Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder AKSAKAL TBMM’de Basın Toplantısı Gerçekleştirdi
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Önder Aksakal, Türkiye Büyük Millet Meclisi Basın Toplantı Salonu’nda gündemle ilgili basın toplantısı gerçekleştirdi.
Açıklamasında, “Değerli basın mensupları,
Sözlerime başlarken Ulusal Kurtuluş savaşımızın, dünyadaki diğer mazlum halklara örnek olmuş milli mücadelemizin merkezi olan Ankara’mızın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Başkent ilân edilişinin 100.ncü yılını gururla kutluyorum.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi saygı ve minnetle anıyorum.
Değerli basın mensupları,
Ülkemiz, bölgemiz ve dünyamız tarihi günlerini ve bu önemli süreçte milletlerin kaderinin dizayn edilmek istendiği olaylar silsilesini yaşıyor.
Öncelikle İsrail – Hamas çatışmasının bölgemizin geleceği açısından olası sonuçları konusunda Demokratik Sol Parti olarak görüşlerimizi sizlerle paylaşmak isterim.
Özünde Musevi cemaati ile Filistinliler arasında ikinci dünya savaşı sonrasında başlamış olan bu çekişme 1948 yılında bölgede kurulan İsrail Devleti’nin genişleme stratejileriyle devam etmiş, 1967 yılından itibaren de İsrail’in gerek Filistin topraklarına, gerekse süreç içerisinde Ürdün ve Mısır topraklarına yönelik işgal oldu – bittileriyle bugünkü coğrafyası oluşturulmuştur.
Altı gündür yaşanan ve Hamas Örgütü militanları tarafından başlatılan kanlı çatışma ortamı, tüm dünyanın kaygıyla izlediği gibi bizi de hem kaygılandırmakta, hem de derinden üzmektedir.
Zira ortaya çıkan manzarada, neredeyse tamamı sivillerden oluşan masum insanlar yaşamlarını yitirmekte, bölgede büyük bir dram yaşanmaktadır.
Küresel emperyalizmin etkin aktörleri 2002 yılında Irak’ın işgaliyle birlikte adına Büyük Ortadoğu Projesi dedikleri stratejilerini hayata geçirmeye başladıklarında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condollezza Rise “Ortadoğu’da Türkiye de dahil 22 ülkenin sınırlarını yeniden çizeceğiz” demiş, tam da bugünleri tarif etmişti.
Ne ilginçtir ki, esasen Filistin meşru devlet iradesi dışında bir takım gizli istihbarat servislerinin eliyle kurulmuş bir örgütün ansızın gerçekleştirdiği saldırısıyla dünyanın gündemi bir anda değişiveriyor.
Yaşanan bu olay aklımıza El Kaide terör örgütünün Amerika Birleşik Devletlerinde Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yönelik gerçekleştirdiği 11 Eylül saldırılarını getirmiştir.
Bu olay öncesinde ve bugün dahi, normal yaşam tarzına sahip sıradan insanların bile dokuz kapıdan kontrol edilerek bindiği uçaklara silahlı teröristler elini kolunu sallayarak binebilmiş ve içinde bulundukları uçakları dünyanın en ileri savunma sistemlerine sahip bir ülkenin kalbine hançer gibi saplayabilmişlerdir.
O günden sonra Amerika’nın, El Kaide terör örgütünü barındırdığı gerekçesiyle Taliban’ı bitirmek üzere Afganistan’a girdiğine ve ardından Irak’ı işgaline tanıklık ettik.
İşte bu Hamas Örgütünün saldırıları sonrası yaptığı ilk açıklamada bugün benzer cümleyi İsrail Başbakanı Netanyahu da telaffuz ediyor. Ne diyor?
“Hamas’ın yaşayacağı zor ve feci olacak, harekâta girdik ve yeni başlıyoruz. Sizlerden kararlı olmanızı istiyorum çünkü Ortadoğu’yu değiştireceğiz.”
Bu sinsi girişimi, büyük bir devlet adamı deneyimiyle tespit eden Bülent Ecevit, Amerika’nın 2001 senesinde Türkiye topraklarını kullanarak Irak’ı işgal etme teklifini işte bu sebeple elinin tersiyle iterek reddetmişti.
