Genel Başkanımızdan Haberler

Aksakal haftalık basın toplantısında konuştu.

“Türk milletini oluşturan kesimlerin hiçbir zaman birbiriyle meselesi olmamıştır.”

Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği haftalık basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.

Aksakal açıklamasında;

“Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım,

Her hafta olduğu gibi bugün de, pandemiyle mücadelenin önemine vurgu yaparak sözlerime başlamak istiyorum ve aşısını yaptırmayanları sağlık merkezlerine gitmeye çağırıyorum.

Ancak bir paradoksu da sizlerin gündemine getirmek isterim; bir taraftan Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin Koca her gün sosyal medya hesaplarından milletin aşı olmasını isterken diğer taraftan Eskişehir Valisinin okullara giden velilerden ve çalışanlardan PCR testi istenmesi kuralını iptal etmesi ciddi bir çelişkidir, izaha muhtaçtır.

Anlaşılan o ki bu Covid-19 virüsü Eskişehir’deki okullara gelen velilerle ve çalışanlarla “kanka olmuş(!).”

Ayrıca, Paris İklim Anlaşmasına taraf olmak için hazırlanan kanun teklifinin tüm partilerin oyları ile TBMM Genel Kurul’da kabul edilmesini memnuniyetle karşıladığımı ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Geçen hafta gerçekleştirdiğimiz basın toplantısında; “Demokratik Sol Parti olarak siyasi arenadaki tüm partilere görüşlerimizi aktarmak, onların da düşüncelerini almak adına kurumsal ziyaretlere başlayacağız.

Bu ilişkileri kurgulamanın zamanı geldiğine inanıyoruz.” demiştim, bu kapsamda ziyaretlerimizi Salı günü Türkiye Değişim Partisi, Çarşamba günü de Memleket Partisi’ni ziyaret ederek başlattık.

DSP olarak; demokrasinin vazgeçilmez unsurlarının başında gelen ancak anayasanın ilk dört maddesiyle de sorunu olmayan siyasi partilerin birbirleri ile periyodik diyaloğunu önemsiyoruz, bu diyalogları da sürdürme kararlılığındayız.

Ziyaretlerimizde ülkemizin sosyo-ekonomik sorunlarını, dış politika konularındaki gelişmelerini de değerlendirmekle birlikte elbette önümüzdeki süreçteki olası gelişmeleri de detaylarıyla irdelediğimizi belirtmek isterim.

Ayrıca halkın tümünün parlamentoda temsilini ve milletin kayıtsız şartsız egemenliğini gerçek anlamda hayata geçirecek olan demokratik parlamenter sistemi öne çıkaracak bir Anayasal düzenin oluşması yönündeki görüşleri de paylaşıyoruz.

Türkiye yaklaşık 20 yıldır bir “Ak Parti hükümetleri” silsilesiyle yönetiliyor.

Bugüne kadar eğitimden sağlığa, tarımdan sanayiye, üretimden tüketime, iç politikadan dış politikaya kadar olumlu ya da olumsuz ne varsa bu partinin eseridir.

O halde bugün dört kişilik bir ailede açlık sınırının 3.094 lira, asgari ücretin de 2.825 lira olduğu, ekonomide yangın yerine dönmüş pazar yerlerini, marketleri, kasapları, bakkalları yok sayıp her şeyi bir pandeminin sırtına yıkmaya kalkmak, hele hele mevcut sıkıntıları kurulduğu günden bu yana bir kez bile devleti yönetmemiş bir partiye tahvil etmeye çalışmak en hafif deyimiyle sorunu sulandırmaktır.

Sayın Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz günlerde alışveriş yaptığı Tarım Kredi Kooperatifi marketinden çıkışta gazetecilere, buradaki ürünlerin kaliteli olduğunu, gerçekten vatandaşlarımızın kesesine uygun fiyatların uygulandığı bir yer olduğunu belirterek “bunların süratle çoğaltılması noktasında Türkiye

genelinde ilk etapta bin kadar bu tür marketlerin yapılması talimatını verdik. Bunları süratle çoğaltacağız.” Demiş. Gayet güzel…

Bizim yıllardır söylediklerimizin anlaşılır hale gelmiş olmasından büyük bir memnuniyet duyduğumuzu ifade etmek isterim. Ama bu girişimin eksik olduğunu da belirtmeliyim.

Zira bu işler talimatla, emirle olmuyor maalesef. Sistem kurgulamakla ve sürekliliğini sağlamakla gerçekleşebiliyor.

