Genel Başkanımız Aksakal; “2026 Asgari Ücreti 34.811 TL Olmalıdır”

Genel Başkanımız Aksakal; “2026 Asgari Ücreti 34.811 TL Olmalıdır”

Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde yaptığı basın toplantısında toplumsal farkındalık çağrısı yaptı; Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısını eleştiren Aksakal, TÜRK-İŞ verilerini vurgulayarak 2026 için “34.811 TL asgari ücret” teklifini yineledi. Ekonomide TÜFE–ÜFE’ye dikkat çekerek tarım ve hayvancılıkta fiyat artışlarına dikkat çekti. “Terörsüz Türkiye” sürecinin terör örgütü ve siyasi uzantıları tarafından her geçen gün dejenere edildiğini vurguladı. İmralı’ya yapılan ziyaretin büyük bir hata olduğunu belirten Aksakal, Kandil’den gelen açıklamaların devlet otoritesini hedef aldığını söyleyerek süreci sert biçimde eleştirdi. Cumhurbaşkanının “kan ve kaos tüccarları” sözlerinin muhataplarının açıklanmasını istedi.

03.12.2025

Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; "Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü.

Birleşmiş Milletler tarafından 1992'den bu yana desteklenen bu günde hepimizin öncelikli ödevi, bu konuda küresel düzeyde farkındalıklar oluşturmak, her birimizin birer engelli adayı olduğu bakışıyla engelli bireylerin toplumsal farkındalığını artırmak, haklarını savunmak, yaşamsal olanaklarını en üst düzeyde hayata geçirmek üzere toplumsal eşitliği teşvik etmek olmalıdır.

Hayatı birlikte güzelleştiriyoruz. Engel tanımayan yüreklere selam olsun!

Değerli basın mensupları,

Aralık ayı bildiğiniz gibi bir taraftan büyük bir yaşamsal zorluk girdabında mücadele eden ve toplumun yaklaşık yüzde 60’ını oluşturan dar gelirli ve hatta yapılan bilimsel araştırmaların sonucunda açlık sınırının altında bir yaşama mahkum edilmiş toplum kesimlerinin sorunlarının konuşulduğu, kısacası Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarının yoğun şekilde gündemde tutulduğu bir ay, bunun yanında elbette bir sonraki yılın Bütçe görüşmelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışıldığı ve yasalaştırıldığı ay olarak karşımızda duruyor.

Öncelikle Asgari Ücret tartışmaları hususunda dikkat çekerek sözlerime başlamak isterim.

Sizlerin de yakından takip ettiği üzere Demokratik Sol Parti olarak bu konudaki görüş ve düşüncelerimizi bir-kaç hafta önce yine burada paylaşmıştık ve öncelikle adına “Komisyon” denilen yapının antidemokratik niteliğine vurgu yapmıştık.

Düşünebiliyor musunuz, belirlenecek o asgari ücrete tabi olan çalışanların yer almadığı ya da temsil edilmediği bir Komisyon onlar adına hüküm veriyor ve tüm yıl boyunca onların belirlediği kriterler kapsamında ekonomik sınırları tayin ediliyor.

Mevcut haliyle Asgari Ücret Tespit Komisyonunda ülkemizdeki en çok üyeye sahip işçi sendikasının beş tane temsilcisi var ama o işçilerin hiç biri asgari ücretle çalışmıyor, ülkemizdeki en çok işverene sahip işveren sendikasının beş tane temsilcisi var onların şirketlerinde de bir tane bile asgari ücretli yok, hükümet adına Komisyonda yer alan beş tane temsilci var, devlette zaten hiç kimse asgari ücretle çalışmıyor ama gerçekten asgari ücretle çalışan kesimden bir tane dahi temsilci yok.

Biz demokratik Sol Parti olarak şunu önermiştik; bu komisyonda en az 15 senedir asgari ücretle çalışan ve halen çalışmakta olan beş işçi de yer alsın ve Hükümeti temsilen heyette bulunan temsilci sayısı ikiye indirilsin.

Memnuniyetle görüyoruz ki önerimizin biri hükümet tarafından makul görülmüş, yeni Komisyonda bu sayının bire indirilmesi önerilmiş. Ancak diğeri, yani asgari ücretle çalışanların da temsil edilmesi hususu hayati önemdedir, zaman geçirmeden bu konuda da bir adım atılmalıdır.

