BültenGenel Başkanımızdan HaberlerPartimizden HaberlerVideolar

DSP 39. Yaşını Kutladı

Partimizin 39. Yıl Dönümü” dolayısıyla TES-İŞ Sendikası toplantı salonunda kutlama programı düzenlendi.

Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal yaptığı konuşmada,

“Saygıdeğer konuklarımız,

Bu toplantımızda bizleri izleyen kıymetli basın emekçileri,

         12 Eylül Faşizmine karşı emeğin hak mücadelesinden doğan, kurucularının hepsi isimsiz kahraman olan, halkçı Ecevit’in önderliğinde 39 yıl önce “Bizim İki gücümüz var, biri halk, biride hak”  diyerek yola çıkan, Atatürk’ün ışığı altında yürüyen Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik, Cumhuriyetçi, Devrimci insanların partisi, Demokratik Sol Parti’nin vefakâr ve cefakâr neferleri,

Kıymetli yol arkadaşlarım,

Hepinizi en içten saygılarımla, sevgiyle, muhabbetle selâmlıyorum!

Hoş geldiniz, safalar getirdiniz!

Bugün burada, bu şanlı bayrağın altında, Partimizin 39.ncu kuruluş yıldönümünde yine hep birlikte sizlerle omuz omuza olmak, kol kola yürümek benim için kıvançların en büyüğüdür.

Çok zor ve meşakkatli dönemleri birlikte yaşadık ve bugün olmuş halâ daha yaşıyoruz.

Gerek Partimize karşı yapılan 2002 sivil darbesi, gerekse 2007 seçimleri döneminde üzerimize kurgulanan psikolojik cendere operasyonu ile seçimlere katılmayışımız ve katıldığımız her seçim dönemi öncesinde  kişisel hırslarının esaretinde çırpınan, geçmişte Ecevit’i sırtından hançerleyen, sonrasında da başka partilerin merdivenlerinde ellerinde adaylık başvuru formlarıyla bekleyerek ömürlerini geçirmiş bir takım “sözde Ecevitçilerin” gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medya mecralarını kullanarak yaptıkları saldırılar, açıklamalar, elbette sizlerde ve bizlerde telâfisi zor yaralar açtı.

Hatta hatırlayacaksınız, bu partide Örgüt Kurulu Başkanlığı da yapmış, kül tablası temizlerken tesadüfen Bakan olmuş biri de İYİ parti rozetini takarken “buraya borcumu ödemeye geldim” diyerek pespayeliğin zirvesine oturmuştu.

Ancak, bir taraftan bizi siyaset sahnesinden tamamen silmek isteyen küresel sistemin yok gösterme gayretleri, diğer taraftan Partimizi kurumsal olarak kapattırma stratejisi kuranlarla iş tutanlar, doğrusunu söylemek gerekirse zorlukların adamı Bülent Ecevit’in talebeleri olarak bizleri pes ettirmek yerine daha da motive etti, mücadele azmimizi daha da kamçıladı.

Ama yılmadık, asla yılmayacağız!

Ecevit 39 yıl önce “sıfırla” yola çıktı, 14 yılda DSP’yi Türkiye’nin birinci partisi yaptı.

2006’da Başbakanımızı, Onursal Genel Başkanımızı ebediyete uğurladık, 10 sene sonra yeniden yola çıktık ve bu kez biz sıfırdan değil, maalesef eksiden başladık.

Aradan geçen 8 yılda her türlü baskı, entrika, kumpas, hakaret ve engellemelere karşı Demokratik Sol’un akgüvercinli bayrağını Türkiye Büyük Millet Meclisine yeniden asmayı başardık.

Bu başarı, işte bugün burada bulunan, inancı kuvvetli, iradesi sağlam, başını öne eğmeden mücadelesini sürdürmüş olan sizlerin başarısıdır.

Bu başarıyı kimse küçümseyemez, hiç kimse bu emeği görmezden gelemez, yok sayamaz!

Demokratik Sol Partimizin 39.ncu yaşı hepimize ve asil Türk milletine kutlu olsun!

Değerli arkadaşlarım,

Ama dikkat ederseniz “yeniden yolun başındayız” dedim, “yeniden bir kutlu mücadelenin eşiğindeyiz” dedim.

Bu mücadele Demokratik Sol Partiyi yeniden yurdun bütün köşelerinde, 783.562 kilometrekare vatan toprağının her karışında yurttaşlarıyla kucaklaştırma mücadelesidir.