Demokratik Sol Parti programında Kooperatifçiliğin, Halk sektörünün önemli bir kesimi olarak güçlendirilip yaygınlaştırılacağı; ve kooperatiflerle kooperatif birliklerinin yönetimlerinin devlet müdahalesinden arındırılarak demokratikleştirileceği öngörülür.

Bu yolla elbette gelişmenin köylüden başlayacağı ve köylünün artan gücüyle tüm ülkenin gelişmesinin hızlandırılacağı planlanır. Dahası köylünün, yani doğrudan üreticilerin yönetime örgün ve etkin katılımıyla demokrasiye daha çok gerçeklik kazandırılacağı anlatılır.

Kısacası talimatla “bin kadar” Tarım Kredi Marketi açmak yerine, üretim merkezlerinde köylülerin ve üreticilerin doğrudan içinde yer aldığı, yönetimini kendilerinin üstlendiği Kooperatifleşme sürecinin başlatılmasının daha gerçekçi ve kalıcı bir uygulama olacağını buradan hatırlatmak isterim.

Demem o ki, halkın demokratik katılımı öyle talimatla, emirle değil, yerel yönetim mekanizmalarına katılım için teşvik edici hatta zorunlu kılıcı yasal düzenlemelerin TBMM’ne bir an önce getirilmesiyle gerçekleşebilir.

İşte o zaman üretici ürününü kendi kasabasında ya da köyünde oluşturduğu kooperatifler eliyle aracı unsurlara ihtiyaç duymadan doğrudan tüketiciye ulaştırır, tüm toplum kesimleri de daha ucuz bir fiyatla temel tüketim maddelerine erişebilir.

Halkın temel tüketim maddeleri başta olmak üzere tüm ihtiyaçlarında erişmeye çalıştığı ucuzluğu ortadan kaldıran bir başka temel etken ithal girdilerin fazlalığı ve akaryakıt fiyatlarının yüksek seyretmesidir ki; bu konu bile başlı başına ayrı bir sorundur.

Bu arada unutmadan hatırlatayım; geçen yirmi yıllık dönemde AB’nin aklına uyup tarım dışı bırakılan 13,5 milyon hektar tarım arazisinin yeniden sisteme sokulması mecburiyeti vardır.

Tabii bu arada hükümet yetkilileri eğer ihtiyaç duyarlarsa Demokratik Sol Parti olarak biz her türlü teknik ve bilimsel desteği de kendilerine verebiliriz.

Değerli basın mensupları,

Türkiye içeride ve dışarıda birçok meseleyle uğraşmak zorundayken, öncelikle milli birlik ve beraberliğimizin kalıcı temini konusunda mesai harcaması gerekirken sanırım kendisini siyaseten dışlanmışlık ruh haline kaptırmış bazı eski siyasetçilerin ortaya attığı absürt görüşler de gündemimizi maalesef işgal ediyor.

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Başkan Vekili İsmail Kahraman’ın bir konferansta dillendirdiği sözde “dindar bir anayasa” arzusu, lâiklik ilkesinin anayasadan çıkarılması beklentisi, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek nitelikteki anayasanın ilk üç maddesi için “değiştirilemeyecek madde olmamalı” görüşünü yeniden ortaya atması, bir gizli ajanda unsuru olan hayallerinin dışavurumudur.

Bu konuda açıklama yapmak zorunda kalan AK Parti sözcüsü Sayın Ömer Çelik, İsmail Kahraman’ın sözlerine yanıt vererek, “Herkes yeni anayasa ile ilgili görüş söyleyebilir. AK Parti olarak, herhangi bir şekilde laiklik prensibinin vazgeçilmez olduğunu ifade etmiştim. AK Parti laik devlet düzenini savunmaktadır.

Laiklik toplumsal barış ilkesi olarak yerini koruyacaktır.” diyerek bu yaklaşımı net bir dille reddetti.

Şimdi ortada karmaşık (!) bir durum var.

Eğer Sayın Çelik’in ortaya koyduğu irade geçerliyse, resmî sözcüsü olduğu AK Parti Genel Başkanı da olan Sayın Cumhurbaşkanı, Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olan Sayın Kahraman’ı derhal bu görevinden almalıdır.

Zira partisinin kurumsal görüşü ile taban tabana zıt beyanlarda bulunan biri ile ne derece sağlıklı istişarelerde bulanabileceği hususu izaha muhtaç hale gelmiştir.

Eğer böyle bir tasarrufta bulunmayı gerekli görmeyecekse o zaman da bu hususun bir samimiyet testi olacağını gözden uzak tutmamalıdır.