TÜRKİŞ tarafından yapılan son araştırmanın sonuçlarına göre Kasın/2025 ayında dört kişilik bir ailenin geçiminde açlık sınırı 29.828 liraya, yoksulluk sınırı ise 97.159 liraya yükselmiştir.

Bütün bu değerler göz önüne alındığında hakkaniyetli bir karar alınacaksa Asgari Ücret 2026 yılında 34.811 lira olarak tespit edilmelidir.

Değerli basın mensupları,

Bu hafta bazı makro ekonomik verileri ve genel durumu sizlere aktarmak isterim.

TÜİK rakamlarına göre Tüketici Fiyat Endeksi yani TÜFE 2022 yılında yüzde 64.27, 2023 yılında yüzde 64.77, 2024 yılında yüzde 44.38 ve 2025 yılı Ekim sonu verilerine göre yüzde 32.87 olarak sonuçlandı.

Yani kademeli olarak son iki yılda enflasyonda bir düşme eğilimi gözüküyor. 2024 yılı Kasım ayında 2.24 olarak tespit edilen aylık enflasyon yine 2024 Aralık ayında 1.03 olarak açıklanmıştı.

Görünen o ki, 2025 enflasyonu şu anki 32.87 civarında, belki de bir tık üzerinde gerçekleşecektir.

Son üç yılda yüksek faiz ve carry trade risklerine karşı enflasyon yaklaşık yüzde 49 oranında gerilemiştir. Peki, durum bu noktadayken Sayın Maliye ve Hazine Bakanımıza sormak isterim, ÜFE’de bu oranlar 2022’de yüzde 97.72 iken 2025 Ekim ayı sonu itibariyle yüzde 27 gerçekleşmiş, yani yüzde 260 oranında düşmüş.

Dünyada tarım ve hayvancılıkta fiyatlar son 4 yılda yatay giderken bizdeki fiyatlar yüzde 500 ile 800 arasında neden artmıştır?

Bunu sormak bizim en doğal hakkımız.

Bir ülkede üretici ürettiği malı satarken maliyetini zor karşıladığından mutsuzsa, tüketici aşırı fiyatlardan dolayı ürüne ulaşamıyorsa, aradaki farkı kimler oluşturuyor?

Maliye ve Hazine Bakanımıza, Tarım ve Orman Bakanımıza soruyorum;

Gerek buradan sizler aracılığıyla gerekse Meclis Genel Kurulunda yeri geldikçe uyardık, yerli üretimi teşvik edin dedik, siz ithalatı teşvik ettiniz.

Tüketiciye daha uygun fiyatlarla ulaşacağız diye dünyanın en pahalı etini ve tarım ürünlerini halkımıza sundunuz, hâlâ daha enflasyonda düşüş başladı, dezenflasyon süreci devam ediyor diye açıklamalar yapıyorsunuz.

Artık şunu kabul etmeniz gerekmiyor mu; para arzını düşürmediğiniz için enflasyon kâğıt üzerinde düşer ancak hayat pahalılığı katlanarak artar.

Ekonomide insan faktörünü unutmayın. Halkın ekonomisi enflasyon grafiklerinden ya da rakamlarından ibaret değildir. Vatandaş cüzdanına giren ve çıkan paraya bakar.

Gerçi dar gelirli yurttaşlar artık fiziki para temasını çoktan unuttular. Banka kartlarının, maaş hesaplarına bağlı kredi kartlarının sağladığı sanal kredilerle yaşamaya gayret ediyorlar ama her geçen gün ödeme yapamayan insan sayısının artması sorunun ne kadar büyüdüğünün ve anlaşılamadığının en büyük ispatıdır.

10 yıllık devlet tahvili faizleri şu an yüzde 33.00 iken, açıklamış olduğunuz Orta Vadeli Programa göre enflasyon yüzde 9.00’a düşecek diyorsanız neden uzun vadeye yüksek faizle borçlanıyoruz? Soru gayet açık ve net.

Acaba, yıl içinde hatta ay içindeki harcamaları uzun vade borçlanarak mı döndürebiliyorsunuz? Aklımıza böyle bir soru da geliyor.