Bugün Türk milleti, küresel emperyalist sistemin oyuncağı haline gelmiş, kendi siyasi geleceğinden başka bir şey düşünmeyen, halkın parasını kendi siyasi ikbali uğruna hesapsızca ve pervazsızca iç eden siyasi aktörler elinde her geçen gün kan kaybediyor.

Bugün, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, insanlar oy verdikleri partilerinden mutlu değiller. Fikirsel ve eylemsel savrulmaları, öğretilmiş çaresizlik girdabında kuru bir dal gibi sürüklenmeleri halkın geleceğe dair umutlarını da yok ediyor.

Bir taraftan Ortadoğu’da ve bizim coğrafyamızda yeni şehir devletçikleri kurma peşinde olan yapıların Cumhuriyetin ikinci yüzyılına adım attığımız bu günlerde lâik Cumhuriyete karşı fütursuzca toplumsal ayaklanma çağrıları olurken, bu çağrılara, duysa da kulağını kapatan sözde Atatürkçüler, 25 sene önce bağımsız Türk yargısına teslim ettiğimiz terörist başını milletin meclisine davet eden sözde milliyetçiler, halkı bütün değer yargılarını yeniden sorgulamaya sevk etmiştir.

İktidardan uzaklaştırıldığımız 23 yıl öncesine dönüp baktığımızda belki büyük bir refah içerisinde Türkiye manzarası yaratılamamış olabilir, dünyanın ileri medeniyetleri düzeyinde bir toplumsal yaşam bırakamamış olabiliriz ama 23 yıl önce biz;

  • İlk çıkardığımız Bankacılık Yasasıyla 50 milyar dolarlık banka soygununu tespit ederek bankaları yeniden güvenli hale getirmiş,
  • Çamura batmış bir ekonomiyi bataklıktan çıkarmış,
  • 19 yıl sürmüş ve binlerce insanımızın yaşamını yitirmesine, binlerce askerimizi, polisimizi, jandarmamızı, korucularımızı şehit eden PKK terör örgütünü bitirmiş,
  • Elebaşını taa Kenya’dan getirip bağımsız Türk yargısına teslim etmiş,
  • Üzerimize oynanan küresel senaryoları bir bir boşa çıkarmış,
  • Tüm komşularımızla var olan anlaşmazlıklarımızı sonlandırmış ve hatta Yunanistan’la “sirtaki” oynama aşamalarına kadar getirmiş,
  • AB yöneticilerini Ankara’ya ayağımıza kadar gelmek zorunda bırakarak tam üyelik adaylığı statüsünü kazandırmış,
  • Büyük Marmara ve Düzce depremlerinin bir taraftan yaralarını sararken diğer taraftan yüzde 99’lar düzeyindeki enflasyonu üç buçuk yılda yüzde 29’lar seviyesine indirebilmiş,
  • Başta Türk Medeni Kanunu olmak üzere 384 yasa çıkararak toplumsal düzenin yeniden tesisini sağlamış,
  • Daha sayamayacağım birçok yapısal reformlarla adeta bir Sessiz Devrim yapmış,

Ülkeyi bu manzarayla bırakmıştık.

Değerli Demokratik Solcular, kıymetli yol arkadaşlarım,

Türkiye bugün Demokratik Sol Parti’nin iktidarda ilk kez yer aldığı 55.nci Cumhuriyet Hükümetinin öncesindeki manzaranın bire bir aynısını yaşamaktadır.

Resmi rakamlara göre bugün enflasyon oranı yüzde 45. AB kapıları neredeyse tamamen kapanmış, komşularımızla karşılıklı bir güvensizlik ortamı içerisinde, küresel emperyalizmin ülkemizi doğrudan hedef tahtasına koyduğu bir dönemi yaşıyoruz.

Bu görüntü bizi çok rahatsız ediyor!

Sizlere şunu söylemek isterim ki, geçen 23 yılı iki ayrı dönem olarak değerlendirmek gerekirse, ekonomik kalkınma modelindeki farklı anlayışların getirdiği dayatmalarla bugün halkın yaşadığı zor şartları hiç de hak etmediğine dikkatinizi çekerim.

Türkiye bugün daha büyük sıkıntıları ve riskleri bir arada yaşıyor.

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve insanlık tarihinin ender salgınlarından biri olan Covid 19 pandemisi süreci ve sonuçları, 6 Şubat’ta 11 ilimizde neredeyse taş taş üzerinde bırakmayan şiddetli depremin yarattığı toplumsal travma, bütün bunlara ilave olarak da yeniden azdırılmış PKK/PYD terör örgütlerinin ABD adına yürüttükleri vekalet savaşının üzerimizdeki maddi manevi yükü, hadisenin vahametini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Diğer taraftan Ortadoğu ve Afrika’da 22 ülkenin sınırlarını yeniden çizeceğiz diyerek işe koyulan Amerika, bugün İsrail’in taşeronluğunda belirlediği hedefe adım adım yaklaşmaktadır.

