Aksakal’dan “Emekliye Uygulanan Zam” eleştirisi
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Sayın Önder Aksakal, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapmış olduğu basın toplantısında; emeklilere uygulanan zam oranın geçim sıkıntıları ve sosyal adaletsizliği beraberinde getirdiğini ve sürdürülemez olduğunu dile getirdi.
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Sayın Önder Aksakal, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapmış olduğu basın toplantısında; emeklilere uygulanan zam oranın geçim sıkıntıları ve sosyal adaletsizliği beraberinde getirdiğini ve sürdürülemez olduğunu dile getirdi.
Genel Başkanımız Önder Aksakal konuşmasında;
Bugün 24 Ocak ve her bir ayrı öneme sahip olayların yaşandığı gerçekten anlamlı bir gün.
Ocak / 1980 tarihinde, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve Müsteşarı Turgut Özal’ın “24 Ocak Kararları” olarak bilinen ağır koşullar içeren ekonomik istikrar programını ve bu kararların uygulanabilmesi amacıyla gerçekleştirilen faşist askeri darbeyi hatırlıyoruz.
Ülkemizin gelişmesine ve kalkınmış ülkeler arasına katılma sürecini en az elli yıl geriye götüren 12 Eylül faşist darbesinin faillerini bu vesileyle bir kez daha lânetlediğimizi belirtmek istiyorum.
Ocak / 1993 tarihi ise, Gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun, işte bu darbecilerin eliyle lâik demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletinin hangi istikamete doğru götürüldüğünü, PKK terör örgütü yapılanmasının hangi amaçlar doğrultusunda hazırlandığını ve kullanıldığını, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş değerlerinden uzaklaştırılıp din hükümleri temelinde bir rejime evriltilmesi planlarını ortaya döktüğü için hain bir suikastle evinin önünde aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu 51 yaşında katledilişinin 31. yıldönümü ve yüreğimizdeki acıların tazelendiği bir gün.
Laiklik ve özgürlük yolunda her yerde insan hakları, her yerde demokrasi vurgusundan vazgeçmeyen, teröre karşı cesaretini esirgemeden oynan oyunları açığa çıkartan Uğur Mumcu, kaybettiğimiz değerlerden biri, bizlere “bir keskin kalem, bir kırık gözlük” bırakan, özgürlüğün simgesi, Atatürk Cumhuriyetinin gür sesiydi.
Ocak / 2001 tarihi de, terörle mücadele konusunda kararlı bir duruş sergileyerek güneydoğuda kardeş kanı dökülmesinin önüne geçen ve toplumsal barışı tesis eden idareciliği, kurguladıkları sinsi planlarına engel olarak görülen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın 4 koruması ve şoförü ile birlikte küresel emperyalizmin tetikçileri Hizbullah terör örgütü eliyle yapılan kalleşçe saldırıda şehit edilmelerinin 23. yıldönümü.
Onlar ülkemizin varlığı, milletimizin kardeşliği uğrunda canlarından edildiler.
Buradan Uğur Mumcu ile Gaffar Okkan’ı ve beraberinde şehit düşen polislerimizi bir kez daha saygıyla, minnetle ve rahmetle yâd ediyorum.
Değerli basın mensupları,
Bildiğiniz ve takip ettiğiniz üzere yeni bir yılın başlangıcında, toplumsal barış ortamını tehdit edecek boyutlara kadar varabilecek bir ekonomik dengesizliğin tam da ortasındayız.
Özellikle tarımsal üretimi ıskalayan ve genel olarak ithalata dayalı bir üretim sisteminin girdabına kapılmış ekonominin getirdiği enflasyonist düzen doğal olarak öncelikle çalışan kesimleri ve emeklileri zorlu bir yaşam ortamına mahkûm ediyor.
Maaş ve ücretlerin belirlenmesinde oluşan dengesizliklerin ve hakkaniyetsizliklerin telafisi için bir muhalefet partisi olarak elimizden geldiğince çözüm önerilerimizi ortaya koysak da bunların anlaşılması zaman almakta, sonrasında uygulansa bile geçen zaman delip geçmektedir.
“2024 yılı için ilk olarak Bağkur ve SSK emeklilerine uygulanacak zam oranı yüzde 37,57 olarak açıklanmış, oluşan itirazlar ve talepler sonrasında yüzde 42,6’ya çıkarılmış ancak Sayın Cumhurbaşkanımızın müdahalesiyle dün alınan yeni bir kararla ve Ocak ayı itibariyle yüzde 49,25 olarak belirlenmiştir.
Yeterli midir?
