Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal, TBMM’de gerçekleştirdiği basın toplantısında, Ege’de artan deprem riskine dikkat çekerek, kıyı yerleşimlerinde acil önlemler alınması gerektiğini belirtti. Motosikletli kuryelerle ilgili olarak, kazalara yol açan dikkatsizlik ve saldırgan tutumların önlenmesi için İçişleri Bakanlığı’nın gerekli düzenlemelerini zaman kaybetmeden hayata geçirmesi gerektiğinin üzerinde durdu. Terörle mücadelede Türkiye’nin kararlı tutumunu sürdürdüğünü ifade ederek, terör örgütleriyle müzakere yapılmayacağını vurguladı ve HDP’nin bu konudaki tutumunu eleştirdi. ABD Başkanı Trump’ın Gazze ile ilgili açıklamalarını sert bir şekilde eleştirerek, Filistin topraklarının Filistinlilere ait olduğunu ve İsrail ve ABD’nin Filistinlilere yaşattığı maddi ve manevi zararın tazmin etmesi için hukuki süreç başlatması gerektiğini söyledi. Kıbrıs ve Akdeniz’deki tehditlere karşı Türkiye’nin garantörlük haklarını koruması gerektiğini ifade etti ve Maraş bölgesinin yerleşime tamamen açılmasını istedi. Aksakal, Türkiye’nin iç cephede birlik olması gerektiğine dikkat çekti ve dış politika konusunda iktidar ve muhalefetin tek ses olması çağrısında bulundu.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; "Geçen hafta da değindiğim üzere, Ege’de yaşanan ve yaşanmaya devam edilen deprem fırtınası tüm ciddiyetiyle uyarılarını yapıyor.
Hemen her gün 5 ve üzeri büyüklükte deprem haberi kayıtlara geçiyor, bunları birer öncü deprem olarak tanımlamak yanlış bir tespit olmayacaktır.
Dolayısıyla, olası bir ana depremin 8’e yakın bir büyüklükte gerçekleşme riski görmezden gelinmemelidir. Özellikle Ege ve Akdeniz kıyı şeridindeki yerleşim alanlarındaki yurttaşlarımızın güvenliğini temin edecek çalışma programı zaman geçirmeden yapılmalı ve uygulamaya konulmalıdır.
Aksi halde çok büyük acılarla karşılaşmak zorunda kalınacaktır.
Son günlerde toplumun gündemini sıkça meşgul eden motosikletli kurye olayları haber bültenlerinin ilk sıralarında yer almaya devam ediyor.
Teknolojinin geliştiği ve kitle iletişim araçlarının alabildiğine çeşitlendiği bir dünyada sürücülerin gerek cep telefonlarından yaptıkları anlık haberleşmeler ya da adres bulmak amacıyla kullandıkları navigasyon uygulamaları, beraberinde ister istemez dikkat dağınıklığı yaratıyor, sonuç itibariyle bir takım maddi ya da yaralanma ve ölümle biten kazalara sebebiyet verebiliyor.
Bu sorun mutlaka derinlemesine incelenmeli ve bir düzene sokulmalıdır.
Çoğunlukla yolların dar alanlarında gerçekleşen bu olaylarda motosiklet kullanan kuryenin bir an önce hedefine varıp en kısa zamanda merkezine dönebilme mecburiyetinden kaynaklı bir gayret gerekçesi yatmaktadır.
Ancak şu kadarını söylememiz gerekirse, genel trafik düzeni her hal ve şart altında motosiklet kullanan sürücülerin birinci derece önceliğine tahsisli değildir.
Kendisine yol açmadı diyerek yanından geçtiği araçlara tekme atarak, dikiz aynalarını kırarak, kaportasını çizerek zarar verip kaçması mazur görülemez, bu gibi saldırgan hareketlere masumiyet yüklenemez.
Son olarak önceki gün yaşanan buna benzer bir olayda sebebi her ne olursa olsun, aracının aynasını parçalayan motosikletli kuryenin arkasından çarparak öfkesini tatmin etmeye çalışan sürücü, kontrolünü sağlayamadığı için ağır bir yaralanmaya sebebiyet verdi.
Peki, bu oldu mu? Elbette olmadı, her iki vatandaşımız için üzücü bir sonuç ortaya çıktı.
Tabii ki ağır yaralanan kurye kardeşimize Allahtan acil şifalar diliyorum, her iki vatandaşımıza da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
İçişleri Bakanlığımız bu sistem üzerine etkin bir düzenlemeyi, hem de hiç zaman kaybetmeden mutlaka hayata geçirmelidir.
Değerli basın mensupları,
Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından kesin bir dille ortaya konulan yeniden terörsüz Türkiye stratejisi kapsamında kendilerince başka güzergahlarda dolaşan, zamana oynayan, kendi içlerinde bile barışı tesis edememişlerin toplumsal bir algı yaratma gayretiyle PKK / PYD / YPG / KCK gibi terör örgütlerini meşrulaştırma çabasıyla çırpınanların önümüzdeki günlerde Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile bir dizi görüşmeler yapacağı bilgisi kamuoyunda çevrime sokuldu.
