Genel Başkanımız Aksakal’dan, ” Bebek Katiline “Umut Hakkı” vermeye çalışmak akıllara durgunluk veren bir tutumdur.”
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, FETÖ elebaşının Türk yargısının karşısına çıkarılmadan ölmesine karşılık hesabın mahşere kaldığını dile getirdi. "Yenidoğan Çetesi" operasyonuyla ilgili olarak Sağlık Bakanı Prof. Dr. Kemal Memişoğlu'nu tebrik eden Aksakal, operasyonun yeni doğan bebeklerden elde edilen kök hücreler ve kanlarından elde edilen hücre yenileyici maddeler için yapılıp yapılmadığının mutlaka araştırılması gerektiğini de belirtti. Ortadoğu'daki gelişmelere değinen Aksakal, İsrail'in Lübnan’a yönelik saldırılarını bir kez daha kınadı ve Türkiye'nin tarihi bir sürecin başında olduğunu ifade etti. PKK ile mücadelede MHP ve CHP’yi de sert bir dille eleştirirken, mücadeleye beyaz bayrak sallayanların makamlarından çekilmeleri çağrısında bulundu. Devlet yönetiminde Demokratik Sol Parti’nin göreve hazır olduğunu vurgulayan Aksakal, terörle mücadelede kararlılık mesajı verdi.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında;
“Kadim Türk devletini emperyalist yapılara teslim etmek üzere 15 Temmuz hain darbe kalkışmasını gerçekleştirmiş olan FETÖ terör örgütünün elebaşı, “onların çocuklarından biri” olan hainin ölüm haberini nihayet aldık.
Milletimizin gözü aydın olsun.
Bu meczubun, işlediği suçlar kapsamında bağımsız Türk yargısının karşısına çıkarılarak önce bu dünyada hesap vermesi en büyük beklentimizdi ancak ne yazık ki bu hesap mahşere kaldı.
Biliyor ve inanıyoruz ki orada da bunun hesabını veremeyecektir.
Mekânı cehennem azabı olsun!
Ülke gündemini en ağır şekliyle meşgul eden “Yenidoğan Çetesi” oprasyonu ile ilgili de birkaç söz söylemek isterim.
Bazı özel sağlık kuruluşlarının, yani Özel Hastanelerin özellikle yeni doğan bebeklerin üzerinden önemli ölçüde kazanç elde etmek amacıyla devleti soyma girişimi içinde oldukları hususu gün yüzüne çıkarıldı.
Buradan öncelikle Sağlık Bakanımız Sayın Prof. Dr. Kemal Memişoğlu’nu tebrik ediyorum. Zira Sayın Bakanımızı İstanbul FSM Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği döneminden bu yana tanıyan biri olarak böyle bir operasyonu ancak Sayın Memişoğlu’nun yapabileceğini söylemek en doğru yaklaşım olacaktır.
Özellikle CHP kanadından bazı sözcülerin, ortaya çıkarılan bu kötü manzaranın müsebbibiymiş gibi Sağlık Bakanımızı hedef göstermesi, onu istifaya davet etmesi ülkemizdeki sığ siyasetin geldiği nokta açısından çarpıcı bir göstergedir.
Büyük ve başarılı bir operasyon süreciyle devleti soyan çetenin ortaya çıkarılması önemlidir. Ancak bir başka husus daha var ki o da, bu mesele sadece bu kadarla mı sınırlıdır?
Bu sorumuzu kimse hafife almamalıdır. Zira, yeni doğan departmanında bebeklerin birkaç gün daha fazla hastanede tutularak günlük 8 bin lira kazanç peşinde olunacağını düşünmek hadisenin vahametini perdelemekten öte birşeye hizmet etmez.
Soruşturma bu kadarıyla kalmamalıdır. Yazılımcılarımız derhal özel bir bilgisayar programı yazılımıyla özel hastanelerden hizmet almış olan tüm insanların TC kimlik numaraları tanımlamasıyla aynı hastaneden bilgisi dahlinde ya da haricinde ne kadar tedavi hizmeti almış olduğu görünüyorsa onun tespitini de zaman geçirmekten çıkarıp ilgili vatandaşlarla irtibata geçilerek teyit etmeleri şartıyla belirlenmelidir.
