Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder AKSAKAL TBMM’de Basın Toplantısı Gerçekleştirdi
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Önder Aksakal, Türkiye Büyük Millet Meclisi Basın Toplantı Salonu’nda gündemle ilgili basın toplantısı gerçekleştirdi.
Açıklamasında,
Değerli basın mensupları,
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken, çağın gereği bilimin, üretimin ve teknolojinin kullanımında kapitalist zihniyetle birlikte gördüğümüz, her ne şart altında olursa olsun “kazanmak, daha çok kazanmak” histerisi dünyamızı da her geçen gün yaşanamaz boyutlara evriltiyor.
Bütün bunların sonucu olarak da tüm dünyanın karşı karşıya olduğu iklim krizinin acı sonuçlarını doğal olarak biz de ülkemizde fazlasıyla yaşıyoruz.
Yaz aylarındaki kesintisiz yangınlarla kaybettiğimiz binlerce hektar orman alanı, yaşadığımız can ve mal kayıplarının devamında kış aylarına geçiş yaptığımız bu süreçte aşırı yağışların meydana getirdiği sel felaketleri, denizlerde yaşanan yüksek hızda rüzgâr ve fırtına sebebiyle de can ve mal kayıplarına sebep olmaktadır.
Hafta sonunda Diyarbakır ve Batman’daki yağışlarda 9 yurttaşımızı yitirdik, Zonguldak’ta meydana gelen fırtına sonucu parçalanan ve batan gemilerdeki 1 denizcimiz yaşamını yitirdi, 11 denizcinin aranmasına da devam edilmektedir.
Her ne kadar umutlar azalsa da tez zamanda onların da sağ-salim bulunmaları en büyük dileğimizdir.
Bu elim kazalarda yaşamını yitiren kardeşlerimize de Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, sabır ve netanet diliyorum.
Tüm olumsuz hava şartlarına rağmen arama kurtarma faaliyetlerini gerçekleştiren ekiplere de kolaylıklar diliyorum.
Değerli basın mensupları,
Yarından sonra 24 Kasım Öğretmenler Gününü kutlayacağız.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e “Başöğretmen” ünvanının verildiği günün 95.nci yıldönümü olan bugün, öncelikle Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” veciz sözü üzerine bina edilecek değerler manzumesiyle özleştirilmesi gereken gündür.
Büyük Atatürk, işte bu veciz sözün içeriğine de atıfta bulunarak “Öğretmenler; Yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır.” demek suretiyle bilimin ve eğitimin esas alınması gereğine işaret etmiştir.
Atatürk, “Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran irfan (bilim, kültür) ordusudur.” diyerek hedef yapıyı da tarif etmiştir.
Bu vesileyle ben de tüm Öğretmenlerimizin bu kutlu gününü tebrik ediyorum, öncelikle Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, ilk öğretmenim rahmetli babama ve ebediyete irtihal etmiş tüm öğretmenlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Özellikle, PKK terör örgütünün saldırılarında katledilen şehit Öğretmenlerimizi saygıyla, rahmetle, minnetle yâd ediyorum.
Şehitlik mertebesi sadece öğretmenlerimize değil aynı zamanda vatanımızın kahraman bekçileri güvenlik güçlerimizin de eriştiği yüce makamdır.
Önceki gün Pençe-Kilit Operasyon bölgesinde yine hain kurşunların hedefi olan evladımız Üsteğmen Abdullah Köse’yi vatan toprağına emanet ettik.
Ailesine, sevenlerine ve silah arkadaşlarına sabır ve metanet diliyorum. Allah rahmet eylesin, makamı âli, mekânı cennet olsun. Milletimizin başı sağ olsun diyorum.
Fakat ne acıdır ki, kahraman şehitlerimize rahmet ve minnet duygularımızı ifade ederken hafta sonu gerçekleştirdiğim Güneydoğu Anadolu programım kapsamında ziyaret ettiğim Diyarbakır Annelerinin feryatları kulağımızda çınlamaya devam ediyor.
