Genel Başkanımız Aksakal’dan Meclis’e Çağrı: “Kavgacı ve yıkıcı” siyasi yaklaşımları artık bırakmanın zamanı gelmiştir.
Genel Başkanı Önder Aksakal, yerel yönetim seçimleri ve Ramazan Bayramı sonrası Meclis'e başarı dilerken, bayram tatili süresince yaşanan trafik kazaları ve teleferik kazasında hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diledi. Aksakal, ekonomik zorlukların uzun zamandır devam ettiğini belirterek, bunun sadece iktidarın sorumluluğu olmadığını vurguladı. Pandemi ve doğal afetlerin ekonomiyi olumsuz etkilediğini belirtirken, ekonomik sıkıntıların aşılması için siyasi aktörlerin iş birliği yapması gerektiğini savundu. Aksakal, yeni bir Anayasa yazılmasının önemine değinirken, bölgedeki siyasi ve ekonomik durumu da eleştirdi. Son olarak, Türkiye'nin bölgesel ve uluslararası ilişkilerdeki durumunu değerlendirerek, "kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız" dedi.
Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal konuşmasında;
Yerel Yönetim Seçimleri ve Ramazan Bayramı sonrası yeniden başlayan mesai döneminde yüce Meclisimizin tüm Vekillerine başarı ve kolaylıklar dileyerek sözlerime başlamak isterim.
9 günlük Bayram tatili süresinde hepimizi derinden üzen olayları da beraberinde yaşadık, birçok ailenin ocağında bayram mutluluğu yerine acı ve hüzün yaşandı.
Dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesinde meydana gelen 6.530 trafik kazasında 75 insanımızı kaybettik, yüzlercesi yaralandı. Yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Ayrıca, Antalya / Konyaaltı’nda geçekleşen talihsiz Teleferik kazasında da yaşamını yitiren yurttaşımıza Allahtan rahmet, ailesine başsağlığı, aynı kazada yaralananlara da acil şifalar diliyorum.
Bu olayın yaşanmasında sorumluluğu bulunanların, görevi ve statüsü ne olursa olsun mutlak surette adalete hesap vermesi, etkin şekilde cezalandırılması gerektiğine inanıyorum.
Böyle bir hadisenin soruşturulması aşamasını siyasî gerekçelere bağlama gayreti içinde olanların bu davranışlarıyla, yerleşik davranış biçimi haline gelmiş olan “boşvermişliklere” toleranslı olduklarını bilmeleri gerekir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin 8.nci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatının 31.nci yılı. Bunca zaman geçmesine rağmen, halâ daha ölümü üzerindeki sis perdesinin kaldırılamamış olması da ayrıca sorgulanması gereken önemli konulardandır diyorum ve kendisini rahmetle anıyorum.
Değerli basın mensupları,
Meclisin yeni dönem çalışmalarında önceliği olması gereken hususlarda da görüşlerimi sizler aracılığıyla paylaşmak isterim.
Hepimiz biliyor ve kabul ediyoruz ki ülke ekonomisi uzunca bir zamandır zaafiyet geçiriyor.
Bunun sebebini, kısır bir siyasi yaklaşım şekliyle tamamen iktidar yapısına bağlamanın, en hafif deyimiyle topu taca atmak olacağı aşikardır.
Zira ekonomideki sıkıntıların en hissedilir ve etkili olmaya başladığı süreç tüm dünyanın karşı karşıya kaldığı Covid-19 salgını ve bunun Dünya Sağlık Örgütünce 11 Mart 2020’de “Pandemi” olarak ilan edildiği tarihten sonra yaşanmaya başlamıştır.
Binlerce insanımızı bu illete kurban verdik. Birçok hekim, sağlık çalışanı, bilim adamı, siyasetçi, kısacası binlerce değerimiz yitirildi. Pandemi ile mücadelede devletimiz gerçekten büyük bir özveri ile süreci yönetti, her türlü maddi sıkıntıları göğüsledi.
Pandemi sadece bizi değil tüm dünyayı olumsuz etkiledi, tedarik zincirlerinde yaşanan aksamalar, ekonomik ilişkilerimizin olduğu bütün ülkelerde de en ağır şekliyle yaşandı, onun da olumsuz yansımalarını göğüslemek zorunda kaldık.
Bakınız; o tarihte 1 ABD doları 6,15 TL’den işlem görüyordu.
Henüz bu badire bitmeden 30 Ekim 2020’de 6.9 büyüklüğünde bir depremi İzmir’de yaşadık. 117 insanımızı kaybettik, yüzlerce bina yerle bir oldu, yüzlerce insanımız yaralandı, devletimiz bu süreci de büyük bir özveri ile yönetti ve her türlü maddi külfet doğal olarak devletin sırtına yüklendi.
