Genel Başkanımız Aksakal; “Suriye’nin iç işleri Suriye’ye bırakılmalıdır.”
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında, Sivas ve Başbağlar'daki terör saldırılarında hayatını kaybedenlere bir kez daha rahmet dileyerek sözlerine başladı. Ekonomi ve dış politika konularında da önemli görüşlerini belirten Sayın Aksakal, özellikle Suriye'deki iç işlerin Suriye'ye bırakılması gerektiğini belirterek, Esad'la barış masasının hemen kurulması gerektiğini söyledi. Ayrıca, A Milli Futbol Takımımızın Avusturya yaptığı karşılaşmadan galibiyetle çıkması ve çeyrek finale yükselmesinden dolayı tebrik ederken. UEFA'nın Merih Demiral'ın bozkurt işareti yapması üzerine açtığı soruşturmaya tepki gösterdi.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; “Hepinizin bildiği gibi 02 Temmuz 1993’de 37 canımız, lâik Cumhuriyetimizin aydınlık yüzleri, gerici, sapkın zihniyetli bir grup tarafından Sivas’ta Madımak Otelinde yakılarak katledildi.
Onların acıları yüreğimizi dağlamaya devam ediyor.
Fakat asıl yüreğimizdeki en derin yara da bugün yananlarla yakanların kucak kucağa olmalarıdır ki bu yaranın ilâcı henüz icat edilmiş değildir.
Samimiyetsiz siyasetin malum temsilcileri bir taraftan Madımak katliamını sözde kınarlarken diğer taraftan da “onlar yanarak değil, dumandan boğularak öldüler” diyen faillerin siyasi yapılarını Mecliste “güçlü” tutabilmek için her türlü desteği sağlayabiliyorlar.
Ve hatta aynı samimiyetsizler yarın bir gün selden kütük toplama refleksiyle başka benzer yapılara da desteklerini esirgemeyecekleri görüntüsü veriyorlar.
Onları kendi samimiyetsizlikleriyle baş başa bırakırken, yitip giden 37 canı sevgili Muhlis Akarsu’nun dizeleriyle bir kez daha rahmetle anmak istiyorum.
“Akarsu’yum yansam da, kül olup savrulsam da, bazı bazı gülsem de yine gönlüm hoş değil.” Ruhları şâd, mekânları cennet olsun.
Değerli arkadaşlar,
Aynı günlerde, yani Madımak katliamından üç gün sonra 5 Temmuz 1993’te, Başbağlar’da PKK terör örgütü tarafından 33 sivilin köy meydanında öldürülüp köyün ateşe verildiği bir katliam daha yaşandı.
PKK elebaşı, bebek katili Öcalan kendisinin olaydan habersiz olduğunu ve olayın sorumlusunun Dr. Baran kod adlı bir PKK sözde yöneticisi olduğunu ifade ederek, katliamı PKK tarafından düzenlediğini itiraf etmişti.
Aynı eller hem Sivas’ta 37 insanımızı, hem de Başbağlar’da 33 yurttaşımızın katledilmesini planlamış ve hatta terörist başını dahi devre dışı bırakarak bu planını hayata geçirmiştir.
Evet; ne ilginçtir ki, bugün aynı samimiyetsizler bu bölücü terör örgütünün siyasi temsilcileriyle de kol kola görüntü vermekten ve hatta onları destekleme konusunda herhangi bir çekince göstermiyorlar.
Katliamı yapan PKK terör örgütünün Meclisteki siyasi temsilcileri de bu katliamı sözde kınadıklarını, hesap soracaklarını söyleyebiliyorlar. Hesap soracakları yerin Kandil’deki terör baronları olduğunu buradan bir kez daha kendilerine hatırlatıyorum.
Katledişlerinin 31.nci yılında Başbağlar’da katledilen yurttaşlarımızı da buradan bir kez daha rahmet diliyorum.