Biz Demokratik Sol Parti olarak her zaman olduğu gibi açık ve net duruşumuzu bir kez daha ortaya koymak zorundayız.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, asil Türk milletine yakışan, demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti niteliklerini haiz ve Türk gençliğine emaneti olan bu Cumhuriyet sonsuza kadar payidar kalacaktır.

Değerli basın mensupları,

Son günlerde bir sözde “kürt meselesi” konusudur, aldı başını gidiyor.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, böyle bir “mesele” var diyen kesimler, meselenin içeriğini de ortaya koymak mecburiyetindedir.

Nedir “kürt meselesi”?

Örneğin; bugün kendisi “kürt kökenli vatandaş” olup da devlet kademelerinden uzak tutulan bir kişi var mıdır toplumda?

Üniversitelerde Öğretim Üyesi ya da Dekan, Rektör olamayan kürt var mıdır?

Silahlı Kuvvetlerde Komutan, Emniyet teşkilatında Müdür, Bakanlıklarda Daire Başkanı, Bakan Yardımcısı, Hükümetlerde Bakan, TBMM’nde Milletvekili olamayan bir kürt var mıdır?

Kürt olduğu için sendikalara üye olamayan, kürt olduğu için sivil toplum kuruluşlarında yönetici seçilemeyen, kürt olduğu için imar affından yararlanamayan, vergi barışı kapsamına alınmayan, herkes arabasına 7 buçuk liradan mazot alırken kendisine mazot 10 liraya satılan bir kürt var mıdır?

Yaşadığı köye, barındığı evine “kürt olduğu için” elektrik, su bağlanmayan, telefon, internet hizmeti verilmeyen bir vatandaş var mıdır?

Çıktığı mahkemelerde hakkını arayamayan, “kürt olduğu” gerekçesiyle iki kat cezalandırılan bir Allah’ın kulu var mıdır?

Nedir kardeşim bu tutturduğunuz bir kürt meselesi de kürt meselesi?

Bakın, ben size öyle meseleler anlatırım ki, bu bataklığın içinde gömülür kalırsınız. Bir işi tadında bırakmak herkesin hayrınadır.

Evet, ortada gerçekten bir mesele varsa o da; küresel emperyalizmin uşaklığını yapan, kırk senedir de bu milletin sülük gibi kanını emen, on binlerce insanımızın yaşamına kast etmiş PKK terörü meselesidir.

Birlikte yaşamak istemeyen ihanet merkezleri meselesi vardır, bu da ulusal kurtuluş savaşıyla yedi düvele hep birlikte omuz omuza meydan okumuş, ülkesinin sınırlarını kanlarıyla çizmiş asil Türk milletine vız gelir, tırıs gider!

Asıl mesele şudur ki; böyle bir sorunun çözümünü terör örgütünün siyasi uzantısı yapılarla diyalogda arayan çarpık bir siyaset anlayışı halka dayatılmak istenmektedir. Bu kabul edilemez.

Türk milletini oluşturan kesimlerin hiçbir zaman birbiriyle meselesi olmamıştır.

Demokratik Sol Parti olarak ülkenin dört bir köşesinde, her karış toprağında yaşamını hür ve özgür bireyler olarak sürdüren, devletine sadık, yasalarına saygılı, demokrasiye inanmış, sorumluluk sahibi hiçbir yurttaşımızın bu işbirlikçi hainlere itibar etmediğini de çok net olarak biliyoruz.

Türkiye’nin geleceği üç buçuk hainin ipoteği altında değildir.

Hangi konumda olursa olsun, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü hedef alan hiçbir yapı da varlığını sürdüremeyecektir.

Değerli basın mensupları,

Bir diğer önemli husus da sürekli gündemde tutulan “erken seçim” konusudur.

Yönetimde istikrarın kalıcılığı ve sürekliliği açısından seçimlerin zamanında yapılması iradesi her zaman güçlü tutulmalıdır. Elbette zorunlu hallerde seçimler zamanından önce de yapılabilir, Anayasamız da buna âmirdir.

Ancak ne var ki, gündemde tutulan tartışmanın özünü oluşturan husus esasen bir Anayasa değişikliğini hedeflemektedir.

Bir tarafta Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında 2017 yılında yapılan referandum sonucu yürürlüğe sokulmuş bir Anayasa yanlıları, diğer tarafta da “geliştirilmiş, güçlendirilmiş” nitelikler atfedilen parlamenter sistem yanlısı siyasi partiler var.