Açlık sınırının 22 bin, yoksulluk sınırının 57 bin lira olduğu bir ortamda bunu yeterli görmek elbette mümkün değildir.
Özellikle Bağkur ve SSK emeklileri için bir seyyanen artış kararı alınması noktasında ortaya konulan direnci anlamakta güçlük çektiğimizi ifade etmek isterim.
Bakınız bu kararla dahi ortaya çıkacak maaş, asgari ücretin çok altında kalmaktadır.
Her fırsatta belirttiğimiz gibi bu dengesizliğin ortadan kaldırılması için en azından 7.500 lira üzerine ilave edilecek 5.000 lira seyyanen zamdan sonra bu yüzde 49,25 oranı uygulansa, bir nebze olsun rahatlama, bir nefes alma dönemi yaşanacak ve seçim öncesi gerilen toplum rahatlayacaktır.
Verilecek bu zamlar en kısa zamanda zaten ekonomik sistemde yerini alacak ve en çok üç döngü sonrası tümüyle hazineye geri gelecektir.
Umarım bu uyarımız ciddiyetle değerlendirilir ve önümüzdeki süreçte vatandaşın önüne gelecek olan seçim sandığında beklenmeyen tepkilerin oluşumu önlenir.”
Bu arada her konuda karşılaştığımız aşırı fiyat artışlarından Özel Okulların da nasibini aldığını belirtmeden geçemeyeceğim.
Zira Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliğinde yaptığı değişiklikle yıllık ücretleri yüzde 57 oranında artırarak yeni bir rekora imza atmış oldu.
Zaten yüzde 50 kapasite ile faaliyet gösteren Özel Okullar esasen maliyetlerini mevcut yüzde 50’yi oluşturan öğrencilerin ödeyecekleri fiyatları yükselterek ayakta duruyorlar.
Neresinden baksanız çarpık bir durumla karşı karşıyayız.
Kaldı ki, Özel Okullarda görev yapan Öğretmenlerimiz neredeyse asgari ücret düzeyinde maaşlarla çalıştırılmasına rağmen manzara bu boyutlara ulaşmış durumdadır.
Ana Okuluna çocuğunu kaydettirecek bir veli için bile yıllık okul ücretleri bir milyon lira rakamlarına kadar çıkabiliyor.
Bu duruma Milli Eğitim Bakanımızın ivedilikle müdahil olması gerekiyor. Aksi takdirde eğitimde de arzulanmayan bir manzarayla karşı karşıya kalınacaktır. Bizden söylemesi.
Değerli basın mensupları,
İsveç’in NATO’ya katılımına dair protokol dün Meclis Genel Kuruluna getirildi, tartışıldı ve onaylandı.
Bu konuyu, ülkemiz açısından önemli ve bir o kadar kritik düzeyde ve dönemde gördüğümüzü belirtmek istiyorum.
Burada sürecin kronolojisini tekrarlayarak gereksiz bir zaman israfında bulunacak değilim.
Ancak, uluslararası arenada etkili bir devlet gücü yaratabilmenin öncelikli koşulunun, kendi milli menfaatlerimizin karşılığını almaktan geçtiği gerçeği asla unutulmamalıdır.
İsveç Krallığı, her ne kadar bir meşrutî monarşi rejimi ile yönetilmekte ise de, kendi halkına sunduğu yaşamsal refah ve uyguladığı demokrasi açısından bakıldığında haklarını teslim etmek gerekir ki, dünyada sayılı ülkeler arasında yer almaktadır.
Ancak bir ülkenin kendi halkına sağladığı demokratik yaşam ortamının başka ülkelerde de yeşermesi ve gelişmesine katkı sağlamak yerine, bunu bozmaya çalışanlara ve hatta demokratik rejime karşı olan yapılanmalara kucak açması, en hafif deyimiyle onları sözde demokrasi kisvesi altında koruyup kollaması kabul edilebilecek bir durum değildir.
Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılım talebinin hangi nesnel şartlar sonrasında gündeme geldiğini, buna karşılık Türkiye olarak hangi haklı gerekçelerle bu talebe onay veremeyeceğimizi her fırsatta dünya kamuoyu önünde ortaya koymuştuk.
Bugün geldiğimiz noktada bu kaygılarımızın ve beklentilerimizin karşılandığına ilişkin somut bir gelişmeye rastlamadığımız konusunda sizlerin de halkımızın da, esasen tüm Milletvekillerin de fikir birliği içinde olduğuna inanıyorum.
Bölücü terör örgütü PKK’nın kaçak teröristlerinin ve o ülkede yaşayan destekçilerinin İsveç’in koruması altında nasıl eylemler ve gösteriler yaptıklarını biliyoruz.