Değerli basın mensupları,
Türkiye 2001’den bu yana bölgesel bir planın hayata geçirilmek istenmesi hayaliyle yanıp tutuşanların tertipleri ve saldırıları altında hayati bir mücadele sürdürmektedir.
Bu tertip ve saldırılar karşısında hangi siyasi yapıda olunursa olunsun milletçe buna karşı durabilme basiretini göstermek durumundayız.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi ekonomi politikalar üzerine tartışmalarımız, uzlaşmazlıklarımız ve hatta kavgalarımız olabilir ve gerektiğinde olmalıdır da. Ancak vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne yönelik stratejilere topyekûn omuz omuza karşı durmak bir vatan görevidir diye düşünüyorum.
Şu çok iyi bilinmelidir ki; Demokratik Sol Parti’nin var oluş sebeplerinin bir tanesi de tam olarak budur.
Kayseri ve Suriye’de yaşanan provakatif gelişmeler dikkatlice değerlendirildiğinde, emperyalist planların nasıl her olayı kendi adlarına fırsata çevirme gayretinde olduğunu açıkça görebiliriz.
Yirmi yıldır her fırsatta buna dair kaygılarımızı ve önerilerimizi sizler aracılığıyla gerek siyasi muhataplarımızla gerekse kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Büyük Atatürk’ün ortaya koyduğu yurtta barış, dünyada barış ilkesi çerçevesinde oluşturulmuş Bölge Merkezli Dış Politika stratejimiz temelinde tüm komşularımızla barış içinde bir yaşamı kurgulamanın önemine vurgu yapıyoruz.
Dün bizi “stratejik derinlik” safsatasıyla Suriye’de bataklığa sürükleyenler bugün milyonlarca sığınmacının yarattığı sorunları bir kenarda oturmuş çekirdek çitleyerek izlemektedirler.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın Pazartesi günü Kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamalarla, DSP olarak ortaya koyduğumuz doğru önerileri teyit etmesini, Suriye ile bir diyalog sürecinin başlamasına yönelik görüşlerini paylaşmasını olumlu bir gelişme olarak gördüğümüzü belirtmek istiyorum.
Türkiye mutlak surette Suriye bataklığından ivedilikle çıkmalı, burada oynanan asıl oyunu bozmalıdır.
Demografik yapımızı bozacak boyutlara kadar getirilmiş olan sığınmacı politikalarından bir an evvel vaz geçilmeli, “insani yaklaşımlarla” milli birliğimizi ve geleceğimizi tehdit edecek konular birbirinden ayrılmalıdır.
Taa başından beri söyleyegeldiğimiz “Esad’la barış masası” zaman geçirmeden kurulmalı, Suriye’nin iç işleri Suriye’ye bırakılmalıdır.
Değerli basın mensupları,
Bu haftaki maliye ve ekonomi konularındaki görüşlerimizi iki bölüm halinde değerlendirmek isterim.
İlk bölümde mali politikalar ve genel ekonomi durumlarını, ikinci bölümde ise Haziran ayı enflasyonu ile gerçekleşen yılın ilk 6 aylık enflasyonu, çalışan ve emekli maaşları ile asgari ücret konusunda Demokratik Sol Parti olarak görüş ve önerilerimizi sizlerle paylaşacağım.
Daha önceki toplantılarımızda, politika faizi artarken baz etkisiyle enflasyonda gerileme var gibi görünse de asıl hayat pahalılığının böyle ortamlarda hızını artıracağını ifade etmiştim.
Ekonominin bir bilim olduğu yine ispatlandı ve söylediklerimiz harfiyen gerçekleşiyor.
Kur’u baskılayıp Carry Trade yöntemiyle gelen sıcak paranın yüksek faizden etkilenip oluşturduğu yüzde 45/50 gibi faiz gelirini elde edecekleri ve işlemin üçüncü ayağıyla bedava maliyetli para ile borsada hareketlenmelere maruz kalacağız görüşlerimizi de şimdi bir kez daha hatırlatmak isterim.
