BültenGenel Başkanımızdan HaberlerVideolar

Aksakal’dan “Cumhuriyetkent projelerimizi hayata geçirebilmek için halkımızın desteğini istiyoruz.”

Genel Başkanımız bugün Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, 81 ilde kendi adaylarıyla halka seçenek sunduklarını belirtti. Seçimleri, geçen sene yapılan TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bir rövanşı gibi görülerek, topluma bu haliyle kanıksatılmak istenmesi sebebiyle, var olan beka sorununun devam ettiğini düşündüğünü ifade etti. Ayrıca, Altılı Masa olarak adlandırdığı post-modern sivil darbe girişimini eleştirdi ve ekonomideki sorunlara dikkat çekti. Nüfus yapısıyla ilgili verileri paylaşarak, çocuk ve yaşlı nüfusun yaşam kalitesindeki düşüşe vurgu yaptı. Son olarak, devletin kardeşlik yapısına çare bulması gerektiğini ve beyin göçünün önüne geçilmesi gerektiğini belirtti.

Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal konuşmasında;

 

31 Mart Yerel Seçimleri süreci tüm hızıyla devam ediyor.

Geçen hafta yapmış olduğumuz basın toplantımızda da ifade ettiğim gibi Demokratik Sol Parti olarak 30’u Büyükşehir olmak üzere 81 ilde kendi adaylarımızla halkımıza bir seçenek sunduk.

Demokratik Sol politikaların temelinde geliştirdiğimiz Cumhuriyetkent projelerimizi hayat geçirebilmek için halkımızın desteğini isteyeceğiz.

Tüm değerlendirmelerimizde bu yerel seçimlerin esasen geçen sene yapılan TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bir rövanşı gibi görülmesi, topluma bu haliyle kanıksatılmak istenmesi sebebiyle, var olan beka sorununun devam ettiğini düşünüyoruz.

Her ne kadar bazı parti liderleri 31 Mart seçimlerini bir beka meselesi olarak görmediklerini ifade etseler de, Demokratik Sol Parti olarak biz bu seçimleri Mayıs 2023 seçimlerinde elde edilen dirayetli toplumsal duruşun devamı niteliğinde ve o günkü karşı duruşu perçinleyecek irade olarak değerlendiriyor, emperyalist hayallerin tamamen yok edilmesi adına büyük bir öneme haiz olduğunu görüyoruz.

İnanıyorum ki 31 Mart akşamı halkımız 100 yıllık Cumhuriyetimizin ilelebet yaşatılması noktasında yine kararlı iradesini ortaya koyacaktır.

Değerli basın mensupları,

Bugün 28 Şubat.

Siyasette post modern sivil darbe girişiminin uygulayıcısı olan Altılı masanın kuruluşunun 2.nci yıl dönümü.

En son 15 Temmuz’da FETÖ militanlarınca gerçekleştirilen faşist askeri darbe girişimini Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı direnişi yanında büyük bir ferasetle bertaraf eden asil Türk milleti, Biden patentli bu “altılı masa” adını verdikleri post modern sivil darbe girişimini de yine aynı ferasetle 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde bertaraf etmeyi başarmıştır.

Altılı masa organizatörlerinin amaçlarını ve niyetlerini biz çok açık şekilde görmüştük, buna karşı da gerek partimize gerekse bizlere karşı yapılan tüm saldırılara göğüs gererek o süreçte devletimizin yanında yer almıştık, bugün de almaya devam ediyoruz.

Bu “altılı masanın” bileşenleri o gün kendileri için yaptığımız siyasi eleştiri ve tanımlamaları bugün birbirlerine karşı, bizim tekrarlamaktan bile hayâ edeceğimiz düzeyde gariz sözlerle ve en acımasız şekliyle yapmaktadırlar.

Kısacası iki yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin milli birliğine, bölünmez bütünlüğüne, demokratik yaşamına karşı kurulan ihanet masasının ana aktörleri bugün birbirlerine karşı yıkım stratejilerini hayata geçirmekle meşguller.

Darbe stratejisini ısrarla hayata geçirme konusunda kararlılıklarını sürdürenler ise “Kent uzlaşısı” adıyla yeni bir terminoloji yaratarak aslında “CHP/PKK/ABD Uzlaşısı” olan misyonlarını devam ettirmektedirler.

Toplumun çok büyük çoğunluğunca lanetlenen bu ilişkiyi yokmuş gibi göstermeye çalışan bölücü PKK terör örgütünün siyasi uzantısı HEDEP’in birtakım sözcüleri ise akıllarınca dikkatleri dağıtma çabasındalar.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in DEM Parti için “Bize kazandırmak değil, gerekirse kaybettirmek üzerine bir stratejileri var” sözüne, “Evet size kaybettireceğiz. 2019’da size destek sunduk. Siz döndünüz Kürtlere cehennem hayatı yaşattınız.” diye cevap veriyorlar.