Orada barındırılan kaçak FETÖ terör örgütü elemanlarının teslimi konusunda İsveç olarak nasıl kayıtsız kaldıklarını da görüyoruz.
21 günde vatan toprağına emanet ettiğimiz 21 şehidin kabirlerinde bedenleri soğumadan, topraklarına serpilen sular kurumadan ve bugün olmuş onbinlerce masumu katleden İsrail’e her türlü desteğini sürdürenlere, dünyayı bir adım daha kontrolü altına almaya çalışanlara sessiz kalmanın yarın nelere mal olabileceğini öngörmek bu kadar zor mudur?
Savunma Sanayiinde “Tam Bağımsız” olma hedefi koymuş olan bir Türkiye’nin öncelikle ekonomide de “tam bağımsız” olma girişimlerini güçlendirmek yerine bir takım güncel politikalar uğruna duruşunu değiştirmeye yeltenmesi, yüz yıllık Cumhuriyetimizin, binlerce yıllık devlet geleneğimizin kodlarıyla uyum sağlamayacağını tarihe not düşmek adına bir kez de buradan belirtmek isterim.
Ukrayna – Rusya savaşının sonuçları itibariyle bölgesel olarak kendisini tehdit altında gören İsveç, aslında Ortadoğu’da ABD destekli yayılmacı emperyalist saldırıların Rusya tarafından olası bir misillemesine karşı tedbir arayışındadır.
Türkiye tam 72 yıldır NATO’nun bir üyesidir ve 40 senedir mücadele ettiği bölücü terör örgütünün, onun siyasi ayağının ve destekçilerinin hamisi ise koordinatör ülke olması sıfatıyla Amerika Birleşik Devletleri’dir, dolayısıyla NATO’dur.
Bu ne yaman çelişkidir?
Bakınız, NATO’nun kuruluş gerekçesi esasen tam anlamıyla ortadan kalkmıştır, soğuk savaş dönemi sona ermiş, Sovyetler Birliği dağılmış, bugün sadece bazı kapitalist devletlerin birbirlerine karşı güç gösterisi dönemi başlamıştır.
Türkiye olarak yer aldığımız coğrafya üzerindeki emperyalist stratejilerin en üst düzeyde hayata geçirildiği bir dönemde böylesi kararlara olumlu yaklaşmak olsa olsa kendi ayağımıza kurşun sıkmak anlamına gelir ki, bu gerekçelerle Demokratik Sol Parti olarak antiemperyalist duruşumuzla ve doğrultu tutarlılığımızla böyle bir girişime doğal olarak ret oyu kullandık.
Evet; biliyoruz ve yakından izliyoruz, ekonomide yaşadığımız sıkıntılı sürecin aşılması noktasında türlü arayışların yer aldığı ikili ilişkiler devam ediyor.
Üç gün öncesine kadar bu konuda bir işaret dahi gündemde değilken bir anda İsveç’in NATO’ya katılım protokolünün onaylanmasına ilişkin kanun teklifinin Meclis Genel Kuruluna getirilmesini yadırgadığımızı ifade etmek isterim.
Bazı görüşlere göre Amerika ile yapılan F16 uçakları konusunda bir sıkışıklığın varlığı öne sürülse de, bunun yanında akıllara ister istemez şöyle bir soru da gelebilecektir;
Acaba, ekonomideki sıkıntıların aşılması adına bir çıkış yolu aramak amacıyla yaklaşık bir aydır Amerika’da görüşmeler yapan ve yurda döner dönmez Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısına katılan Merkez Bankası Başkanı’nın, beklentilerimizin karşılanması konusunda, İsveç’in NATO üyeliği protokolünün Mecliste kabul edilmesi gibi bir şart mı ortaya konuldu da birden bu konu gündeme geldi, bunu da zaman gösterecektir.
İsveç’in NATO üyeliğine kabulü konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisince alınmış olan bu kararın ülkemizin güvenli geleceğine olumlu katkılar sağlamasını dilemekten başka bir şey bugün için elimizden gelmiyor.
Bölgemizde sürdürülen işgal, katliam ve soykırımın daha da geniş bir alana yayılması riski bugün hiç olmadığı kadar karşımızda dururken, güneyimizde bir Teröristan kurulması histerisi en yüksek dozda devam ederken, bunları kurgulayanlara kurumsal ev sahipliği ve kalkan olarak kullanılan NATO’nun daha da genişlemesine katkı sunmanın sonuçlarını elbette tarih yargılayacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle bir kez daha hepinize teşekkürlerimi ve en içten saygılarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun. ifadelerini kullandı.