Sözüm ona “vicdani red” gerekçesiyle vatan savunmasına katılarak askerlik görevini yapmayan ve yapacak olanları da englleyen eli kanlı terör örgütü mensuplarının, daha 8 – 10 yaşlarında çocukları dağa kaçırıp onları, devletine silah sıkan bireyler haline getirmesinin yarattığı travma, anaların yüreğinde bir kor gibi yanmaya devam ediyor.
İnanıyor ve güveniyoruz ki, bu acılar en kısa zamanda son bulacak, anneler evlatlarına mutlaka kavuşacak, emperyalizmin uşağı eli kanlı PKK/PYD terör örgütleri hak ettikleri akıbetle mutlaka yüzleşeceklerdir.
Tabii, şunu da kabul etmeliyiz ki; terörle mücadele sadece devleti yönetenlerin değil, tüm toplum kesimlerinin, hatta tüm dünya milletlerinin elbirliği ile yürütülmesi gereken bir insanlık sorunudur.
Ama bunu göremediğimizi, dahası tam tersine kendi ülkemizde yuvalananların dahili bedhahlar eliyle beslendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bir taraftan PKK terör örgütünün parlamentodaki siyasi uzantısı olan partinin mensupları nasıl parlamento çalışmalarını dağdaki eşkıyaların aynı ruh haliyle sekteye uğratmaya çalışıyorsa, diğer taraftan sözde Atatürk’ün partisi olarak kendini lanse eden Y-CHP’nin bazı yöneticileri emperyalizme uşaklık etme misyonunu tereddütsüz yerine getirmeye devam ediyor.
Bakınız; geçtiğimiz hafta sonu PKK terör örgütünün Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bazı elemanlarıyla bir opera etkinliğinde buluşan ana muhalefet partisi CHP’nin emanetçi başkanı, konserde bize göre sözde sanatçı bir bölücünün elini öpüyor.
Kim? Atatürk’ün partisi denilen CHP’nin Genel Başkanı!
Tek kelimeyle Yazıklar olsun!
Dünyada mazlum halklara örnek olmuş bir ulusal kurtuluş savaşı veren, emperyalist işgale karşı bu asil milleti kul olmaktan kurtaran bir dünya liderinin kurduğu partinin bugün getirildiği duruma bakar mısınız?
Sınırları şehitlerimizin kanıyla çizilmiş Anadolu topraklarının güney doğusu için “Türkiye’nin işgali altında” diye tanımlayan, yeni kurulmuş lâik, demokratik Cumhuriyet rejimine başkaldırıp isyan hareketi örgütleyen İngiliz ajanı, emperyalist uşağı, vatan haini Seyyid Rıza’nın dizinin dibinde resim veren birinin elini öpmek, emperyalist İngiltere’nin, Amerika’nın elini öpmektir.
Böyle bir görüntü, küresel emperyalist yapıya göz kırpmaktır, onlara hitaben “emrinize amadeyim” demek, Amerika’ya, İsrail’e selam çakmaktır.
“Benden önce Genel Başkan olan Kılıçdaroğlu’nun bıraktığı yerden devam etmeye hazırım” mesajı göndermektir.
Evrensel iletişim dili olan sanatı, sinsi emelleri için araç olarak kullanan vatan hainleri ve Cumhuriyet düşmanı figürlerin elini öpmek, başta Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e sıkılmış kahpe bir kurşundur.
Atatürk’ün kurduğu bir partinin liderinin verdiği bu utanç pozu, aslında CHP’de hiçbir şeyin değişmediğinin açık göstergesidir.
CHP’nin gerçek Atatürkçü yapıdaki tabanında oluşan infiali yatıştırmak için yapılan açıklamalarında bu rezilliği “sanat” kisvesi altına almaya çalışmak, kelimenin tam anlamıyla yaptığının üzerine tüy dikmekten başka bir şey değildir.
İsrail’in Gazze’de yürüttüğü insanlık dışı saldırılarla açık bir soykırım uyguladığı ortamda, Filistin’deki masumların gözyaşlarını, ülkemizde yaşanan doğal felaketlerde yaşamını yitirenler ve çevresindeki olayları görmezden gelerek opera dinletisine gitmenin bile tam anlamıyla bir akıl tutulması olduğunu üzülerek paylaşmak isterim.
Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladığımız dönemde bu denli bir pespayelik asla hoş görülemez, bunu savunmak adına ortaya koymaya çalıştıkları gerekçelerle de lâik demokratik Cumhuriyet değerlerine yürekten bağlı, Atatürk’ün ilkelerine inanmış yurttaşlarımızın gözünde kendilerini asla temizleyemeyeceklerdir.
Şu kadarını belirtmeliyim ki, 38.nci yaşını kutlayan Demokratik Sol Parti her şart altında kadim Türk devletinin ve asil Türk milletinin milli ve manevi değerleriyle bezenmiş siyasi geçmişiyle halkımızın sığınabileceği en güvenli limandır, Tam Bağımsız Türkiye idealiyle yürüdüğümüz bu yolda vatanımızı ve milletimizi bölmeye çalışanlarla kol kola girmiş bunlar gibi terörist sevicilere asla ve asla fırsat vermeyecektir.
Değerli basın mensupları,
Ekonomide içinde bulunduğumuz zor koşulların hepimiz farkındayız.
Geçtiğimiz yakın süreçte tüm dünya ile birlikte yaşanan birtakım olumsuzluklar, kendimize özel yaşadığımız asrın felaketi 6 Şubat depremlerinin açtığı yaralar tabii ki telafisi zor olan olaylar zinciridir.
Ancak devlet insan için vardır, vatandaşının insanca yaşam koşullarını yaratmak gibi bir misyonun sahibidir. Bunun ama’sı, fakat’ı olamaz.
Toplum, sıkıntıların gerekçesini kabul etmekle beraber, çözümün de bir an önce üretilmesini bekleyecektir. Bu en doğal hakkıdır.
Devleti yöneten yapı, sıkıntıları bir nebze olsun rahatlatabilmek için ortaya koyduğu yöntemleri uygularken hakkaniyet esaslarından uzaklaştığında toplumsal birlikteliğin erozyonuna hizmet etmiş olur.
Temmuz ayında çalışanlara yapılan ücret artışı yanında emekliler uygulanan zam yöntemin doğru olmadığını her fırsatta gerekçeleriyle birlikte ortaya koyduk. Bu hayat pahalılığında bir emeklinin 7.500 lira ile insanca yaşam koşullarına erişemeyeceği aşikardır.
Bu eksikliği telafi edelim derken bir “Zihni Sinir Projesi” olan Cumhuriyetin 100. yılı münasebetiyle sadece çalışmayan emekliler için bir defaya mahsus 5.000 lira zam kararı maalesef derin yaralar açmış, emeklinin devletine olan güven duygusunu tahriş etmiştir.
Şimdi, bir emekli çalışmak zorunda kalıyorsa zaten 7.500 lira yetmediği için çalışıyor. Ama bunun yanında gerek ailesinden kalan varlıklarıyla gerekse kendi edindiği olanaklarla bir tane, üç tane, beş tane vs. gayrimenkulü olup buralardan kira geliri elde eden ama çalışmıyor görünen emekli bu 5.000 lirayı almaya hak kazanıyor, evini geçindirebilmek için mutlaka çalışmak zorunda kalan emekli kapsam dışı kalıyor. İşte bu olmadı!
Öte yandan vatandaş işyeri sahibiymiş, dükkanını kapatmış hiçbir iş yapmıyor ama Vergi dairesinde kaydı devam ediyor diye kapsam dışı kalıyor. Bu da olmadı!
İnsanlar pandemi sürecinde borçlandılar, bugün bu borçlarını ancak ilave bir işte çalışarak elde edeceği gelirle ödeyebilecekler. Siz bunları çalışıyor diye bu ikramiyeden mahrum bırakırsanız en hafif deyimiyle Allah’ın gücüne gider.
Daha önce de söylemiştim; bu Cumhuriyet sadece çalışmayan emeklilerin Cumhuriyeti mi? Çalışanlar da bu Cumhuriyetin vatandaşları değil mi?