13 aydır Gazze’de yaşanan katliam ve soykırımların bir benzeri Lübnan halkına yönelik olarak ve genişleyerek sürmektedir.

Değerli yol arkadaşlarım,

Ülkemiz çok uzun zamanlar öncesi hesaplanmış ve planlanmış bir senaryoyla tarihsel geçmişinden, 100 yıl önce yedi düvele karşı meydan okuduğu milli ruhundan kopartılarak bir yok etme stratejisiyle karşı karşıyadır.

Bu kirli planı 23 yıl öncesinden gören Bülent Ecevit, hayatı pahasına ortaya koyduğu milli duruşundan hiçbir zaman taviz vermemiş ve kendisinden sonraki süreçte yaşanabilecek olasılıkları da göz önüne alarak bizlere aynı duygu ve kararlılıkta mücadeleyi vasiyet etmiştir.

Aktif siyaset görevinden ayrılırken, üzerimize oynanan oyunları görerek, esasen demokratik siyaset ortamının yaşatılmasında Demokratik Sol düşüncenin önemine vurgu yapmış “Biz sana mecburuz DSP, Türkiye sana mecbur DSP!” diyerek duygularını tanımlamıştı.

Evet; biz DSP’ye mecburuz!

Sadece biz değil, yine Ecevit’in söylediği gibi Türkiye DSP’ye mecbur!

Atatürk’ün kurduğu ve bizlere ilelebet yaşatmak üzere emanet ettiği bu kadim devleti sahiplenmek, asil Türk milletini mutlaka çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmak zorundayız.

Bakınız;

Çok uzun bir tarihsel sürece değinmeden, ülkemiz nereden nereye getirildi kısaca değinmek isterim.

Devlet kurumlarımıza ve toplumsal yapımıza bilinçli ve kasıtlı şekilde yerleştirilen sözde Müslüman, sözde Allah korkusu olan bir takım dinci görünen örgütler, kendilerine oy karşılığında gösterilen tolerans ve maddi destekler sonunda 15 Temmuz’da devleti ele geçirmeye yeltendiler.

Türk Silahlı Kuvvetlerimiz içerisindeki gerçek Atatürkçüler ve devletin bekasına inanmış subaylar, emniyet teşkilatımızdaki aynı kararlılıktaki kahramanlar bu darbe girişimini canları pahasına püskürtmüşlerdir.

Onların bu mücadelesine de en büyük destek, devletine ve Cumhuriyetine yürekten bağlı asil Türk milletinin cesur evlatları olmuşlardır.

Bu vesileyle bu uğurda canlarını veren başta Kd. Bşçvş. Ömer Halisdemir, Trafik Polisi Fethi Sekin olmak üzere 251 şehidimizi rahmetle ve minnetle yâd ediyorum. Gazilerimize sağlıklı ve huzurlu bir yaşam diliyorum.

İşte bu kalkışmayı yapan FETÖ terör örgütü ilk olarak 12 Eylül 2010’da gerçekleşen Anayasa değişikliğiyle devleti teslim alma planlarının icraatına başlamıştı.

O dönemde bunlardan övgüyle ve sitayişle bahsedenlerin birçoğu, esasen bugün de kendisini gizleyerek devlet içerisinde çeşitli mekanizmalarda varlıklarını ve ağırlıklarını devam ettirmektedirler.

Şimdi bir yeni Anayasa gündemi sürekli canlı tutuluyor.

Evet; 12 Eylül Askeri Darbesinin kokusunu halâ üzerinde taşıyan bu sayfalardan kurtulmalıyız, sivil demokratik bir anlayış yüce mecliste bunu tertemiz bir sayfaya yeniden yazabilir.

Ancak halâ devletin kuruluş değerleriyle çelişkileri olanların, lâik Cumhuriyetle hesaplaşma hayaliyle yaşayanların varlığı bu halisane yaklaşımlarımızı maalesef rencide etmektedir.

Bir taraftan bölücü siyasetin parlamentodaki temsilcilerinin sözde ana dilde eğitim adı altında duygusal bölünmeye çanak tutmaları, diğer taraftan “devletin ülkesi olmaz, milleti olmaz” diyebilecek kadar gözünü karartmış bir Meclis Başkanı, her şeyden önemlisi de sözde Atatürk’ün partisiyiz diye ortalıkta dolaşanların bölücü örgüt PKK’nın siyasi yapısıyla sırf üç-beş oy daha fazla alabilmek uğruna cilveleşmesi kaygılarımızı büsbütün artırmaktadır.