Öncelikle bir kez daha hatırlatmak isterim ki, ortada bir müzakere, pazarlık, şart gibi hususlar olmayacağı en yetkili makam tarafından ve kesin dille ortaya konulmuşken bu neyin arayışıdır, neyin çabasıdır anlayan varsa beri gelsin.
Terör yöntemiyle bir sorunun çözülemeyeceğini 40 yıldır anlatmaya çalışan bir devlet ve bunu anlamamakta ısrar eden, emperyalizme uşaklığı kendine meslek edinmiş bölücü hain bir yapı var.
Bu yapının TBMM’deki siyasi ayağı olan HDP’nin eş başkanı, terörist başının örgütüyle doğrudan temas kurması gerektiğini söyleyebilecek ve bunu talep edebilecek kadar tahammül sınırlarını zorlamaktadır.
Bunlar demokratik hukuk sistemini kendi hedeflerini gerçekleştirebilmek için çekinmeden kullanabilecek tiyniyette olduklarını 31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinde sözde “Kent Uzlaşısı” adı altında ana muhalefet partisi CHP ile birlikte yaparak gösterdiler.
Bu sözde uzlaşı kapsamında devlete sızdırdıkları terör yandaşları bugün sapır sapır dökülüyorlar, devletin şefkatli kollarında adalete hesap veriyorlar.
Hani halk arasında sıkça kullanılan bir deyim vardır ya; “bunların başına gelecek bir şey var” diye.. Durum hızla oraya doğru evriliyor.
Değerli basın mensupları,
Suriye’de gerçekleşen yönetim değişikliği ve bölgesel politikalar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin tartışılmaz belirleyiciliği, bir takım ayrılıkçı yapıların akıllarını başlarına almasını sağlamış ise de, gerek İsrail gerekse ABD açısından beklenilen düzeyde anlaşılamadığı izlenimini vermektedir.
Geçtiğimiz gün ABD Başkanı Trump’ın Gazze konusundaki çıkışı bunu açıkça ortaya çıkardığı gibi, bu üstenci tavrı Türkiye olarak bizim üzerimizde herhangi bir değerde görülmese de bölge ve dünyada geniş yankı uyandırmıştır.
İsrail’in Gazze’yi kendilerine bırakacağını resmen ilân eden Trump’ın bu çıkışını Demokratik Sol Parti olarak 17 Ekim 2024 tarihindeki basın toplantımızda, burada yüce Mecliste yaptığımız açıklamayla öngörmüş ve “40 binin üzerinde insanı katlederek bir soykırım uyguladılar, şimdi de oraya çörekleniyorlar, Gazze’yi açıkça işgal ediyorlar” demiştik.
Bakınız; birçok konuda olduğu gibi bu öngörümüz de gerçekleşti.
Filistin halkına ait olan toprakların sonsuza kadar Filistinlilerin kalacağı izahtan varestedir, bu hususu konuşmak bile abesle iştigaldir.
Amerika’nın ve dolayısıyla Trump’ın yapmaya çalıştığı esasen, İsrail’le birlikte yıktıkları Gazze’ye çöreklenmekle beraber, buranın yeniden imarında oluşacak masrafları da Türkiye başta olmak üzere bölgedeki ülkelerinin üzerine yıkma gayretidir.
Türkiye bu oyuna gelmemelidir!
İsrail ve ABD’nin Filistinlilere yaşattıkları her türlü maddi – manevi zararın tazmini için bir hukuki süreç zaman geçirmeden başlatılmalı, İsrail’in kayıtsız şartsız Gazze topraklarını terk etmesi konusunda kararlı ve dirayetli bir duruş ortaya konulmalıdır.
Bu düşüncelerimizi dün Meclis Genel Kurulunda da dile getirdik, kayıtlara geçirdik, akabinde Sayın Cumhurbaşkanımızdan aynı yönde bir açıklama geldi, İsrail’e, sebep olduğu zararları tazmin etme çağrısını yaptı.
Ego patlaması yaşayan bazı kimselerin gösterdiği “küçük dağları ben yarattım” havası, ABD Başkanı Trump’ta “dünyayı ben yarattım” boyutunda tezahür etmiş görünüyor.
Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı bu günlerde Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan terör devleti ile Kıbrıs adasında oynanmak istenen oyunlar Türkiye’nin Akdeniz’deki güvenliği ve mavi vatandaki çıkarları açısından da çok önemlidir.
ABD Başkanı Trump’ın Gazze ile ilgili gündeme getirdiği, uluslararası hukuku ve insan haklarını yok sayan tehditlerini dikkate aldığımızda Türkiye’nin güney sınırlarında Suriye’de de yönetim değişikliği ile birlikte Gazze’de barış beklenirken, İsrail Başbakanı Netanyahu’yu Beyaz Saray’da üst düzey protokolle ağırlayan Trump’ın savaş söylemleriyle ortalığı kasıp kavuran sözleri, Ortadoğu’yu yeniden ve daha tehlikeli bir savaş çemberinin içine sürüklenmek üzeredir.