Bütün bunlar yaşanırken bir taraftan küresel emperyalist planların önlenmesi için terörle mücadele etkin şekilde sürdürüldü. Milyarlarca dolara mâlolan bu mücadele bugün olmuş tüm hızıyla ve kararlılıkla devam ediyor.
Hepsinin üzerine 06 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız “asrın felâketi” olarak tanımladığımız, 11 ilimizi yıkan, 55 bin insanımızın canına mal olan, 117 bin insanımızın yaralandığı, bine yakın insanımızın organ kaybına uğradığı ve devlet hazinesinin sadece maddi harcamasının 104 milyar dolar seviyelerinde olduğu ve devletimizin bunu da göğüslemek durumunda olduğu gerçeğini unutmamalıyız.
O gün 1 ABD Doları 18,80 TL olarak işlem görüyordu.
Bütün bunları söylerken elbette sistemde var olan savurganlık, tarımda ve sanayi sektöründe tutarsız bazı ekonomi politikaların uygulanması, maliye politikalarının günlük ve siyasi saiklerle şekillendirilmesinin yarattığı yıkımı da göz ardı edemeyiz.
İşte bugün de 1 ABD Doları 32,55 TL olarak işlem görüyor.. ki bu da baskılanmış haliyle böyle.
Bütün bunları şunun için anlatma ihtiyacı hissediyorum.
Enflasyona neden olan bu ve benzeri afetler sonrasında ortaya koymamız gereken mücadele, ortaya çıkan ekonomik sıkıntıların göğüslenmesi sorumluluğu sadece hükümetlerin değil, topyekün siyaset mekanizmasının birlikte aşabileceği olaylardır.
Bunun da adresi Türkiye Büyük Millet Meclisidir!
Bugüne kadar tanık olduğumuz “kavgacı ve yıkıcı” siyasi yaklaşımları artık bırakmanın zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir.
İktidarıyla, muhalefetiyle tüm siyasi aktörler her türlü kompleksten uzak bu sorunu el birliğiyle çözmek zorundadır.
Siyaseten farklı düzlemlerde bulunabiliriz ama ne pandemiyi, ne de sel, yangın, heyelan, deprem felaketi gibi badireleri iktidarda bulunanların yapmayacağını kabul etmeliyiz.
17 Ağustos ve 12 Kasım 1999’da Bülent Ecevit’in Başbakanlığındaki 57. Hükümet döneminde de aynı badirelerden yaşamıştık. Ve bunun getirdiği ekonomik sıkıntıları milletçe hep beraber aştık.
Bugün Türkiye olarak önemli bir zaman dilimindeyiz. Ekonomide yaşanan zorluklarımızı kötü amaçlarına alet ederek, kendi emperyalist planlarına cevaz vermediğimizde ülkemizi ekonomik olarak krize sokma tehdidinde bulunan küresel sisteme karşı bu meclisin bütün bileşenleri kol kola girmeliyiz.
Hayat pahalılığının mutlak surette önlenmesi için yoğun bir mesai harcamak zorundayız. Başka çıkar yol yoktur!
Değerli basın mensupları,
Yeni bir Anayasa yazma, 12 Eylül “Darbe Anayasasının” gölgesinden kurtulma isteği ve niyeti elbette değerlidir.
Ancak her fırsatta belirttiğimiz gibi Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu süreçte kuruluş ilkelerimizi ve değerlerimizi tartışmaya açmak ya da açmak isteyenlere sırf siyasi rant elde edebilmek için en azından sessiz kalmak ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük olacaktır.
Demokratik Sol Parti olarak, 1921 Anayasasına atıfta bulunarak ulusal birliğimizi tartışmaya açmak isteyenlere, yüz yıllık Cumhuriyetle hesaplaşma hedefi olanlara, bölücü terör örgütü PKK’nın siyasi uzantılarıyla çıkar birliği yapanlara fırsat vermeyeceğiz.
Bu arada yine önemli olarak gördüğümüz bir hususu da paylaşmak isterim.
15 Temmuz darbe kalkışması ile tamamen deşifre olan FETÖ yapılanmasının kripto unsurlarının bugün olmuş halâ daha sistemden tam olarak tasfiye edilememesi, beraberinde birtakım sıkıntıları da gündemde tutmaktadır.
Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde Yargı mekanizması bizde olduğu kadar tartışmaların odağında olmamıştır.
Gerek Anayasa Mahkemesinin bazı karar ve kararsızlıkları, gerekse daha önceki seçim dönemlerinde de olduğu gibi 31 Mart sonrasında Yüksek Seçim Kurulu kararlarındaki tartışmaları bir başka toplantı konusu yapma hakkımızı saklı tutarak gündemdeki Yargıtay Seçimlerine dikkat çekmek isterim.