Öyle bir ortamdayız ki, mezuniyet törenlerinde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek Cumhuriyete ve şanlı Türk ordusuna bağlılıklarına dair yemin ettikleri için pırlanta gibi subaylarımıza disiplin soruşturması açılırken, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı “Şeyh Sait, Seyyid Rıza geçmişte ne yaptıysa aynısını yapacağız” diyerek devlete meydan okuyanlara sessiz kalınmasını hayretle ve ibretle izliyoruz.

Büyüklerimiz bu gibi şaşırtıcı olayları ardı ardına yaşadıklarında “var başımıza gelecek bir şey” diye hayıflanırlardı. Evet, bu yaşananlar da bizi aynı kaygılara sevk ediyor.

Demokratik Sol Parti olarak defalarca açıkladık ve kararlıkla bunu söylemeye devam edeceğiz;

Yeni bir anayasa yazılacaksa, öncelikle mevcut anayasamızda gayet sarih bir şekilde ortaya konulmuş devletimizin, ülkemizin ve toplumsal yapımızın özelliklerini tanımlayan ilk üç maddesi aynen korunmak kaydıyla, bu üç maddenin değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğine dair güvence maddesi olan dördüncü madde de güvence altına alınarak işe başlanmalıdır. Aksi bir yaklaşım Demokratik Solcuları, Atatürkçüleri ve bu vatanın gerçek sahiplerini karşısında bulacaktır.

Değerli kardeşlerim,

Biraz önce de değindiğim üzere dört tarafımızdan bir kuşatma altında olduğumuz gerçeğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız.

Bu tehdidin yanı sıra aynı karakterde bir başka tehdit vardır ki, bu diğerinden daha tehlikelidir. O da Suriye iç savaşı ile birlikte aramıza gönderilen ve ülkenin her bir köşesine yerleştirilmiş sığınmacılar sorunudur bunun behemehal çözülmesi hayati öneme haizdir.

Kendi vatanına ihanet etmiş ruhsuz bir güruhun bu asil millete sağlayacağı hiçbir katkı yoktur.

Onların şefaatlerinden vazgeçtik, gölge etmesinler bize yeter!

Bugüne kadar Barış Pınarı, Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı olarak adlandırılan güvenli bölge oluşturma harekâtlarına bir yenisi daha eklenip boşlukta kalan bölgelerin de güvenlik altına alınması, güney sınırlarımız boyunca kesintisiz hâkimiyetimizin ortaya konulması gerekir.

Bu konuda kim ne derse desin, içimizdeki Teröristan heveslileri istedikleri kadar yırtınsınlar, bundan asla geri adım atmamalıyız. Bu hayati bir konudur.

Ortadoğu’da ve münhasıran bölgemizde bazı çılgınlıkları akıllarından geçirenler iyi bilsin ki asil Türk milleti sizin her daim oyuncağınız olmuş bazı milletlere benzemez.

Asıl organizatör olan ABD bu sıralar Kıbrıs Rum Kesiminde fiili bir durum yaratarak askeri yığınaklarını sürdürüyor.

Bunun farkındayız ve rahatsızız.

Kıbrıs adasında bir oldubittiyle yaratılan sözde Kıbrıs Cumhuriyeti devletini tamamen yasa dışı yöntemlerle AB üyesi yaparak defakto bir durum yarattılar.

Şimdi de sözde İsrail –  Hizbullah çatışmalarının seyrine göre müdahale amacıyla bu yığınakları yaptıklarını iddia etseler de bunun hedefinin Kuzey Kıbrıs ve Türkiye olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Türkiye uyanık durmak mecburiyetindedir!

Bu topraklar üzerinde yaşayan herkes de bilir ki; “Kıbrıs” denildiğinde akıllara Ecevit, “Ecevit” denildiğinde de Kıbrıs gelmektedir.

DSP’nin kuruluş dilekçesinin İçişleri Bakanlığına veriliş tarihi özellikle belirlenmiş ve 15 Kasım 1983’de ilân edilen KKTC’nin kuruluşunun bir gün öncesi olarak tercih edilmiştir. Bu sebeple de DSP için Kıbrıs ayrı bir öneme sahiptir.

Kıbrıs bizim için sadece bir toprak parçası değil, aynı zamanda tarihsel bir mirasın sorumluluğu, topraklarımızın ve Doğu Akdeniz’in sıcak sularındaki hakimiyetimizin de güvencesidir.