Tabii bu “geliştirilmiş, güçlendirilmiş” olarak nitelendirilen parlamenter sistemin detaylarına en azından bizler vakıf olmamakla birlikte neticede kararını TBMM’de en az 360 milletvekilinin vereceği bir konu sürekli gündemde tutuluyor.

Vatandaşa “cambaza bak” diyerek bu süreç yürütülemez.

Bu bir zaman ve enerji kaybıdır.

Ortaya sürülen bu sorunu aşmanın tek yolu, mevcut yasalarla gidilecek olan seçimlerde halkın bu konuda taraf yapılmasının sağlanması en etkili sonucu doğuracaktır. Bu da cepheyi genişletmekten geçer.

16 Nisan 2017’de gerçekleştirilen referandum sonucu uygulamaya konulan bugünkü sistem, görülüyor ki esasen bu sistemi getirenleri de mutlu etmiyor.

Bir sıkıntı var bu kesin. Bunu nereden anlıyoruz?

Çünkü sürekli olarak yeni Anayasa çağrısı içinde olan bir iktidar var. Yaşanan sıkıntıları bu yolla aşmak isteyen bir iktidar ittifakı yapısı var.

Ne diyorlar? “Mevcut Anayasa’nın ilk dört maddesine dokunmayacağız.” diyorlar. Buraya kadar güzel…

Biz de diyoruz ki; bırakın bu yeni Anayasa çağrılarını, gelin aksayan hususları yeniden Meclise taşıyın. Bozulan sistemi önce bir tamir edelim.

Öyle ne idiği belli olmayan “geliştirilmiş miş, güçlendirilmiş miş” hikâyelerinden âri “adam gibi” bir demokratik parlamenter sistem kurallarını ortaya koyalım ve bunu da kapsayacak TBMM kararı sonrasında halkın tümünün temsilini sağlayabilecek şekilde seçimleri gerçekleştirelim. Türkiye’nin asıl ihtiyacı budur.

Bakınız; asıl gözden uzak tutulan ve hiç konuşulmayan sorun şudur:

Cumhur ittifakı ortağı olarak MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı 2023 seçimleri için yeniden aday olarak ilân etti.

AK Parti de, Sayın Cumhurbaşkanı da bunun aksine bir duruş sergilemediği gibi, “güveninden dolayı” Sayın Bahçeli’ye teşekkür etti.

Ama mevcut Anayasamızın “Cumhurbaşkanı – Adaylık ve Seçimi” başlıklı 101.nci maddesinin ikinci fıkrasında aynen “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” denilmektedir.

Sayın Erdoğan iki defa Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Anayasamıza göre, TBMM tarafından bir erken seçim kararı alınmadıkça yeniden seçilebilmesi konusunda tartışmalar ortaya çıkacaktır. Bu kaçınılmazdır.

Belki Anayasa çalışmasını yapan ekipteki aktörler Anayasa’nın bu maddesinin 21.01.2017 tarihinde 6771 sayılı kanunun 7.nci maddesi hükmüyle “yeniden yazıldığını” gerekçe olarak gösterebileceklerse de, aynı maddenin ikinci fıkrasında herhangi bir değişikliğin söz konusu olmadığını hukukçu olmayanların dahi sorgulayabileceğini düşünmek zorundadırlar.

Dolayısıyla bu husus muğlaktır, tartışmaya açıktır ve yönetimsel bir krizin fitilini ateşleyebilecek niteliktedir.

Yarın bir seçim takvimi ilân edildiğinde Anayasanın bu hükmüne rağmen Sayın Erdoğan’ın adaylık müracaatının YSK tarafından geri çevrilebileceği ihtimalini, 2018 seçimleri öncesinde tam kanunsuzluklarına tanık olduğumuz için ihtimal dahilinde bile görmediğimizi ifade etmek isterim.

Ancak bu husus, küresel emperyal sistemin etkin aktörlerince kötüye kullanılmaya müsait içeriktedir ve mutlak surette kullanılacaktır.

Venezüella’daki seçimlere ilişkin dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun açıklamaları hafızalarımızdaki yerini korumaktadır.

Cumhurbaşkanlığı makamının yerelde ve uluslararası arenada tartışılır hale getirmesinin kimseye bir yarar sağlamayacağı gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik yapısında da onarılmaz hasarlara neden olacağı açıktır.

Demokratik Sol Parti olarak bu konuda tarihi bir uyarı yapmayı, hassasiyetimizi kamuoyuna ve muhataplarına aktarmayı siyasi sorumluluğumuzun bir gereği olarak görüyoruz.” şeklinde konuştu.

Başa dön tuşu