Ecevit o dönemde, “Ecevit’siz ve MHP’siz” yeni bir hükümet oluşturulması girişimlerine karşı da, Irak’a yapılacak müdahalenin gelecekte en fazla Türkiye’yi etkileyeceğini, bölgede bir istikrarsızlık yaratacağını, bunun da bir felakete yol açabileceğini söyleyerek esasen bugünlerin resmini çizmişti.
Bu sebepler ışığında değerlendirmek gerekirse, bugün yaşananları 2002’de muhatap olduğumuz süreçten ayrı düşünmek bizleri büyük bir yanılgıya ve yanlışa götürür.
Nitekim Büyük Ortadoğu Projesinin aşamalarından biri olan ve uzunca bir süredir Türkiye Cumhuriyeti devleti içerisine yerleştirilmiş FETÖ terör örgütü yapılanmasının 15 Temmuz hain darbe kalkışması her şeyi ayan beyan ortaya çıkarmıştır.
Suriye’nin kuzeyinde konuşlandırılmış YPG/PYD/PKK terör örgütlerinin gerek askeri, gerek lojistik, gerekse ekonomik olarak beslenmesi ve desteklenmesi de esasen Türkiye’yi de içerisine alan bu sinsi planın bir parçasıdır.
Terörü ve emperyalist işgal saldırılarını dünyanın neresinde olursa olsun gerçekleştirenleri, dünyayı tümüyle hâkimiyeti altına alma histerisindeki bu sistemin, tüm değer yargılarını ayaklar altına alma girişimini reddediyoruz.
Bugün İsrail’de yaşanan çatışmanın karakteristik yapısı, kendisine “insanım” diyen hiçbir canlının kabul edemeyeceği ve içine sindiremeyeceği özellikler taşımaktadır.
Kendisini mensubu olduğu halkı için “özgürlük savaşçısı” olarak tanımlayan hiçbir militan ya da örgüt, masum sivilleri hedefine koyarak eylem yapmaz, saldırmaz, saldıramaz.
Kendisini devlet olarak gören hiçbir yapı terörle mücadele ediyorum gerekçesiyle masum sivilleri de hedefine koyarak karşı saldırıda bulunmaz, bulunamaz. Aksi takdirde “devlet olma” özelliğini tartışmaya açar.
Öncelikle bu kıstaslar kapsamında Hamas örgütünün İsrailli sivilleri hedef alarak yaptığı saldırıları, şiddetle lânetlediğimizi buradan belirtmek istiyorum.
Buna karşılık İsrail’in, bu çatışmaları “savaş” olarak adlandırmasını, karşı saldırılarıyla masum insanların yaşamlarına kasteden uygulamalarını da şiddetle kınıyor ve lânetliyoruz.
Savaş devletler arasında olur ve savaşların da bir kuralı, kendi içinde bir saygınlığı vardır.
Bu kapsamda bakıldığında İsrail – Hamas çatışması bir savaş değildir, her ikisinin de hamisi olan emperyalist sistemin bölgesel dizayn projesine dayanak yapılmak istenen gerekçe senaryosudur.
Eğer bu olayı bir savaş olarak kabul edersek, kırk yıldır sürdürdüğümüz bölücü terörle olan mücadelemizi de zaafiyete uğratırız.
Türkiye olarak bu konuda önemli bir misyon üstlenebileceğimize inanıyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Ukrayna – Rusya savaşı sürecinde, büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” politikası temelinde yürüttüğü diyaloglar, aynı şekilde İsrail ve Filistin başta olmak üzere bölge ülkeleri nezdinde yapılacak girişimlerde de sağlanabilir.
Bir takım görüşmelerin telefon diplomasisi yöntemiyle de olsa başlamış olması memnuniyet vericidir.
Demokratik Sol Parti olarak bizim de öngördüğümüz bölge merkezli dış politika anlayışı temelinde, bu sorunların ancak bölge ülkelerinin iradeleriyle çözülebileceği hususu öne çıkarılmalıdır, Ortadoğu’ya müstemleke gözüyle bakan küresel emperyalist sistemin aktörlerine asla fırsat verilmemelidir.
Kabul etmeliyiz ki burada çok ciddi bir yaşam savaşı vardır.