Buraya kadar olanı devletin kasasından para çalmayla ilgili kısmıdır. Ama daha da önemlisi şudur ki, bu konuda oldukça iddialı varsayımlar ortalıkta dolaşmaktadır.
Bu çetenin parasal boyutta yaptığı usulsüzlüklerin organ ve “bebek kanı” ile elde edilen hücresel maddeler üzerinden bir çalışmanın içerisinde olup olmadıkları mutlak surette ortaya çıkarılmalıdır.
Yeni doğan bebeklerden elde edilen kök hücreler, onların kanlarından elde edilen hücre yenileyici maddeler için mi yapıldıkları mutlaka araştırılmalıdır.
Zira dünyada bu maddelerin litresi 2,5 milyar liraya alıcı bulduğu konusunda ciddi boyutta iddialar ortalıkta dolaşıyor.
Sağlık Bakanımız Sayın Memişoğlu’nun bu ayrıntıları da mutlaka düşüneceğine olan inancımız tamdır.
Değerli basın mensupları,
Ortadoğu’da sular daha da ısınmak şöyle dursun, artık iyiden iyiye kaynamaya başlamış görünüyor.
İsrail tam bir eşkıya edasıyla, tüm dünyanın gözünün içine baka baka katliamlarına, soykırımlarına, hukuksuzluklarına her geçen gün bir yenisini ekliyor ve dünyanın sözüm ona beş büyüklerinden çıt çıkmıyor.
Türkiye bu anlamda tarihi bir sürecin başındadır.
Uzunca bir zamandır süregelen Büyük Ortadoğu Projesinin bugünkü etabı Suriye topraklarının dizaynından sonra Anadolu topraklarını da içerisine alacak düzeylere evrilmektedir.
Ancak bizim izahında zorlandığımız önemli bir husus var.
Suriye iç savaşının başlamasıyla eşzamanlı bir zaman diliminde sınırlarımıza yığılan ve sonrasında hangi noktadan kaç kişinin girdiğine dair çetele tutamadığımız sığınmacıların gerek ekonomimizde gerekse toplumsal yaşamımızda açtığı derin yaraların telafisini sağlayamadan, şimdi de Lübnan’dan gelebilecek sığınmacılara kapılarımızın açık olduğu konusu hakikaten izaha muhtaç bir konu olarak karşımızda duruyor.
Buradan sürekli aynı konuları konuşuyor olmamızın dayanılmaz çaresizliğini yaşadığımızı belirtmek isterim.
Türkiye 40 yıldır PKK terör örgütü görüntüsünde küresel emperyalizmin öncü temsilcisi ABD ile bir savaş yürütüyor. Terörün bitirilmesi tabii ki devletlerin sorumluluğundadır.
2001 yılında DSP’nin başındaki hükümet terörü tamamen bitirmiş, kararlı ve omurgalı duruşuyla AB’ne üyelik statüsünü dahi elde etmişti.
Bugün geldiğimiz noktada ise ne yazık ki bazı siyasi partilerin sayın Genel Başkanları, terörün bitirilmesi konusunda terör örgütünün elebaşlarından medet umar hale gelmiş görünüyorlar.
Bir taraftan Sayın Devlet Bahçeli’nin İmralı sakinine, ömür boyu ağır hapis cezasına çarptırılmış bir bebek katiline şartlı af teklifi, hatta bir adım daha ilerisi sözüm ona “tecrittin kaldırılarak” gazi meclisimizin çatısı altında Kandil sakinlerine, PKK terör örgütüne teslim ol çağrısı yapmasını beklemesi, akıllara durgunluk verecek bir tutumdur.
Diğer taraftan Sayın Özgür Özel’in, Edirne sakininin ayağına kadar giderek moral takviyesiyle birlikte “el yükselterek” “Kürtlere bir devlet teklif ediyorum. Kürtlere tam olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahibi olmayı teklif ediyorum” diyerek PKK’lılara anayasada özel statü tanıma vaadi yarışına girmesi kelimenin tam anlamıyla sözün bittiği yerdeyiz dedirtiyor bizlere.