Sayın Hazine ve Maliye Bakanı’nın Haziran ayı başında borsa kazançlarını vergilendireceklerine ilişkin sözleri ve daha sonra 13/14 Haziran gibi “vergi değil işlem komisyonu” şeklinde düzelttiği ifadesi önce sert düşüşlere sonra da yükselişlere sebep olmuştur.
Her nedense 1 Temmuz sabahı Sayın Şimşek’in yine “..bu pakette yok ama sonraki paketlerde vergi olacaktır” ifadesi yine sert düşüşlere sebep olmuştur ve ağırlıklı olarak bu açıklamalardan sonra küçük yatırımcı büyük zararlara uğrarken nakitte olan yabancı yatırımcıya düşük maliyetli alım imkânı yaratmıştır.
Aldıkları yüksek faizin arkasından bu hareketler paradan para kazananlar için tam anlamıyla ballı börektir.
Bu açıklamaları Hazine ve Maliye Bakanı değil de sıradan kişiler yapsa SPK “manipülasyon yapılıyor” diye feryat ederdi!
Devleti temsil eden kişiler beyanatlarında daha titiz, daha dikkatli ve tutarlı olmak zorundadırlar. Zira devlette süreklilik esastır.
Bu arada şunu açıkça ifade etmeliyim ki, reel efektif kuru çıpalayıp Türk Lirasını değerlendirmeye çalışırken ve faizler de yüksekken katma değerli ihracat yapma şansınız yoktur.
İhracatın büyük bölümünde fasoncuysanız, en büyük hizmet ihracatınız turizm ise oluşturulan yanlış ekonomik politikalarla o alanda da maalesef pazar payını kaybetmeye başladığımızı fark etmelisiniz.
Ama görünen odur ki, gözlemlediğimiz ve esasen ekonomi yönetiminin de bildiği bu sıkıntıları pas geçiyoruz.
Meselâ; 2024 Mayıs ayında ihracatımızın aylık bazda yüzde 11,4 oranında artmasının sebebi, tarım ürünlerimi ihracına yönelik dönemde olmadığımıza göre, yani henüz incir, zeytin, zeytinyağı, pamuk, üzüm vs. hasat edilmemişken gümrüklere uğramadan geçen transit mallara ihracat beyannamesi açılması mıdır?
Bu durumu ilgili bakanlara sormak isterim ve bu konuyla ilgili kamuoyunun tam olarak aydınlatılması büyük önem arz etmektedir, aksi takdirde açıklanan verilere halkın inancı kalmaz.
Ülkemizde enflasyonun en büyük sebebi üretilen malın mâl oluş fiyatıdır. Bu da satılan malın fiyatını yükseltmektedir.
Bir ülkede üretici “zarar ediyorum, maliyetlerimi karşılayamıyorum” derken tüketici de ürünler çok pahalı diye şikâyet ediyorsa aradaki simsarların para kazanma istek oranı mevcut enflasyonun çok üstünde demektir.
Bu durum da enflasyonu tetiklemektedir. Yoksa çalışanların ve emeklilerin maaş artışları ve asgari ücret, enflasyon üzerinde yukarıdaki faktör kadar etkili olamaz.
Değerli basın mensupları,
Haziran ayı enflasyonu dün açıklandı, TÜİK’e göre aylık bazda yüzde 1.64 olarak ilân edilen enflasyon, İTO’ya göre yüzde 3.42 ENAG verilerine göre de yüzde 4.27 olarak belirlendi.
Yani, TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranı, diğerlerinin belirlediği oranların yarısı kadar bile değilse halkın Türkiye İstatistik Kurumunun “doğru” olan başka verilerine bile inanmayacağı apaçık ortadadır.
Bu tabloya göre hakikaten TÜİK rakamları gerçeği yansıtıyorsa o zaman ben buradan başta Sayın Hazine ve Maliye Bakanı olmak üzere ilgili ve yetkililere ihbarda bulunuyorum. İTO ve ENAG toplumsal düzeni sıkıntıya sokacak girişimler peşindedir ve böylesi önemli bir konuda manipülasyon yaparak kamuoyunu yanıltmaktadırlar!