Yanlış hesap içinde olanlara buradan hatırlatmak isterim; Vatanı uğruna canını seve seve verme cesaretini damarlarındaki asil kanda bulmuş, hücrelerine kadar bu inançla harmanlanmış asil Türk milleti sizi, üzerine  ayak basmayı hayal ettiğiniz bu topraklara gömmeyi çok iyi bilir.

Bunu 100 yıl önce yaşayanlara bir kez daha hatırlatmak insanlık namına bizim boynumuzun borcudur.

Değerli yol arkadaşlarım,

Türkiye, küresel emperyalizmin coğrafyamız üzerindeki hain planlarına karşılık yeni bir yapı içerisinde daha güçlü duruma gelebileceğimiz stratejiler derhal belirlenmeli ve hayata geçirmelidir.

Türk Devletleri Teşkilatı bunun için önemli bir fırsattır. Ekonomik ortak pazar yaratılması yolunda BRICS üyeliği mutlaka AB’ye alternatif olarak düşünülmelidir.

Aynı soydan halkların ortak gücü, pervazsızca her yere saldırmaya çalışan yapıları mutlak surette durduracaktır.

Önceki gün, yani 15 Kasım’da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 41.nci kuruluş yıldönümünü büyük bir coşkuyla kutladık.

Demokratik Sol Parti olarak, Kıbrıs Fatihi Karaoğlan Ecevit’in talebeleri olarak orada onurla yerimizi aldık.

Güney sınırlarımızın ve en az oraları kadar doğu Akdeniz’de mavi vatanın güvenliği konusunda asla vazgeçemeyeceğimiz bir vatan parçasıdır Kıbrıs.

Türkiye, özellikle Türk Devletleri Teşkilatı bünyesine Kıbrıs Türk Cumhuriyetini “Gözlemci Üye”, Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’ı da “Onur Konuğu” statüsünde benimsetmiştir, bu takdir edilecek olumlu bir gelişmedir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhuriyet Bayramına Azerbaycan Parlamentosunun değerli Milletvekilleri de katılım sağlamışlardır.

Şimdi sıra fazla zaman geçirmeden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin öncelikle teşkilat üyesi devletlerce tanınmasını sağlamak olmalıdır.

Uluslararası ilişkilerimizde bu konu sıkça gündeme getirilmeli, Türk Devletleri Teşkilatı üyesi ülkelerden başka, kendilerinden fazla sahip çıktığımız Filistin’in, sıkı işbirliklerimiz olan Katar başta olmak üzere Rusya, Çin gibi Asya ülkelerinin, kendilerine her şekilde sahip çıktığımız Somali, Sudan, Malezya, Endonezya gibi, Macaristan gibi ülkelerin de KKTC’yi tanımaları yolunda ciddi çabalar ortaya koyabilmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım,

Yaşadığımız bütün sıkıntıların temelinde yatan sebep, ekonomide yaşadığımız kısır döngü ve dışa bağımlı hale gelmiş ticari yapımızdır.

Büyük Atatürk’ün bu konudaki çok önemli bir sözünü sizlerle bir kez daha paylaşmak isterim. Şöyle diyor Atatürk;

“Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.”

Başka söze gerek var mı bilemiyorum.

Eğer mevcut ekonomik yapımızı olabilecek en kısa sürede doğru bir mecraya çekemezsek, yaşamakta olduğumuz risk ve tehditler daha da büyüyerek karşımıza çıkacaktır.

AB’nin dayatmalarıyla uzaklaştığımız tarım ve hayvancılık esasen bir toplumun en önemli ve en değerli katma değer yaratan üretim mekanizmalarının başında gelirler.

Bizi bundan vazgeçirdiler. Eğri oturup doğru konuşmak  yerine, doğru oturup doğruları sahiplenmek mecburiyetindeyiz.

Yıllardır söylemekten dilimizde tüy bitti.

Gelin, şu anlamsız Büyükşehir Yasasını yeniden ele alalım ve köyleri gerçek sahiplerine, köylülere geri verelim diyoruz.

Buna karşı duranların ilk gerekçeleri de şu; “efendim köylerde insan mı kaldı, hepsi şehirlere göç etti.”

Evet, aynen öyle ama bunun müsebbibi sizin yanlış ve edilgen politikalarınızdır.

