“Artık silip süpürme süreci başlamalıdır.”
Aksakal; “Vatanını ve milletini gerçekten seven ve sevdiğini iddia eden herkesin bu tanımı “amasız, fakatsız” açıkça ortaya koyması, kırk yıldır verilen terörle mücadeleyi güçlendirmesi lâzımdır.”
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal açıklamasında;
“Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım,
Sizleri en içten duygularımla selâmlıyorum, hoş geldiniz.
Dün sabaha karşı 04:08’de merkez üssü Düzce ilimizin Gölyaka ilçesi olan 5,9 büyüklüğündeki deprem Ankara’ya ve İstanbul’a kadar tüm bölgede etkili oldu.
Öncelikle depreme maruz kalan tüm yurttaşlarımıza buradan geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum, Allah beterinden korusun. Ancak; bu depremde görüldü ki, yine bir kamu binası olan Adliye Binasının çatı katında ciddi bir hasar oluştu.
İnsan düşünmeden, sorgulayamadan geçemiyor; 7 Haziran 2008 tarihinde faaliyete geçen ve 01 Ağustos 2008’de resmi açılış töreni yapılan Adalet Sarayı binası bu depremde hasar alan yapılardan sadece bir tanesi.
Bunun dışında da birkaç binada da ağır hasarlar tespit edildi.
Bir kamu binası günümüzde ve onca deprem felaketi sonrasında inşa edilmiş olur da böyle bir sonuçla karşılaşılır?
Tesellimiz odur ki; deprem sabaha karşı oldu. Demek ki mesai saatleri içinde olsa Adliye önünde bulunan insanların üzerine düşecek olan yıkıntılar sebebiyle belki de can kayıpları yaşanacaktı.
Bu olanlardan sonra ilk tespitimiz şudur ki;
Demek ki akıllanmamışız!
Yaşananlar karşısında söylenecek tek söz budur.
Bu memlekette, yine Düzce’de 12 Kasım 1999’da bir deprem felaketi yaşadık, 854 canımız yitti, binlerce insanımız yaralandı ve milyarlarca lira maddi zararla yüz yüze kaldık.
Kazanç kayıplarını hesaba bile katmıyorum. Bu devlet ne zaman akıllanacak merak ediyorum. Hakikaten bu hadise göstermiştir ki yaşanan yıkımın tanımı ancak karaktersiz, kişiliksiz ve vatan haini bazı sözde yöneticilerin devlet mekanizması içerisinde halâ var olduklarıyla izah edilebilir.
Buradan Sayın Adalet Bakanı başta olmak üzere Düzce Cumhuriyet Başsavcısını göreve çağırıyorum.
Bu Adliye Sarayını.. “Saray” adı verilen bu binanın projesini çizenden, inşaatını yapana kadar, Yapı Denetim Yetkilisinden binayı teslim alanına kadar kim varsa yargı karşısına çıkarılmalı ve bunun hesabı sorulmalıdır.
Sadece bu değil, Gölyaka’da ve diğer yerlerde hasar gören yapıların da sorumluları mutlak surette hesap vermelidir.
Oluşan maddi hasarların tamamı da, ortaya çıkarılacak olan sorumlusundan derhal tazmin edilmelidir.
Hiçbir gerekçe bu talebimiz karşısında haklılık payına sahip olamayacaktır.
Depreme karşı alınacak önlemler sistematiğinde her ne hikmetse sürekli bir kentsel dönüşüm önerisi yer alıyor.
Artık anlamalı ve görmeliyiz ki günümüzde “kentsel dönüşüm” yerini rantsal dönüşüme bırakmıştır!
Daha önceki açıklamalarımızda da yeri geldikçe bu konudaki önerilerimizi hep paylaşa geldik; bugün yapılanların kentsel dönüşümle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
Olay tamamen rantsal dönüşüme endekslenmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın yatay mimari argümanı olası bir güçlü deprem felaketine karşı çözüm yöntemi olamaz.
Zira depremin yarattığı olumsuzluklar binaların çok katlı yapılmasından değil, çürük yapılmasından kaynaklandığı gözden uzak tutulmamalıdır.