2026 bütçesinde faiz gideri 2.76 trilyon lira, öngörülen bütçe açığı ise 2.70 trilyon lira olarak getirilecek. Dolaysıyla şu an perspektiften baktığımızda 2026 yılı içinde bir “ek bütçe” yapılma ihtimali yüksek gibi görünüyor. Zira son 5 senedir oluşan bütçe açığı aslında matematiksel anlamda “teknik iflası” işaret etmektedir.

Bütçe açığını düşürmenin en önemli yolu bugün itibariyle yaklaşık 3 trilyon lirayı bulan vergi borcunun iskontolu bir şekilde mükelleften tahsili uygulamasını hayata geçirmek olacağını öneriyoruz. Bu önerimizi yabana atmayın!

Uygulanacak iskonto oranı ana paradan düşülüp faizi de silindiğinde bütçe açığına ciddi bir finansal kaynak yaratılmış olacak ve bu durumda hazinenin borç olarak aldığı finansın yüklediği faiz yükü aşağıya çekilecektir.

Şu an sanayiimiz ve ticaret yapımızın ciddi bir mücadeleye ve müdahaleye ihtiyacı vardır.

Piyasa, ev gibi, otomobil gibi büyük gözüken hedeflere ulaşamayan halkımızın hızlı tüketim yollarında talep yarattığı kesindir.

Tabii burada hormonlu kredi kartı limitlerinin de etkisini göz ardı edemeyiz.

Bizim tavsiyemiz, dezenflasyon hedefinizi bir miktar durdurarak enflasyonla mücadele edeceğiz diye baskıladığınız döviz kurlarını biraz serbest bırakmanız yönünde de olacaktır.

İthalat azalırken ihracatçıyı rahatlatın. Tekstil, ayakkabı, mobilya ve otomotiv sektörlerini lokomotif hale getirin. Tabii bunun yanında Türk turizmini de en az iki kat hareketli hale getirecek önlem ve uygulamaları hayata geçirin.

Bakınız, bu toplantımıza gelmeden az önce TÜİK Kasım ayı enflasyon verilerini açıkladı.

Açıklanan rakam tüm beklentilerin aksine yüzde 0.87 oldu. Bunun yanında ENAG yüzde 2.13, İTO ise yüzde 1.19 olarak belirlemiş.

Çeşitli Banka ve kurumların beklentisi de yüzde 1.30 olarak değerlendirilmişti.

Yıllık enflasyon da tabi bu durumda yüzde 31.07’ye tekabül etti.

Buradan şunu görüyoruz, yine sabit gelirlilere, emeklilere maaş artışı zamanı yaklaşırken TÜİK mucizeyi gerçekleştirmiş.

TÜİK’in açıkladığı bu rakamlar Merkez Bankasının faizleri düşürebilmesi için elini de güçlendiren bir hamledir ama içi boştur. Bizden söylemesi.

Değerli basın mensupları,

Terörsüz Türkiye adı altında bir iyi niyetli süreç hayata geçirilmeye çalışılıyor, ancak görüyor ve izliyoruz ki bu iyi niyet, terör örgütü mensupları ve siyasi destekçileri eliyle her geçen gün dejenere ediliyor, erozyona uğratılıyor, aşındırılıyor.

Elbette arzulanan bu değildi. Ama bu gelişmelere yabancı mıyız, tabii ki değiliz.

Biz bu filmi defalarca izledik ve filmin sonunu tahmin edebiliyoruz.

Israrla ve önemle gündeme getirdik. Mecliste kurulan Milli Birlik, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bir misyon yerine getirmektedir ancak bu komisyonun üyesi sıfatıyla bir kişi bile İmralı adasına İmralı canisinin ayağına götürülmemelidir dedik.

Akparti, MHP ve terör örgütünün siyasi ayağı DEM Milletvekillerinin onayı, ana muhalefet partisi CHP’nin suskun kalma desteğiyle bu gerçekleştirildi.

Şimdi ne diyor Kandil’deki elebaşları?

Kendilerinin atılacak tüm adımları attıklarını savunarak, “Bundan sonra bizim tarafımızdan atılacak başka bir adım olmayacak. Şu andan itibaren Türk devletini bekleyeceğiz; adım atması gereken taraf onlardır. Örgütün iki talebi var; sözde lider Apo’nun (yani Öcalan’ın) özgürlüğü... Bu olmadan süreç başarılı olamaz diyor. İkincisi ise Türkiye’deki Kürt halkının anayasal ve resmi olarak tanınmasıdır” diyor.