Öyle ya, bunlardan biri doğru söylüyorsa diğerleri kasıtlı olarak başka bir şeylerin peşindedir!
Değerli basın mensupları,
Şimdi bu açıklanan ve doğrusu kamu vicdanını da rahatsız eden Haziran ayı enflasyonu verileri sonrasında memur ve memur emeklisi maaşlarına yüzde 19.31, SGK ve BAĞKUR maaşlarına yüzde 24.73 artış resmileşmiş oldu.
Tabii bu rakamlar üzerine önümüzdeki günlerde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından farklı bir artı değer ortaya konulur mu bilemiyoruz.
Açıklanan 6 aylık enflasyon verileri sonrasında hepinizin bildiği gibi ÖTV oranları da değiştiriliyor, buna göre akaryakıtta benzine 2.21 lira, motorine de 2.07 lira artış pompa fiyatlarına yansıdı bile.
Ardından alkollü içecek ve sigaralara da aynı oranlarda ÖTV zammı yansıtılacak.
Çalışanlara ve emeklilere yapılacak olan zam miktarı bu düzeyde kaldığında zaten büyük sıkıntılar içinde olan dar gelirli kesimlerin iyice yoksullaşması ve bir çaresizlik ortamına sürüklenmeleri kaçınılmaz olacaktır.
Kanaatimiz odur ki veriler gerçekçi olmadığı için yapısal değişikliklerinde hayata geçirilmesi imkânsızlaşacaktır. Bu yaklaşımıyla TÜİK şeffaflığı yok yok etmekle kalmadığı gibi sıcak paranın Carry Trade’e yönelimi artıyor, tabii ki üretimden uzaklaşılmasıyla tarım ve hayvancılık tamamen bitiyor.
Sermaye odaklı bu stratejiler halktan uzaklaşıldığının da önemli bir göstergesi olmaktadır.
Bizim Demokratik Sol Parti olarak teklifimiz, açıklanan artış oranlarına maaşlarda kademeli oranlarda refah payı eklenmesidir. Yani düşük maaşlara yüzde 20, yüksek düzeydeki maaşlara yüzde 8/10 civarında artış uygulamak hakkaniyetli olacaktır.
En düşük emekli maaşının da asgari ücret düzeyine çıkarılması kaçınılmazdır.
Bugün itibariyle 17.002 lira olan asgari ücret de en az 23.800 lira olarak yeniden belirlenmelidir.
Bütün bunlara ilave olarak geçmişte çok prim ödeyenle az prim ödeyen sigorta emeklilerinin maaşları arasındaki makas daralmıştır, 2000 sonrası emekliler için intibak yasası ivedilikle çıkarılmalıdır.
Bir önemli hususu daha dikkatinize sunmak isterim, köprü ve otoyollara yüzde 60, elektriğe yüzde 38, akaryakıta yapılan peş peşe zamlar ürün ve tedarik maliyetleri enflasyonu artırmıyor da, çalışanların ve emeklilerin maaşlarına yapılan zamlar mı enflasyonu artıracak?
Bu çok gerilerde kalmış bir düşünce tarzıdır. Tam tersine ücretlerde yapılacak artışlar, mevcut KDV uygulamaları çerçevesinde üç kez piyasada döndüğünde olduğu gibi devletin kasasına gelir olarak geri dönüyor.
Burası çok önemli. Devlet, borçlarında TÜİK verilerini, alacaklarında ENAG verilerini mi baz alıyor? Zira yukarıda izah ettiğim oranlar bunu ifade ediyor.
Şunu tüm açık yürekliliğimle belirtmek isterim ki, halkın nezdinde karşılığı ve potansiyeli olmayanların ortaya koyduğu eksik ve yanlış görüş ve telkinler umarım Sayın Cumhurbaşkanımızın olayları doğru değerlendirmesine engel olmaz.