Çok katlı binalar yapmak depreme ortam sağlamak değil tam tersine depreme kafa tutmaktır. Yeter ki dürüst olunsun, yeter ki standartlara uygun imalatlar yapılabilsin.
Bugün en önemli deprem ülkelerinden biri Japonya’dır. Peki 100- 150 katlı binalar orada niye yıkılmıyor da bizim gariban Düzce Adliyesinin çatı önü duvarı yer ile yeksan oluyor?
İşte bunun adı sahte iş yapmaktır, çalıp çırpmaktır!
Zaman daralıyor. 1999 Marmara ve Düzce depremlerinin üzerinden 23 yıl geçti. Beklenen büyük İstanbul depremi “bir gece ansızın gelebilir!”
Zaman geçirmeden gerçekçi önlemler alınmalı ve dünyevi beklentilerden arınarak gerçeklerle buluşulmalıdır.
Aksi halde doğacak manzara yüzyıllar boyu yaşanacak bir vicdan muhasebesinin zemini olacaktır.
Değerli basın mensupları,
Bugün 24 Kasım Öğretmenler günü.
Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” düsturuna inanmış biri olarak, bizlerin bugünlere gelmesinde büyük emekleri olan, her türlü şart altında bihakkın görev ifa eden tüm öğretmenlerimizin gününü kutluyorum.
Üzerinde özgürce yaşadığımız bu toprakları yeniden vatan yaparak bizlere emanet eden, 94 yıl önce Cumhuriyetimizin en önemli aşamalarından bir olan Harf Devrimini gerçekleştirerek “bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi var eden, bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretebilmemize imkân veren” Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm öğretmenlerimize minnet ve şükranlarımı sunuyor, Öğretmenler Günü’nü yürekten kutluyorum.
Bu vesileyle 24 Kasım gününü yaşayamadan hain terör örgütü PKK/PYD’nin Gaziantep/Karkamış’a yönelik roket saldırısında yaşamını yitiren Ayşenur öğretmenimiz nezdinde teröre kurban verdiğimiz tüm öğretmenlerimize de Allah’tan rahmet diliyorum.
İstanbul/Taksim’de İstiklâl Caddesinde önceki hafta meydana gelen istiklâlimize ve istikbâlimize kasteden bombalı saldırı sonrasında güvenlik güçlerimizin titiz ve etkin çalışmasıyla deşifre edilen terör yapılanmasından hesap sorma operasyonu TSK’nın sınır ötesi harekâtının birinci aşaması hava unsurlarının başarısıyla sonuçlanmıştı.
İşte bu Pençe – Kılıç harekâtına karşı, “olmayan akıllarıyla” sözde misilleme yapmaya çalışan alçaklar yaşadıkları cehennemin kat be kat fazlasına kendilerini hazırlasalar iyi olur, artık silip süpürme süreci başlamalıdır.
Allah tüm silahlı kuvvetler mensuplarımızı, istihbarat teşkilat kadrolarını ve güvenlik güçlerimizi korusun esirgesin, vatan savunmasında ayaklarına taş değdirmesin.
Tabii bu saldırıların sebebi ve gerekçeleri konusunda küresel emperyalizmin etkin aktörlerinin başrolünde kimler olduğunu kimlerin figüran rolünü üstlendiğini çok iyi biliyoruz.
Onun için Demokratik Sol Parti olarak her zaman olduğu gibi olayları tüm gerçekliğiyle irdeleyerek görüşlerimizi ve düşüncelerimizi açıkça ortaya koyuyoruz.
Devletimize ve vatanımıza musallat olmuş emperyalist yapıların kuklası terör örgütlerinin adı PKK/PYD’dir, DEAŞ’tır, FETÖ’dür, fakat hepsinin soyadı ABD’dir.
Vatanını ve milletini gerçekten seven ve sevdiğini iddia eden herkesin bu tanımı “amasız, fakatsız” açıkça ortaya koyması, kırk yıldır verilen terörle mücadeleyi güçlendirmesi lâzımdır.
Gerisi lâf-ı güzaftır, emperyalist stratejilerin figüranı olmaktır.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Her fırsatta söylediğimiz gibi terörle mücadelede kesin başarı elde etmenin yolu bölgesel barışın tesisi ile ancak gerçekleşebilir.