Ayrıca, sözde önderlik, ‘Çatışma hatlarından çekilin’ dedi, biz de çekildik. Silahlarımızı teslim etmedik ve bunu sembolik olarak yaktık. PKK üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdi.

Ancak devlet halen somut adım atmadı. Hiç kimse sözde önderliğin gücünü inkâr edemez. Devlet Öcalan’ın ayağına geldi; PKK’nın büyüklüğü buradan geliyor.” Diyor.

Bakınız nasıl? Bu ziyarete onay verenlere buradan soruyorum; rahatladınız mı?! Gece başınızı yastığa koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz?

Bunun dahası da var.

O silah yakma tiyatrosunun baş aktörü var ya, Kandil’deki elebaşlarından olan kadın terörist, bunların adını dahi anmak onlara paye vermektir aslında.. diyor ki;

“PKK kadroları af istemiyor. Biz suç işlemedik; soykırım altındaki bir halkın varlık ve özgürlük mücadelesini verdik. Bu insanlar onurlu insanlardır; gözleri basitçe ailelerine dönmekte değildir.” Evet, aynen böyle. diyor

Yahu size kim ne zaman af çıkarırız diye bir taahhütte bulundu? Bildiğiniz ne varsa dökün eteğinizdeki taşları! Aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış!

Çoluğu - çocuğu, bebeği - yaşlıyı, askeri - sivili kırk bin insanın kanı ellerinde, eve dönüş yasası, pişmanlık veya kademeli af gibi yaklaşımları ciddiyetsiz, ucuz ve süreci sabote eden tartışmalar olarak nitelendiriyor haspam, bakar mısınız?

Bir de üstüne tehdit içeren uslubuyla, “Türkiye üzerinde çok ciddi bir tehlike var. Eğer Türk devleti adım atmaz, Kürt sorununu demokratik temelde çözmez, Kürtlerin varlığını ve kimliğini tanımazsa Türkiye’nin geleceği çok karanlıktır.” deme cüretini gösteriyor.

Türkiye’nin geleceğine dair öngörüler ne zamandan beri terör örgütlerinin iradesi altına girdi? Bu devleti bu duruma düşürenler er geç bunun hesabını asil Türk milletine verecektir.

Demek ki vatanı ve milletiyle bir bütün olarak anayasal güvence altına alınmış Türkiye Cumhuriyeti devletini ayağına getirten bir terör örgütü elebaşı varmış sözde. Bu açıklamalardan çıkan sonuç budur.

Bu kabul edilemez!

Kadim Türk devleti tarihi boyunca böyle bir bühtanla karşı karşıya bırakılmamıştır.

Şimdi burada önemli bir husus daha var ki, o da şudur; Sayın Cumhurbaşkanımız Pazartesi günü yapılan Kabine toplantısı sonrası yaptığı basın açıklamasında, “Hassas” bir sürecin yönetildiğinin altını çizerek;

“Terörsüz Türkiye süreciyle ekonomik şahlanışımızın, huzurumuzun ve kardeşliğimizin önündeki en büyük engellerden birini ortadan kaldırmanın samimi çabası içerisindeyiz.

Şunu herkesin, özellikle kan ve kaos tüccarlarının bilmesini isterim.

Biz ihtirasları boylarını aşanların aksine kökleri çok eskiye uzanan kadim bir devlet geleneğine sahibiz.

Merkezinde bulunduğumuz bu coğrafyada tam bin yıldır istiklaline halel getirmeden özgürce yaşayan nadir milletlerden biriyiz.

Aynı şekilde biz ayağına çelme takılınca, yoluna engel kurulunca, yolu kesilince girdiği yoldan dönecek bir millet de değiliz.

Tehditler karşısında korkacak, çekinecek, tehdit diline boyun eğecek bir millet, böyle bir devlet, böyle bir ülke hiç değiliz.

Türkiye hedeflerine er ya da geç, öyle veya böyle ama mutlaka ulaşacaktır.” diyerek bir imada bulunmuştur.