Biliyoruz ki O, halkın içinden gelmiş, yoksulluğu ve açlığı çok iyi bilen bir siyasetçi ve 21 yıldır devletin ve ekonominin yönetiminde sorumluluk noktasındadır.
Bu konularda da gerekli düzeltmeleri yapacağını, dar gelirli kesimlerin insanca yaşam koşullarına kavuşmasını sağlamaya yönelik kararları alacağını düşünüyoruz.
Değerli basın mensupları,
Sözlerimin sonunda güncel ve bizce önemli bir konuya ilişkin düşüncelerimi de paylaşmak isterim.
Önceki gün Milli Futbol takımımızın Avusturya ile yaptığı 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası karşılaşmasından galibiyetle çıkması ve çeyrek finale yükselmesi hepimizin göğsünü kabartmış ve gururlandırmıştır.
Başta futbolcularımız olmak üzere teknik heyetten yöneticilerine kadar herkesi yürekten tebrik ediyorum, başarılarının devamını diliyorum.
Hafta sonu Hollanda ile yapılacak müsabakada da aynı inanç ve kararlılıkla mücadele ederek final yoluna çıkacaklarına güveniyorum.
Ancak bir hususu da sizler aracılığıyla paylaşmak isterim, batı dünyası dediğimiz yapı, hangi millet olursa olsun Hristiyanlık ortak paydasını ön plana çıkarmak ve bu çerçevede hareket etmeye kodlanmış ve kendilerinin sözüm ona çağdaş medeniyetin temsilcileri olduğu iddiasındadırlar.
Bunun bir aldatmaca ve safsata olduğunu gerek ekonomik gerekse siyasi ilişkilerimizin her aşamasında yaşayarak görmekteyiz.
Türklerin elde ettiği her başarıdan duydukları rahatsızlıkları, ellerindeki ve hakimiyetleri altındaki birtakım mekanizmaları kullanarak hem ihtiraslarını hem de komplekslerini tatmin etmekten çekinmiyorlar.
Attığı golün sevincini kendi inancındaki simgeleri kullanarak ortaya koyan futbolcumuza akıllarınca psikolojik bir baskı ortamı yaratarak yarı final ve final müsabakaları yolunda moral değerlerini aşındırma politikası izliyorlar.
UEFA yönetiminin bu sevinç gösterisinin özünü değerlendirmek yerine sözde ırkçılık yaklaşımında bir kovuşturma kararını ortaya koyması esasen apaçık insanlık suçudur!
Normal lig maçlarında her takımda her milletten sporcular oynayabiliyor ve gerek sahaya ilk adımlarını attıklarında gerekse başarılı sonuçlar elde ettiklerinde, inançlarının simgelerini kullanarak kimi istavroz çıkarmak suretiyle, kimi dua ederek, kimi de gökyüzüne işaret ederek duygularını ifade ettiğinde bunları dinsel ırkçılıkla suçlayabilir miyiz?
Elbette böyle bir şey olamaz, yaşananlar Türklerin başarılarından duyulan rahatsızlığın ve bu başarılar karşısındaki ezikliğin tezahürüdür, bu gibi psikolojik saldırılardan etkilenilmemesi gerektiğine özellikle vurgu yapmak isterim.
Şunu da belirterek ve hatırlatarak sözlerime son vereyim, bu kesimdekiler ve kendi içimizdeki işbirlikçi hainler, özellikle bölücü terör örgütü PKK’nın Avrupa’daki sığınmacıları Cumartesi günü Hollanda ile yapacağımız müsabaka öncesinde ve sırasında provokativ girişimlerde bulunabilirler.
Futbolcularımız asla bunlara ilgi göstermemeli ve etkilenmemeli, doğrudan maça dikkatlerini yoğunlaştırmalıdır.
Kim ne kadar çırpınırsa çırpınsın Türk Milli Takımının başarılarını hiçbir şekilde engelleyemeyeceklerdir” dedi.