Trump’ın, 15 Şubat 2025 Cumartesi gününe kadar tüm esirlerin serbest bırakılması, aksi halde bölgeyi cehenneme çevireceğine dair tehditleri bunun en bariz göstergesidir. Bu tehditkâr çağrı elbette HAMAS’a yöneliktir.
Türkiye bütün bu olup bitenleri yakından izlemektedir ve asla kayıtsız kalmayacaktır.
Ayrıca Türkiye, her ne kadar etkisi tartışılacak düzeye kadar inmiş olsa da Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, Gazze’de yaşayan Filistinlilere uygulanmak istenen sürgün ve tehcirin önlenmesi için gerekli etkin çalışmaların yapılmasını sağlamalıdır.
Bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen Partiler bir bütün olarak bu konuda ortak tavır almalıdırlar. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü konusunda tek ses olmak zorundayız.
Aynı durumda Güney Kıbrıs’ta sessizce yürütülen silah yığınağı ve ABD üssü kuruma çalışmaları önümüzdeki süreçte başımızı daha da ağrıtacak potansiyele sahip gelişmelerden bir diğeridir.
Buradan açıkça uyarmak isterim ki; ABD sadece Ortadoğu’da yer alan devletlerin sınırlarını değiştirmekle yetinmeyecek, topyekûn Akdeniz’e hakim olmak isteyecektir. Görünen amacı budur.
Bu stratejileri tüm çıplaklığıyla ortadadır.
Dün itibariyle, Zürih’te Yunanistan, İngiltere ve Türkiye arasında 11 Şubat 1959 tarihinde imzalanan “Garanti Anlaşması” ile Kıbrıs Adasının güvenliği teminat altına alınmasının 66.ncı yıldönümüydü.
Bu garantörlük sözleşmesi bugün de geçerliliğini korumaktadır.
Sözleşmenin 2.nci maddesinde aynen; “Yunanistan, İngiltere ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1’nci maddede belirtilen taahhütlerini kaydederek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın temel maddeleri ile oluşan durumu tanırlar ve garanti ederler.” denilmektedir.
Aynı sözleşmenin 3.ncü maddesinde ise; “Bu Antlaşma hükümlerinin herhangi birinin ihlali yani (çiğnenmesi) halinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere saygıyı sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla aralarında dayanışmalarda bulunmayı üstlenirler.
Üç garantör devletten biri, birlikte veya birbirlerine danışarak yani (işbirliği halinde) hareket etmek olanağı bulunmadığı takdirde, bu antlaşmanın oluşturduğu durumu münhasıran yeniden oluşturmak gayesi ile hareket etmek hakkını korumaktadırlar.” diyerek taraflara tek başına müdahale hakkını da tanımıştır.
1974 yılı 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekâtı işte tam da bu madde gerekçesiyle yapılmış ve başarıyla sonuçlandırılmıştır.
Bugün yaşadığımız sorun o günkünden kat be kat daha önemli ve daha tehlikelidir. ABD ve perde gerisinden İngiltere, Kıbrıs Adasının tamamına çökme amacı ve gayretindedir.
Onlar da çok iyi bilmektedir ki, Kıbrıs Adası Akdeniz’in ortasında üç kıtaya hükmedecek bir jeopolitik lokasyondadır ve Akdeniz’in tüm deniz altı zenginliklerinin elde edilmesinde önemli bir kara parçasıdır.
Türkiye Zürih Antlaşmasından doğan müdahale hakkını kullanmak zorunda bırakılmaması konusunda hem muhataplarını hem de ABD’yi uyarmalıdır.
Yapılacak uyarının dikkate alınmaması ihtimaline karşı yüzde 3’ü açılan Maraş bölgesinin tamamı derhal yerleşime açılmalıdır.
Değerli basın mensupları,
Sözünü ettiğim konular etkin bir kararlılık isteyen stratejik duruşu zorunlu kılar.
Bu kararlılığın, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından dikkate alınacağına ve hayata geçirileceğine dair inancımızı korumak arzusunda olduğumuzu önemle ve özellikle ifade etmek isterim.
Bütün bu tehdit ve tehlikeler karşısında, iç cephenin güçlenmesi konusunda bütün siyasi partiler, siyasi parti temsilcileri, medya temsilcileri, kullandıkları dil ve üslupları açısından temiz, yumuşak, uzlaşmacı olmak durumundadırlar.
Dış politikada iktidar – muhalefet ayrışması olmaz ve olmamalıdır.
İktidar elinden gelen tüm imkânları kullanmalı, muhalefet de uyarılarını yapıcı bir şekilde yapmalıdır.
Dünya’nın karşısına tek bir yürek, tek bir vücut olarak çıkabilmeliyiz.
Sözün özü şudur ki; Emperyalizmin tehditleri hepimizedir!" ifadelerini kullandı.