Milletin meclisinden Sayın Cumhurbaşkanına soruyoruz;

Peki, bu kan ve kaos tüccarları kimlerdir? Türk devletini ve şahsında Sayın Cumhurbaşkanını tehdit edenler kimlerdir ya da hangi devlet yöneticileridir?

Bunun mutlaka açıkça ortaya konulması zarureti vardır.

Değerli basın mensupları,

Bu densizliklere eklenen başka bir vukuatla da geçtiğimiz günlerde karşı karşıyayız.

Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi eski lideri Mesud Barzani'nin Şırnak’ta Molla Ahmed-i Cezirî’yi anmak amacıyla düzenlenen sempozyuma katılması sırasında yaşanan manzara kelimenin tam anlamıyla bir vukuattır ve bu rezaletin sorumluları derhal tespit edilerek gereği yapılmalıdır.

Sorumuz şudur:

Şırnak Valiliği, Cizre Kaymakamlığı ve Şırnak Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenlediği söylenen bu etkinlik İçişleri Bakanlığının bilgisi dışında mı gerçekleştirilmiştir?

Eğer Sayın İçişleri Bakanımızın bilgisi ve onayı dışında gerçekleştirildi ise, Barzani’nin yanında bulunan ve ülke sınırlarından uzun menzilli silahlarıyla giren korumalarına kim hangi yetki gücüyle izin vermiştir?

Mesud Barzani ülkemize girerken, Türk Güvenlik güçlerinin kendisini koruyamayacağını mı gerekçe olarak öne sürmüştür? Eğer sürdü ise bu görüşe hangi Türk yetkilisi “doğru, biz sizi gerektiği şekilde koruyamayız” diyerek onların ülkemize girişine izin vermiştir ya da göz yummuştur?

Eğer İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya bu olayda kasıtlı olarak devre dışı bırakılmış ise, görev süresi boyunca terör örgütlerine karşı yürüttüğü mücadele ve yasa dışı birçok olayı ortaya çıkaran başarılı çalışmalarıyla gündemde olan İçişleri Bakanına karşı onu itibarsızlaştırmak amacıyla tezgâhlanmış özel bir operasyon mudur?

Şimdi bu olayın ardından yapılan resmi birtakım açıklamalara bakıyoruz;

Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı Sayın Oktay Saral çıkıyor, bu manzaraya tepkisini ortaya koyuyor ve “biz hoş geldin demeyi biliriz; ama devletimizin çizgisini, protokolünü ve vakarını kimseye çiğnetmeyiz” diyor, güzel..

Akparti Sözcüsü Sayın Ömer Çelik çıkıyor, “nahoş bir görüntü” diyor, güzel..

Cumhur İttifakının birinci ve değerli ortağı MHP’nin Genel Başkanı Sayın Bahçeli çıkıyor, “Vatan topraklarımızda yabancı üniformalı askerlerin uzun namlulu silahla ortada dolaşmaları tek kelimeyle rezalettir” diyor, o da güzel..

Peki bu saat olmuş bu vukuata göz yuman, sınır kapısından geçerken bunlara “DUR!” demesi gerekirken kendisi “selam duran”, o etkinliği düzenleyerek buna sebep olan ve hatta o etkinlikte yapılan konuşmalarda bu kişiye ve aşiret yapısına kelimenin tam anlamıyla “yalamalık yapan” kim varsa neden şimdiye kadar hizaya çekilmiyor anlayabilmiş değiliz.

Evet, Sayın Ömer Çelik soruşturma başlatıldığını söylüyor da bunun öncesinde konunun birinci dereceden yetkili sorumluları ortada, onlar için alınmış bir ön tedbir neden uygulanmamıştır, bundan söz etmiyor.

Daha düne kadar Türkiye’nin verdiği diplomatik pasaportlarla gezen eşkıya artığı tiplerin bu rezilliklere karşı söylenenlere yönelik küstahça cevaplarına karşı da Türk devletinin söyleyeceği birkaç söz olacaktır diye umuyoruz.

Bu konu öyle savsaklanacak bir konu değildir. Bu konuda gerekli işlemler derhal başlatılmalı, en kısa zamanda sorumluları hakkında yasal işlemler uygulanmalı ve kamuoyu zaman geçirmeden aydınlatılmalıdır."