Türkiye olarak öncelikle Tük Kızılay’ı bölgeye gönderilmelidir. Tıpkı pandemi sürecinde tanık olduğumuz gibi burada acilen sahra hastaneleri kurulmalı, Gazze’ye yapılan orantısız saldırılar ve insanlık dışı uygulamalar altında kalan insanlar koruma altına alınmalıdır.
Türkiye olarak Mısır üzerinden bölgeye ulaştırılacak insani yardım malzemelerinin buradan uluslararası statüye sahip Türk Kızılayınca koordinasyonu önem arz edecektir.
Bu vesileyle karşılıklı sürdürülen menfur saldırıların bir an önce son bulması dileklerimizi belirtiyor, çatışmalarda yaşamını yitiren Musevi – Müslüman tüm insanlara Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar temenni ediyorum.
Değerli basın mensupları,
Ekonomide yaşanan önemli sorunlar ve özellikle emeklilerimizin Temmuz ayından bu yana uğradıkları haksız ve mesnetsiz maaş artışı sonrasında, başta bizlerin olmak üzere kamuoyu baskısıyla yapılmaya çalışılan iyileştirme çalışmalarının sonucu itibariyle bir yaraya tuz olamadığını üzülerek görmekteyiz.
Daha önce de belirttiğimi gibi, Sayın Cumhurbaşkanımıza bu “Zihni Sinir” projeleri kimler tarafından sunuluyorsa, zaman geçirmeden bunlar yakın takibe alınmalı, kime ve nereye hizmet ettikleri dikkatle değerlendirilmelidir.
Emeklilerimizin “çalışmayan kesimlerine” Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı ikramiyesi gibi bir defaya mahsus 5 bin lira para vermenin hangi yarayı tuzlayacağı incelenmeli ve bilinmeliydi.
Geçinme konusunda bir sıkıntısı olmayanlar emekliler zaten çalışmıyorlar. Emekli maaşı yetmeyen yurttaşlarımız da kendilerine en uygun bir lokasyonda ve şartlarda evini geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kalıyor ve bir onurlu yaşam mücadelesi veriyor.
Ne yazık ki ihtiyacı olan çalışanlara değil, çalışmayanlara yönelik bu ikramiyenin tahakkukundan derhal sarf-ı nazar edilmeli, Anayasamızın eşitlik ilkesi temelinde tüm emekliler için aynı şekilde maaşlarında bir atış sağlanabilmelidir.
Daha önce de defalarca ifade ettik, yine söylüyoruz; üretmeden tüketmek ve sonucunda mutlu bir yaşam beklemek hayalden başka bir şey değildir. Artık hükümet bunu görmek zorundadır.
Geçmişte yapılan yanlış ekonomi politikaların yarattığı toplumsal sıkıntılar ve üst üste gelen küresel salgın hastalık, sel, yangın, deprem gibi doğal felaketlerin açtığı büyük yaralar tabii ki el birliğiyle sarılacak.
Ama bunun bütün yükü, sayıları 15 milyona ulaşmış olan emeklilerimizi 7.500 lira maaşa mahkûm edilerek onların omuzlarına atılamaz.
Bu baskıların hangi kademelerce kurgulandığını biliyoruz ve görüyoruz.
O zaman demek ki kendi ekonomimizi, yerli ve milli değerlerimizi içselleştirmiş, aramızda ve içimizde yaşayan, özgün yaşam koşullarımıza vakıf yöneticilerimizle birlikte kurgulayıp yönetmeliyiz.
Adı ve ikinci tabiyeti Türk olmakla yerli ve milli olunmuyor.
Demokratik Sol Parti olarak bunu 57.nci Hükümet döneminde Kemal Derviş’i ekonominin başına getirmekle gördük ve yaşadık.
Çiftçimizin ve tarımsal politikalarımızın nasıl iğdiş edildiğine, gerçek üretimden nasıl uzaklaştırıldığımıza tanık olduk.
Aynı hataları sürdürmenin kimseye bir yararı dokunmaz.
Eğer gerçekten milli değerlerimizi güçlendirmek amacını güdüyorsak, eğer gerçekten bölgemizde oluşturduğumuz siyasi etki gücümüzü bir üst seviyeye taşımak istiyorsak Sayın Cumhurbaşkanı derhal yeni bir yapılanmaya gitmeli, ekonomimiz küresel emperyalist sistemin yörüngesinden kurtarmalıdır.” ifadelerini kullandı.