Atatürk’ün uyguladığı ve Demokratik Sol Parti’nin programında yer verdiği, hatta iktidarlarda bulunduğu dönemlerinde titizlikle hayata geçirdiği bölge merkezli dış politika ivedilikle yeniden gündeme getirilmelidir.
İsrail’le, Mısır’la başlayan normalleşme sürecinde zaman geçirmeden Suriye’ye de yer verilmeli, bu terör illetinden bir an önce kurtulmalıyız.
Her zaman söylediğim gibi geçmişte yaşanan yanlışlar, bugün elde edilecek milli menfaatlerimizin karşısına bir gerekçe olarak konulmamalıdır.
Dış politikada aslolan ülkemizin çıkarlarıdır.
Devletler arası ilişkilerde ve siyasette sınırsız dostluklar, sonsuz düşmanlıklar olamaz.
Dolayısıyla Mısır’la başlatılan diyalog ve girişimler doğru bir politikadır, aynı şekilde Suriye ile de eş zamanlı olarak süreç başlatılmalıdır.
Gerek terörle mücadelede, gerek bölgesel çıkarlarımızın güçlendirilmesinde ve gerekse doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizin yüceltilmesinde yararlı olacak zeminler kurgulanmalıdır.
Bir gelişmeye dikkat çekmek isterim; Mısır’la Türkiye arasındaki yakınlaşmanın hemen ertesinde Yunanistan’ın ne denli paniklediğini ibretle izlemeliyiz.
Dolayısıyla, her fırsatta “üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili” betimlediğimiz manzara artık “dört tarafı dostlarla” noktasında getirilmelidir.
Ancak bu durumda toplumsal huzur ve güven ortamı tesis edilebilir, ancak bundan sonra ekonomide güçlü kalkınma ve refah ortamı sağlanabilir.
Bu vesileyle terörle mücadelede sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığın kurutulmasının önemine bir kez daha işaret etmek isterim. Zira biraz önce de değindiğim gibi bölgemizdeki terör örgütlerinin adı ne olursa olsun soyadı ABD’dir, bunun en canlı kanıtı da dört gün önce ABD Özel Kuvvetler Komutanı
Jeff Dennis’in, Suriye’de özel eğitim verdiği PKK/PYD/YPG’li teröristlerin sözde mezuniyet törenine katılarak bir konuşma yapmasıdır.
Konuşmasında “Günaydın arkadaşlar, bugün bana konuşma fırsatı verdiğiniz için mutluyum Benim adım Jeff Dennis, Himo’daki ABD özel kuvvetleri komutanıyım. Başarınızla gurur duyuyoruz. Bu seviyeye gelebilmek için zorlu bir eğitimden geçtiniz. Sizi tebrik ediyor, başarılar diliyorum.” diyebilen bu görevli bir ABD askeridir ve işte bu sebeple ABD sadece terör örgütlerinin soyadı değil aynı zamanda bu bataklığın da adı ve adresidir!
Bunun üzerine strateji geliştirilemediği sürece terörle mücadele edildiğine dair bütün söylemler boş laftan ibarettir, jetlerin sortileri, atılan bombalar, sıkılan mermiler, verilen şehitler boşunadır.
Değerli basın mensupları,
Bugün Resmi Gazetede yayınlanarak kesinleşen 2023 yılı Yeniden Değerleme Oranı yaşanan enflasyonun gerçeğe daha yakın boyutunu göstermesi açısından önemlidir.
Israrla yüzde 85’ler düzeyinde gösterilmeye çalışılan enflasyonun esasen yüzde 122,93 olduğu görüldü.
Yıllık değerlendirmede birçok kalemde yüzde 300’lere varan fiyat farkları olduğunu hepimiz günlük yaşamdan biliyoruz.
Ne var ki devletin resmi rakamlarına itibar etmek zorundayız.
Vatandaşın içine düşürüldüğü ekonomik girdaptan kurtulma gayretine karşı Ekonomiden sorumlu Maliye ve Hazine Bakanı Sayın Nebati yeni bir “Zihni Sinir projesiyle” maçı idare etmeye gayretinde görünüyor.
Zira önceki gün açıkladıkları yeni tasarruf yöntemi olarak Sıfır Stopajlı Darphane Altın Sertifikasını devreye koyarak özellikle Kur Korumalı Mevduat Hesabı uygulamasındaki tıkanmayı ve zafiyeti giderme derdine düşmüşlerdir.