Yerel seçimlerde Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını kazanma garantisi sağlayacak anlayışıyla bu hatayı yaptınız, tarım ve hayvancılıkla geçinen ve katma değer üreten insanları geçinemez hale getirip büyük kentlere veya kasabalara göç etmeye mecbur ettiniz, onların geleneksel yaşam kültürleri ile uyuşmayan yeni yaşam ortamlarında oluşan birçok sorun  toplumsal bir çatışmanın da alt yapısını oluşturdu.

Bakın, bugün büyük şehirlerde özellikle kırsaldan göçerek gelen ailelerin çocukları başta olmak üzere gençlerimizin büyük çoğunluğu her türlü yasa dışı işlerin içinde yer alıyor.

Hep yakındığımız uyuşturucu, sanal kumar, yasa dışı bahis, dijital ahlaksızlık, çeteleşme almış başını gidiyor. Polis neredeyse yirmidört saat bunlarla boğuşuyor.

İçine düşürüldükleri mutsuzluk girdabında kadına ve çocuğa başta olmak üzere her türlü şiddet en üst seviyelerde seyrediyor.

İki yaşındaki bebeğe cinsel taciz yapabilecek, sekiz yaşındaki kız çocuğunu boğarak öldürüp dere kenarına atacak kadar karaktersiz hale gelmiş insanlar peydah olmaya başladı.

Bu yanlıştan bir an önce dönmek durumundayız.

Buradan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a bir kez daha seslenmek isterim.

Çevrenizdekiler ne gerekçe öne sürerler bilemem ama bir kez de bize kulak verin, bu Büyükşehir Yasasını eski haline getirelim.

Köylü köyünde insanca ve hakça bir düzene kavuşsun.

Feodal yaşam sistemine bir neşter vuralım. Narin cinayeti işte bu sebeple kilitlenmiş vaziyette, yargı mensuplarımızı çaresiz bırakıyor!

Bülent Ecevit bunun için Köykent Projelerini çok önemsemişti. Ama egemen sistem gelişmiş ve eğitimli bir toplum olmasını istemediği için bu çabalarına her fırsatta bir engel çıkarıldı.

Bugün bizler bu çalışmaları güncelleyip Cumhuriyetkent Projeleri olarak hayata geçirmeye gayret ediyoruz.

Mihalıççık Belediye Başkanımız Sayın Haydar Çorum ve Çepni Belediye Başkanımız Sayın Nihat Başer kendi sorumluluk sahalarında üretim ekonomisini güçlendirecek çalışmaları hayata geçiriyorlar ve büyük bir kalkınma hamleleriyle ilçelerini, beldelerini birer cazibe merkezine dönüştürüyorlar.

Bu vesileyle değerli Başkanlarımızı huzurunuzda bir kez daha tebrik ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.

Tabii bu Büyükşehir yasasının değiştirilmesi ile birlikte tersine göçün alt yapısını da eşzamanlı olarak planlamak gerekecektir.

Yerinden yurdundan ayrılmış, uzun zamandır kent yaşamı içerisinde, hele hele büyük şehirlerde gününün yarısı evden işe, işten eve dönüş yolunda geçen, akşama eve döndüğünde dünyasından vazgeçecek hale gelen insanlarımıza devlet olarak mutlaka kayda değer bir yardım eli uzatılmalıdır.

Öncelikle köyüne dönmek konusunda istekli yurttaşlarımıza, döneceği köyde yer alan hazine arazilerinden mülkiyeti devlette kalmak şartıyla işleyebileceği kadar arazi bedelsiz olarak kiraya verilmelidir.

Köylerdeki tarım arazilerinin toplulaştırma yöntemiyle büyütülmesi ve ekonomiye daha fazla katkı sağlaması öncelenmelidir.

Bölgesel olarak üretilecek mahsullerin çeşit ve miktarı gerek ulusal ölçekte ihtiyaçlar belirlenerek, gerekse ihracat boyutuyla bir değerlendirmeyle Tarım İl Müdürlüklerince tespit edilmeli, en verimli üretim argümanları ortaya konulmalıdır.

Tarımsal girdilerin başında gelen mazot, gübre ve ilaçlama masraflarına anlamlı düzeyde katkı konulmalı, ekilecek ürünün taban fiyatı, tohum atılırken belirlenmelidir. Bu yaklaşım çiftçinin üretme arzusunu da kamçılayacaktır.

Değerli Demokratik Solcular, saygıdeğer basın mensupları,

Ülkenin bütün sorunlarını burada bir bir saymaya, bunlara dair çözüm önerilerimizi sıralamaya çalışırsak öyle zannediyorum ki birkaç günümüzü burada geçirmek zorunda kalırız.