Lafın özü, milleti saf yerine koymaktan başka bir anlamı olmayan bu trajikomik diyaloğa sadece gülüyoruz. Bakınız;

DEM parti İstanbul’da 22 ilçede aday çıkarmıyor, CHP Esenyurt’ta DEM partili birini aday gösteriyor, Mersin/ Akdeniz’de CHP aday çıkarmıyor DEM parti adayını destekliyor ve hatta belki de DEM Adana’da da adayını çekebileceği konuşuluyor.

Buna benzer daha birçok örnek sıralayabiliriz.

Ne acıdır ki, kendilerini Cumhuriyeti kuran parti olarak tanımlayanlar, CHP’yi Atatürk’ün partisi olarak lanse edenler, grup konuşmalarında partililerine “Atatürk sizden kazanmanızı istiyor” diye fetva verip, Atatürk’ü istismar edenlerle, “Biz de Şeyh Sait’in, Seyit Rıza’nın torunlarıyız. Durun bakalım, daha 100 yıllık Cumhuriyeti yıkacağız” diyenler birlikte iş tutacaksınız, sonra da millete karşı sanki bir beraberlikleri yokmuş havası yaratmak için medya önünde sözüm ona kavga görüntüsü vererek “biz bunlarla yol yürüyemeyiz” diyeceksiniz.

Buna da milletin inanmasını bekleyeceksiniz. Hadi oradan!

Toplumun, bu yalanlarınıza artık karnı tok!

Bunlar, birbirlerinin lehine son dakikada adaylarını bile çekebilecek potansiyele sahipler ve hatta kaybedeceklerini düşündükleri birçok yerde 31 Mart’tan bir-iki gün önce, rakip adayın çekildiği şayiasını yayarak sonuç almaya çalışacaklardır.

Değerli basın mensupları,

Ekonomide yaşanan gelişmeler siyasetin her gün konuştuğu hususların başında gelmektedir ve esasen siyasetin özgün varoluş gerekçesi de budur.

Yani siyaset, halkı nasıl yaşatacağını, insanca yaşam koşullarını nasıl yaratacağını ve sürdürülebilir kılacağını, demokratik hakların kullanımında hangi yöntemlerinin uygulanabileceğini tespit eden, belirleyen ve çözüm öneren mekanizmadır.

Üzülerek ifade etmeliyim ki özünde sol siyasetin ekonomi politikalar konusundaki edilgen yapısı, sistemin kurguladığı gündemin peşine takılması en büyük açmazlarımızın başında gelmektedir.

Evet, hepimiz kabul etmeliyiz ki asgari yaşam şartlarını karşılayacak ücret tespiti önemlidir, yoksulluk sınırının ne olması gerektiği konusu önemlidir, tartışmasız bir şekilde emeklilerin geçim şartları önemlidir ama bu duruma nasıl geldiğimizi ve nasıl kurtulabileceğimizi de ortaya koymak gibi bir sorumluluğumuzun ve misyonumuzun olduğunu unutmamalıyız.

Oysa bu yaşananların başka nedenlere bağlı sonuçlar olduğu hususunu da konuşmalıyız.

Özellikle nüfus sosyolojik yapısı ve bu yapının dönemsel olarak ekonomiye kısa ve uzun vadede etkilerine dikkatinizi çekmek isterim.

2000’li yılların başında ülkemiz genç nüfusa sahip bir ülke olarak gözükmekte, özellikle 1960/1985 yılları arasında Avrupa’nın kısa ve orta vade sanayi yatırımlarına işgücü olarak kaynak yaratmaktaydı.

Ama geçmiş hükümetlerin ve tabii ki son 22 yıllık dönemde uygulanan negatif politikalar sonucunda nüfus artış oranımız devamlı olarak düşmüştür.

Artık aileler çocuk sahibi olmadan önce, dünyaya getirecekleri çocuğun istikbalini oluşturamayacakları kaygısını taşıma noktasına gelmişlerdir.

Sayın Cumhurbaşkanımız bu olumsuz süreci engellemek için her yeni evlenene 3 çocuk telkininde bulunmuş, daha sonra bunu 5 çocuk olarak değiştirmiş ise de beklenen nüfus artış ivmesi aksine düşmüştür.

Nüfus artış hızımız yıllar itibariyle 2022 yılında binde 7,1 iken 2023 yılında son 15 yılın en düşük seviyesinde binde 1,1’e kadar gerilemiştir. Bu oran 2021 yılında binde 12,7 idi.