21 Aralık 2021 tarihinde başlayan Kur Korumalı Mevduat Sistemi bağlı bulunduğu döviz kuru olan ABD Dolarının son aylarda 18.40 ile 18.65 TL arasında sıkışmasından ve enflasyonun yüzde 85.5 (aslında yüzde 122,93) olmasından dolayı mevduat sahiplerine ciddi reel zarar vermeye başlamıştır.
Bu sistemin birinci yılının sonunda çözülen mevduatın ilk etapta dövize kaymasını engellemek için hükümet yetkilileri Sıfır Stopajlı Darphane Altın Sertifikası çıkarmış ve borsaya “Altın – S1” koduyla kote etmişlerdir.
Bu arada döviz kurlarının etkilenmemesi amacıyla başta hükümet yetkilileri olmak üzere, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Nebati ve Sayın Bahçeli borsayı teşvik ve tavsiye edici açıklamalar yapmaktadırlar.
Darphane Altın Sertifikası 4 aylık süre sonunda yani 21 Mart 2023’den sonra fiziki altına dönüştürülecektir.
Dünya da altının Ons’u 1.754 dolar seviyesinden işlem görürken konunun uzmanlarının, altının Ons üretim maliyetinin 1.200-1.375 dolar arasında olduğunu ifade etmeleri ve altının Ons’un da oluşan “omuz-baş-omuz” grafiği ileriki dönemde 2.000-2.250 dolar bandının görülebileceğini göstermektedir.
Altının Ons’unun söylediğimiz dolar bazlı rakamlara çıkması doların dünya para piyasaları içindeki güven endeksinin korunması halinde TL karşısında değer kazanmasının hızlanması, 2023 yılı içerisinde Darphane Altın Sertifika sisteminin rant piyasalarına fayda sağlayacağı ama ülkemize aynı umutlarla geçen sene çıkarılan Kur Korumalı Mevduatın yarattığı ekonomik zararlar gibi negatif bir etki yapacağı düşüncemizi şimdiden bir uyarı olarak paylaşmak isterim.
İnada gerek yok, gelin İzmir İktisat Kongresi Kararlarını yeniden hayata geçirelim, Karma Ekonomi Modeline geçiş yapalım, Devlet Planlama Teşkilatını ihya edelim, 5 yıllık kalkınma planlarımızı hazırlayarak “Önce üretim!” sloganıyla tarım sektöründen başlayarak hayvancılık ve turizm yatırımlarımızın önünü açalım.
Bu yöntemlerle çok kısa zamanda belimizi doğrultacağımıza emin olun. Demokratik Sol Parti olarak her zaman olduğu gibi doğruları söylemeye, muhalefet partisi olarak hükümetin yanlışlarına dikkat çekmeye ama aynı zamanda önerilerimizi de sunmaya devam edeceğiz.
Değerli basın mensupları,
Parlamentoda bütçe kanunu üzerindeki görüşmeler komisyonlarda devam ediyor.
Elbette Bakanlıkların sunduğu bütçe üzerinde muhalefet partilerinin eleştirileri ya da önerileri olacaktır. Bu sürecin doğal akışı da budur, ancak öyle diyaloglar gündeme düşüyor ki, bunların ne beşeri ilişkiler kurallarına ne de devlet adamlığı kurallarına uyan yanı var.
Yüksek perdeden konuşmalar, hakaret düzeyinde hitaplar inanın dışarıdan izleyenlere “demokrasi bu mu?” dedirtecek bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz.
Bu yakışmıyor, asil bir milletin temsilcilerinin görüntüsü bu olmamalı. Sayın Bakanlara, sayın Milletvekillerine seslenmek isterim, orada kendi aranızda konuşmuyorsunuz.
Orası milletin Meclisi ve siz milleti temsil ediyorsunuz. Ama ortaya koyduğunuz örnek asla Türk milletinin görüntüsü olamaz!
Lütfen kendinize gelin, asil Türk milleti dünyanın gözü önünde yapılan bu denli saygısızlıklara, bu denli laçkalıklara müstahak değildir.” şeklinde konuştu.