Demokratik Sol Parti olarak önümüzdeki süreçte toplumumuzu ve devletimizi ilgilendiren konuların tamamına dair AR-GE çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız.

Ana sorunlar olarak belirleyeceğimiz konular hakkında geniş raporlar ve önerileri içeren çalışmalarımızı yürütmenin başı Sayın Cumhurbaşkanımıza bizzat iletecek, taleplerimizin gerçekleşmesi hususunda da takipçi olacağız.

Konuşmamın sonlarına yaklaşırken bir iki hususu da sabırlarınıza sığınarak sizlerle paylaşmak isterim.

Bildiğiniz gibi son günlerde hakikaten ahlaki değer yargılarımızı zorlayan bir takım polisiye vakalara tanıklık ediyoruz.

Yenidoğan çetesi, sağlık sektöründeki soygunlar, kadın cinayetleri, özellikle gençlerimiz arasında yaygınlaşan uyuşturucu kullanımı ve intihar olayları, yasadışı bahis ve kumar olayları, internetten ve cep telefonu aracılığıyla insanlarımızın dolandırılması, paralarının gasp edilmesi.

Daha birçok olay…

Bunların hepsi gerçek bir vakıa ve bütün bunların temelinde ekonomide yaşanan sıkıntılar yer alıyor.

Her yılbaşında ve Temmuz ayında maaş artışlarına dair tartışmaların yaşandığı gibi her yılın sonuna gelindiğine de bir Asgari Ücret tartışması gündemin ana konusu haline geliyor.

Her haber bülteninde ve her akşam tartışma programlarında emekli askerinden, hukukçusuna, güvenlik uzmanından kamuoyu araştırmacısına kadar herkes ekonomi konusundaki “engin görüşlerini” bağıra bağıra, yer yer birbirlerine hakaret ederek tartışıyorlar.

Günün sonunda iş olacağına varıyor ve karar açıklandıktan sonra da hiç kimse Asgari Ücretliyi hatırlamıyor bile..

Şu kadarını ifade etmek isterim ki, her düzeyde ücretlendirme politikası, verenin elindeki kaynaklar ve imkânlarla sınırlıdır. Bu doğanın kanunudur.

Üretmeden tüketmek, kazanmadan harcamak eşyanın tabiatına aykırıdır.

Sayın Cumhurbaşkanına düşen görevse, öncelikle dar ve sabit gelirli insanlarımızın insanca yaşam koşullarını sağlamak olmak üzere, halkın sosyal refahını yaratacak kararları tereddütsüz hayata geçirmektir.

Hepimiz aynı gemideyiz. Belki beylik bir söz olarak algılayabilirsiniz ancak konuşmamın başında vurguladığım ve doğrudan siyasi iradenin kontrolü dışında gelişen bazı olaylar, beklenilen ve umulan sosyal rahatlığa erişebilmemiz konusunda engeller yaratabiliyor.

Doğal afetler, salgın hastalıklar, ülke savunmasında ihtiyaç duyular ekip ve ekipmanların temini ve üretilmesi ister istemez arzuladığımız bazı şeylerin gerçekleşmesindeki gecikmelere sebep teşkil edebiliyor.

Değerli arkadaşlar, öncelikle topyekün bir çalışma arzusunu besleyecek süreç her birimiz adına kendiliğinden hayata geçirilmelidir.

Bugün vatandaş kahvede boş oturuyor ama kendisine önerilen yevmiye karşılığında çalışmayı reddediyor. Oysa oturduğu yerde kendisine önerilen paranın yarısını veren çıkmadığı gibi varsa sabit kıymetlerini de eriterek zamanının harcıyor. Oysa zaman en kıymetli değer olarak benimsenmeli ve hiç kimse boşa vakit geçirmemelidir.

Bir ülke ancak böyle kalkınabilir, bir devlet ancak böyle bireylere sahipse güçlü olabilir.

Onun için var olan işsizlik sorunlarımızı, öncelikle çalışma arzularımızı öne çıkararak milli ekonomiye katkı sağlayabiliriz, herkes öncelikle kendi kapısının önünü temiz tutabilirse yerel yönetimlerimiz daha az kaynak harcar.

Gerçi yerel yönetimlerin kaynak harcaması demişken son günlerin meşhur konusu Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirler başta olmak üzere Belediyelerin eğlence ve konserler için ödedikleri dudak uçuklatan rakamlara dair bir çift lafımız da olsun derim.