Yargıtay gibi adaletin en üst düzeyindeki Yargıçların 17 tur olmuş halâ Başkan seçimini neticelendirememesi, öncelikle bir demokrasi ayıbı, sonrasında ise bazı yapıların sistemi kilitleme gayretlerinin bir tezahürü olarak görülmelidir.
Yargıtay Başkanlığı seçimlerinin bu denli uzamasına neden olan ana gerekçenin, kendilerini değişik görüşlerin temsilcileri gibi gören bazı yapıların, bu kurumun Anayasal gücünü münhasıran hakimiyetleri altına almaya çabası olarak görülmelidir.
Doğrusu, mülkün temeli olan Adalet’in temsilcilerini herhangi bir sıfatla tanımlamak evvelemirde “demokratik hukuk devleti” karakterimize ve hukukun özüne yönelik bir saldırı olarak kabul edilmelidir.
“Dindar Hâkim”, “milliyetçi Savcı”, “solcu-sağcı” gibi sıfatlar, bu cübbeyi giyme şerefine erişmiş insanların bizzat kendilerinin zinhar reddetmesi gereken tanımlamalardır.
Fakat ne acı ki duyumlarımız, bihakkın çalışan, görev sorumluluğunu bihakkın yerine getirenlerle, bazı cemaat yapılanmalarının örtülü savaş alanı haline getirilmiş bir Yargıtay Seçimleri görüntüsü verilmektedir ki bu kabul edilemez.
Sayın Cumhurbaşkanı, ulusal ve uluslararası yaşanan önemli gündemleri yönetmekle uğraşırken, belki de bu gibi konulara, olaylara ve gelişmelere hâkimiyetini zayıflatmak amacı güden yapıların yarattığı kabuğu bir an önce kırarak, sorunun kaynağını zaman geçirmeden tespit etmek zorundadır.
Değerli basın mensupları,
Amerika Birleşik Devletlerinin başını çektiği küresel emperyalist mekanizma bölgemiz üzerindeki planlarını hayata geçirme konusunda kararlılığından hiçbir şey kaybetmemiştir.
Ortadoğu’da Gazze’yi haritadan silerek kendilerine büyük bir askeri üs kurgulamaya çalışan ABD / İngiltere / İsrail üçlüsü, nihai hedeflerine koydukları Türkiye topraklarını ele geçirmek için tüm marifetlerini sergilemeye devam ediyor.
On binlerce insanın kanına girmekle kalmayıp, aynı zamanda bir soykırım suçlusu olan bu devletlerle daha nitelikli ve kararlı mücadele etme mecburiyeti ortadadır.
Hiçbir tehdidin, kadim Türk devletinin tarihsel gücü karşısında başarıya ulaşamayacağı bilinmelidir.
Önceki günlerde yaşadığımız İran – İsrail arasındaki, Gazze katliamlarını ve soykırımı perdelemek üzere planlanmış göstermelik karşılıklı roket atışlarına kanmayacak kadar tecrübeli bir milletiz.
Devletler arasındaki ilişkilerin temelini karşılıklı çıkarların oluşturduğunu unutmamalıyız.
Bugün İsrail eliyle müslümanlara karşı sürdürülen katliamlara Filistin’e komşu islâm ülkelerinden bazılarının İsrail tarafında konuşlanması, birçoğunun sessizliğe bürünmesi bunun en bariz göstergesidir.
Kalıcı nihai çözümün, başkenti doğu Kudüs olan ve 1967 sınırlarına çekilmiş bağımsız Filistin’in Devletinin kurulması ve tanınması bölge barışı için gerekli ve zorunludur.
İsrail’in ve dolayısıyla ABD’nin birlikte başlattıkları sürecin Türkiye üzerindeki bölgemize yönelik olası sonuçları en ince ayrıntısına kadar irdelenmeli ve değerlendirilmelidir.
Hiçbir şey ülkemizden daha değerli değildir!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi temelinde kurgulamış olduğumuz “bölge merkezli dış politika kuralları mutlaka hayata geçirilmeli, öncelikle Suriye Devleti olmak üzere, Türk Devletleri Teşkilatı, İran ve Rusya ile yeni bir yapının oluşturulması mutlaka sağlanmalıdır.
Bölgemizde yaşanan olaylar karşısında sanki karşı duruyormuş görüntüsü veren BM Genel Sekreteri Guterest’in bugüne kadar yaptığı çağrıların karşılıksız kalması da esasen kendisini bir konu mankeni konumuna kadar getirmiştir, görüntüsü de timsah gözyaşlarını andırmaktadır.
Ezcümle demem odur ki, kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız!
Bu duygu ve düşüncelerle bir kez daha hepinize teşekkürlerimi, en içten saygılarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun. ifadelerini kullandı.