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Eğer ivedilikle bir yeni düzenleme getirilmezse emekli bunu unutmaz bizden söylemesi.
Değerli basın mensupları,
Ülkemiz gündeminin meşgul edildiği bir diğer konu ise, “yüzde 50+1” meselesidir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine daha 4,5 yıl varken, böyle bir gündemi gereksiz bulduğumuzu ifade etmek isterim.
Yeni Anayasal sistem, halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’nın kuracağı Kabine eliyle devletin yönetimini esas almış ve devlet işleyişi buna göre planlanmışken, eğer bu görev en çok oy alan adayla deruhte edilirse bu bizi yüzde 20 ile seçilen bir Cumhurbaşkanı’nın yüzde 80 çoğunluğun hilafında bir yönetim dayatmasına götürür ki, bunun sonu kaos olur.
Yeni Anayasa çalışmaları kapsamında değerlendirilmesi gereken hususları bugünün meselesi haline getirmenin kimseye bir yararı yoktur.
Dolayısıyla daha fazla detaya girmeden şu kadarını söylemeliyim ki, bizim bugün tartışacağımız, kafa yoracağımız konu Cumhurbaşkanı’nın yüzde kaç oyla seçileceği konusu değil, 31 Mart seçimlerinden elde edeceğimiz başarının alt yapı çalışmaları olmalıdır.
Cumhur İttifakı bileşenleri, bağlı olduğumuz değerler çerçevesinde ilkelerimizden ve bütünlüğümüzden ödün vermeden yerel seçimlere odaklanarak çalışmalarımıza devam etmelidir.
Biz Demokratik Sol Parti olarak, Türkiye’nin 81 ilinde, tüm ilçelerinde çalışmalarımıza ara vermeden devam ediyoruz.
Değerli basın mensupları,
Gün geçmiyor ki, muhalefet bir skandalla daha ortaya çıkmasın.
14 ve 28 Mayıs’taki seçim yenilgisi sonrası parti içi kriz ve kumpaslardan kurtulamayan muhalefet partilerinden biri daha skandallarla adeta çalkalanıyor. Partinin Milletvekilleri, il ve ilçelerdeki yöneticileri birer birer istifa ediyor.
Yolsuzluk iddialarının ardı arkası kesilmiyor.
Kısacası yaşanan bu manzaralarla 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde milletimizin verdiği kararın doğruluğu bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Şimdi buradan sormak isterim; bölücülerin elini öpenlerin yer aldığı partilere, birbirlerini yolsuzlukla itham eden yöneticilerin olduğu partilere, birbirlerinin kuyusunu kazan, arkasından söylenmedik kötü laf bırakmayan siyasilere Türkiye’nin yönetimi emanet edilebilir miydi?
Daha öncede defalarca söylediğim bir cümleyi tekrar söyleme gereği duyuyorum.
Seçimlerde yurttaşlarımızın %52 si, teslim edilmemesi gerektiğini bildi ve doğru karar verdi, seçimden sonra da kalan %48 i bunu görmüş ve anlamış oldu.
28 Mayıs seçimleri geride kaldı, şimdi 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri var önümüzde.
Bu iddialara yanıt veremeyen, kendi partisindeki sorunlara dahi çözüm bulamayan bu partiler Yerel Yönetimlerde vatandaşın sorunlarına nasıl çözüm bulacak?
Paramparça olan ittifaklarıyla, aday krizleriyle, yolsuzluk iddialarıyla çalkalananlar, yerel yönetimlere hangi yüzle talip olacak? Bunu vatandaşlarımızın vicdanına havale ediyorum.
Eminiz ki, 28 Mayıs’ta gerçekleri gören ve muhalefete gerekli dersi veren seçmen, yerel seçimlerde de bugün ellerinde bulundurdukları Belediyeleri geri alarak gerekli dersi kendilerine verecektir.
Sözlerime burada son verirken, öncelikle bölgemizi tehdit eden Amerika ve İsrail devlet terörünün bir an önce son bulması, en azından ateşkesin acilen sağlanarak rehine krizinin sonlandırılması dileğimi yineleyerek sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum. ifadelerini kullandı.