Ülkemizde ortalama yaş 2022 yılında 34 iken 2023 yılında 35’e çıkmıştır.

İnsan hayatı ve yaşıyla ilgili burada bir bilgiyi daha paylaşmak isterim;

Bir ülkede 0/14 yaş çocuk çağı, 15/64 yaş çalışma çağı, 65 yaş üstü yaşlılık çağı olarak dünyaca kabul edilir.

Ülkemizde 15/65 yaş çalışma çağında olanlar şu anki nüfusun yüzde 68,3’ünü teşkil ediyor.

0/14 yaş gurubu nüfus 2022 yılında yüzde 26,4 iken, 2023 yılında yüzde 21,4’e düşmüştür. 65 yaş üstü yaşlı kabul edilenler 2022 yılında nüfusun yüzde 7,1’i iken 2023 yılında 10,2’ye çıkmıştır.

Bu rakamlardan anlaşılacağı üzere çocuk nüfusunda oransal azalma olurken yaşlı nüfusta artış olmakta, bu da mevcut ekonomiye olumsuz etki yaratmaktadır.

Bu oranlar böyle devam ederse, 5/10/15 yıllık süreçlerde gerekli tedbirler alınmazsa bu konunun, asıl büyük sıkıntıların kaynağı olacağını maalesef hep birlikte göreceğiz.

Yukarıda sözünü ettiğimiz önemli konuyu biraz daha değişik bakış açısıyla genişletmek istiyorum; Ülkemizde 65 yaş ve üstü yaşlı nüfusun, 14/65 yaş arası çalışan nüfusa oranı, yaşlı bağımlılık oranını belirler ki, bu ülkemizde 2023 yılında yüzde 15’dir.

Bu oran 2001 yılında 5.8,  2007 yılında 10.68 hatta 2022 yılında 14.5 idi.

Bu oranlar sonucunda şunu görüyoruz, 2023 yılında her 100 çalışan, 31.4 çocuk ve 15 yaşlıya bakmak zorundadır. Gerçek işsizlik rakamları da düşünülürse yüzde 50/50 gibi bir sonuç çıkıyor.

İşte bu manzara büyük bir ekonomik çöküş yapısının önemli sinyallerinden biridir.

Ülkemizde T.C vatandaşlarında doğum oranı hızla düşerken, sayısı tam olarak bilinmeyen, vatandaş yapılan ya da çeşitli gerekçelerle ülkemizde bulunan göçmenlerin/sığınmacıların nüfusu da büyük bir hızla artmaktadır.

Eğer yukarıda bahsettiğimiz konuya şu an ülkemizde sağlık, eğitim, barınma, gıda vb. konularda tedbir ve rahatlamalar getirilmez, emeklilik sistemine seçimler dolayısıyla taviz verilerek yeni genişlemeler yapılırsa bu sorun 2030/2040 sonrası ülkemizin en büyük sorunu olacaktır.

2018 yılında 4 nüfuslu aile yapımız 2023 yılında 3,11’e gerilemiştir. Bu oran 5/10 yıl içinde 3’ün altına düşecektir. Bu da çocuksuz aile yapısının hızla yaklaştığının göstergesidir.

Yukarıda bahsettiğimiz veriler sonucunda Demokratik Sol Parti olarak şunu gözlemliyoruz; bağımlı nüfus nasıl yaşamaktadır? Yani 0/14 yaş bebek ve çocuk ile 65 yaş üstü yaşlı nüfusun yaşam kalitesi gözle görülür şekilde düşmektedir.

Çocuk kreş ve yuvalarının, yaşlı bakım merkezlerinin fiziki koşulları çoğunlukla maalesef en dip seviyededir. Yaşlı merkezlerinde bakımlar aylık 30.000 lira ve üstünde, anaokulu ve kreşlerin ücreti daha pahalıdır, yıllık 800 bin lira ile 1 milyon lira arasında değişmektedir.

Dolayısıyla, son yıllarda iyi eğitim almış vatandaşlarımızın yurt dışı çalışma istekleri, bu vatandaşların eğitim süreçlerinin ülkeye maliyeti de düşünülerek beyin göçünün acilen önüne geçilmelidir.

Son olarak, devletimiz, kardeşlik yapısının istisna haline getirilmesine çare bulmalıdır. Çalışan insan kaynağının azalması devletimizin ekonomide önceliği olan büyümeye, kayıtsız iş gücünün göçmenlerle karşılanma stratejisi ise kayıt dışı ekonomiye kaynak yaratmakta, bu da vergi ve SGK gelirlerine zarar vermektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle bir kez daha hepinize teşekkürlerimi, en içten saygılarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun.

Başa dön tuşu