101.nci yılını kutladığımız bu kadim devlet Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Abazha, tüm halkın ortak devletidir ve Anayasasında hiç bir ferdi bir diğerinden ne bir eksik ne de fazla bir hakka sahip değildir.
Kimin devletini kime vaad ediyorsunuz!?
Yüce meclisin çatısı altında grup toplantılarında şehit analarının gözünün içine baka baka söyledikleri bu öneriler ne empatiye ne de ironiye sığmayacak absürtlükte bir içeriğe sahiptir.
Buradan açık ve net ifade ediyorum;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir “hukuk devletidir!”
Anayasamıza göre herkes yasalar önünde eşittir. Terörist başı Öcalan ve ekürisi Demirtaş işledikleri suçlar kapsamında bağımsız Türk yargısının cezalandırdığı hükümlülerdir.
Öncelikle haklarında verilen cezaları çekeceklerdir.
Hangi amaç ve gerekçeyle olursa olsun hiçbir terörist için bu gazi meclisin çatısı altında konuşma yapma çağrısı yapılamaz!
Hele hele bir “umut hakkı” gibi konuyu gündeme getirmek sıradan, gelişigüzel söylenilmiş bir konu olarak asla değerlendirilemez!
Bu tanım çok düşünülmüş, dikkatlice değerlendirilmiş bir ince ayrıntıdır.
Ne demektir “umut hakkı?”
Kırk bin kişinin katlinden mesul biri neyi umut edecektir? Binlerce şehidimizin umutları neydi, onların gözü yaşlı analarının umutları nedir, sayın Bahçeli önce bunu açıklamalıdır.
“Barış ve huzur” arayışı söylemleri, perde gerisindeki düşüncelerini olumlulaştırma amacına yöneliktir. Zira Türk milletinin asli unsuru olan tün katmaları birbiriyle kavgalı değildir ki “barış” aransın.
Türk devleti, küresel emperyalizme tetikçilik yapan PKK’lı teröristlerle kavgalıdır.
Teröristler silahlarını bırakıp, bağımsız Türk yargısına koşulsuz teslim olmadıkça Silahlı Kuvvetlerimizin, güvenlik güçlerimizin şanlı mücadelesi sonuna kadar devam edecektir.
Sözüm ona barış çağrısı altında hiçbir teröriste normal vatandaş muamelesi yapılamaz. Hele hele bir terör örgütü mensubuna kadim Türk Devletini verme sözü asla sarf edilemez!
Buradan Sayın Bahçeli’ye, eğer halâ izinde gidiyorsa, Başbuğları Alparslan Türkeş’in bir öğretisiyle seslenmek isterim: “Ey Türk! Titre ve kendine dön!”
Eğer terörle 22 yıldır mücadelede başarı sağlayamadık, artık beyaz bayrak sallıyoruz diyorsanız derhal o makamlardan çekilin devletin yönetimini Demokratik Sol Partiye bırakın, biz bu çapulcuların hakkından gelmesini iyi biliriz.
Değerli basın mensupları, hakikaten çok ilginç ve bir o kadar da tehlikeli bir dönemin tam da ortasındayız.
Bakar mısınız; bir devlet olarak, 101.nci yılına girdiğimiz bir dönemde Cumhuriyetin kurucusu bir partinin Genel Başkanı nasıl böyle bir aymazlığın içinde olabilir hakikaten anlamakta güçlük çekiyoruz.
Kimse bize esrarengizlik kisvesi altında gizli saklı amaç ve niyetlerden bahsetmesin.
Herkes her şeyi açık açık ortaya koymak mecburiyetindedir. Biz hiç kimseyi esrarengiz düşünceleri ve ilişikleri düzleminde irdelemek ve çözümlemek zorunda değiliz.
Ülkemiz ve milletimiz için siyaset yapıyoruz, her şeyi de açık açık tartışıyoruz.
Herkesten de aynı açıklıkta davranmasını beklemek en doğal hakkımızdır diye düşünüyorum. Herkes aklını başına alsın, aklı selime gelsin, ona buna teslim olmasın” ifadelerini kullandı.