Değerli arkadaşlarım,

Bir halk emperyalizme karşı yediden yetmişe ayağa kalkmış, yalın ayak başıkabak, elinde kazması küreğiyle düşmana karşı canını ortaya koyarak bir mücadele vermiş, Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dehanın liderliğinde yurdun dört bir yanına çöreklenmiş düşmanı sürmüş çıkarmış, denize dökmüş ve sonunda Türkiye Cumhuriyetini kurmuş.

Allah aşkına sizlere sormak isterim, bu milli duygularla bezenmiş zaferler kutlanırken yeni nesillere aynı duyguyu verecek ve güçlendirecek kutlama programları yapılması gerekmez mi?

Sanatçılıklarına asla bir sözüm olamaz ama, isimlerini saymama gerek yok pop müzik yapanlarla, göbek atanlarla kahramanlık günleri nasıl kutlanır hakikaten bunun izahını yapan varsa beri gelsin.

Ankara’da yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına bir sanatçıya 69 milyon lira para verilmiş diye iddia ediliyor, Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı da çıkıyor 69 değil 45 milyon diye açıklama yapıyor.

Özrü kabahatinden büyük.

Bir de “milliyetçiyiz” diye ortalıkta gerdan kırarlar. Buradan sormak isterim, kurtuluş savaşımızın kahramanlarından Ankara’nın Seymenleri nereye gittiler? Yunanı İzmir’de denize döken Efeler, Zeybekler sadece çocukların sünnet düğünlerinde mi oynarlar?

O türkülerimiz, halk müziğimizin mütevazı yerel sanatçıları neredeler?

Onlar sizden öyle milyon paralar da istemezler.

Seymenleri Atatürk’ün Ankara’ya geliş yıldönümünde, Ankara’nın Başkent oluşunun yıldönümü dışında hatırlayanınız var mı?

Asıl onlardan oluşan etkinliklerle Cumhuriyet Bayramı kutlanır.

Gençlerimiz, çocuklarımız o duyguları daha dimağları tazeyken beyinlerinde yer ederler ve o milli ruh ve duygular böyle gelişir. Bunları konuşuyor olmaktan utanç duyduğumu ifade etmek isterim.

Tabii bizim anlamadığımız kısmı, ortaya çıkan bu kazana sanatçılar dışında başka kimlerin kaşık salladığıdır ki onun da Savcılar mutlaka ortaya çıkaracaktır.

Buradan, bunca darlık içinde hayat pahalılığının cenderesinde yaşam savaşı veren halkın kaynaklarını bu gibi entrikalarla kursağından geçirenlere yedikleriniz haram zıkkım olsun diyorum.

Demokratik Sol Parti bir gün mutlaka yeniden halkın iktidarını kuracaktır.

Demokratik Sol politikalarımız eğitimden sağlığa, güvenlikten adalete, sanayiden ticarete, tarımdan hayvancılığa, dijital gelişmeden savunma sanayiine her alanda insanca ve hakça bir yaşamı asil milletimiz için mutlaka gerçekleştirecektir.

Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Yeter ki milli birliğimize halel gelmesin,

Yeter ki inançlı kardeşliğimiz zarar görmesin,

Yeter ki her zaman böyle kol kola, omuz omuza mücadelemizi sürdürelim,

Birbirimize inanalım, güvenelim,

Yaptığımız her şeyin, aldığımız her kararın Onursal Genel Başkanımız Bülent Ecevit’in bizlere emaneti Demokratik Sol Partiyi iktidara taşımak, akgüvercinli mavi bayrağımızı her zaman daha yükseğe taşımak için olduğu inancında olalım.

Bu davaya gerçekten inanan, duygusal reflekslerle, mahalle baskısıyla bir şekilde bu kutlu yuvadan uzak kalmış tüm kardeşlerimizi, mensubu bulunduğu partisinin savrulmuşluğundan muzdarip kardeşlerimizi, Atatürk’ün bize hedef olarak gösterdiği Tam Bağımsız Türkiye idealini gerçekleştirmek üzere bu kutlu çatı altına toplanmaya bir kez daha davet ediyorum.

Bir olursak, gücümüzü bir noktada buluşturursak üstesinden gelemeyeceğimiz hiç sorun olmayacaktır.

Yaşasın Demokratik Sol Parti!

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!

Yaşasın bu inançlı Demokratik Solcuların Tam Bağımsız Türkiye mücadelesi!

39.ncu yaşımız kutlu olsun!

Hepinize sağlıklı, mutlu, huzurlu yarınlar diliyorum,

Sağlıkla yuvalarınıza erişmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, Allaha emanet olun!” ifadelerini kullandı.

Genel Başkanımızın konuşmasının ardından Partimizin 39. Yıl Pastası Kesti.

 

Başa dön tuşu