalarındaki süreklilik ve sosyal güvenlik bilinci ile ahlâkındaki yetersizlik gelmektedir.
Bu doğrultuda, finansal açığın azaltılması için popülist yaklaşımlardan vazgeçilmesi, aktif sigortalı sayısının artırılmasını sağlayacak işsizlikle ve kayıt dışılıkla mücadele politikalarının geliştirilmesi, prim tahsilatında etkinliği sağlamak amacıyla gerekli yasal düzenlemeler yapılarak, tahsilat konusunda daha yetkin olunması ve alışkanlık haline getirilmiş olan prim yapılandırma uygulamalarının terk edilmesi gerekmektedir.
2024 Kasım ayı enflasyon rakamlarına göz attığımızda hayat pahalılığına en çok etki eden hususun gıda fiyatlarındaki artış olduğu görülüyor.
Oysaki Anadolu toprakları insanlık tarihinde tarıma öncülük etmiş topraklardır.
Her türlü tarıma son derece elverişli bir ülkede yaşıyoruz.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2024 yılı bütçe ödenekleri toplamı 283 milyar liraydı.
2025 Yılı bütçesinde bu rakam 438 milyar liradır. Yani, bütçe ödeneklerinin sadece yüzde 3’ü tarım ve ormana ayrılmış durumdadır.
Bu ödeneğin çok yetersiz kaldığını ve bu düzeyde rakamlarla ülkenin gıda enflasyonuna çözüm aramanın bir hayli zor olduğunu söylememiz gerekiyor.
Öte yandan tarımsal destek programlarına ayrılan tutar da 135 milyar lira olarak planlanmış. Oysa, 5488 sayılı Tarım Kanunumuzun 21.nci maddesine göre tarımsal destek tutarları gayrisafi milli hasılanın %1’inden az olamaz.
Bütçede 2025 yılı için ayrılan 135 Milyar lira, gayrisafi milli hasılanın binde üçü civarındadır ve son derece yetersizdir. Mutlaka revize edilmelidir.
Unutmamak lazımdır ki, tarımda sorunlar çözülemezse gıda krizi ile karşılaşırız ve enflasyon bu ülkede sorun olmaya devam eder.
Bu konudaki önerimizi her fırsatta dile getiriyoruz ve yürürlükteki 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ivedilikle eski haline getirilmeli, köyler gerçek sahiplerine yani köylülere geri verilmelidir, üretici, cazip teşvik uygulamalarıyla yeniden tarımsal kalkınmanın, hayvancılığın güçlenmesi programına aktif olarak yönlendirilmelidir diyoruz.
Bunun yanında bir de Sosyal Güvenlik Kurumunda oluşan karadelikleri kapatmak üzerine de bazı çalışmaların yapılması zarureti vardır.
Demokratik Sol Parti olarak bu hususta yaptığımız çalışmanın sadece genel çerçevesini de sizlerle paylaşmak isterim.
Asgari Ücret’in esasen işe ilk kez giren bir kişi için “vasıfsız eleman” ücreti olarak verilmesi gerektiği tartışmadan varestedir. Bu konu bir kurala bağlanmalıdır.
Hangi iş kolunda olursa olsun “vasıfsızlık süresi” en çok 2 yılla sınırlanmalı, aynı iş kolunda 2 yıl ve sonrası süreçte kişinin artık “nitelikli eleman” olacağı kabul edilmelidir.
Bundan sonra da kişinin SGK bordrosundaki gerçek brüt maaşı üzerinden prim tahsilatı yapılması, oluşan karadeliğin hızla kapatılmasını sağlayacaktır.
İvedilik düzeyinde önemli gördüğümüz bir hususa daha dikkat çekmek isterim, gelecek nesillerimiz üzerine kurgulanan manevi, psikolojik ve dijital imha planlarına karşı da etkin bir program mutlaka ortaya konulmalıdır.
Bu görüş ve düşüncelerimizle 2025 yılı Bütçesinin ülkemize, milletimize, kurumlarımıza hayırlı olması ve önümüzdeki yıllarda yüce Meclisimizde denk bütçelerin görüşülmesi dileğiyle” ifadelerini kullandı.