Genel Başkanımız Aksakal; “Ne Türk’ün Ne De Kürt’ün Teröristlerle Kucaklaşma Hayali Olamaz! Teröristin Milliyeti Olmaz, Terörist Teröristtir”

Genel Başkanımız Aksakal; “Ne Türk’ün Ne De Kürt’ün Teröristlerle Kucaklaşma Hayali Olamaz! Teröristin Milliyeti Olmaz, Terörist Teröristtir”

Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısına; İstiklâl Marşı’nın kabulünün 104. yıl dönümünü kutlayarak başladı ve Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle anarak, milli birlik ve beraberlik vurgusu yaptı. 1971 Faşist Askeri Muhtırası’nın yıl dönümünde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının bağımsızlık idealleri uğruna mücadele ettiklerini belirtti ve sağcı-solcu tüm yurtseverler için verilen cezaların yok sayılmasına dair yasal çalışmanın gazi Meclisimizce gerçekleştirilmesi gerektiğini dile getirdi. Emeklilere verilecek bayram ikramiyesinin 4.000 TL olarak açıklanmasını eleştiren Aksakal, ikramiyenin yeniden değerlendirilmesinin daha hakkaniyetli olacağını belirterek, Ramazan Bayramı için 5.000 TL, Kurban Bayramı için ise 7.000 TL olması önerisinde bulundu. Terörle mücadelede atılan adımları değerlendiren Aksakal, PKK Elebaşının silah bırakma çağrısını samimiyetsiz bulduklarını ve şarta bağlı yapılmasından duydukları endişeyi yineledi. CHP ve HDP’nin konuyla ilgili söylemlerini de eleştiren Aksakal, PKK çizgisinde söylemler gerçekleştirildiğini ifade etti., “Ne Türk’ün ne de Kürt’ün teröristlerle kucaklaşma hayali olamaz! Teröristin milliyeti olmaz, terörist teröristtir.” ifadeleriyle tepki gösterdi. Ortadoğu’daki gelişmelere değinerek, ABD ve İsrail’in bölgedeki planlarına ve Suriye yönetimi ile SDG arasındaki anlaşmanın Türkiye için tehdit oluşturduğuna dikkat çekti.

Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında;  "Kayseri'nin Kocasinan ilçesinde, Karakimse mevkiinde, hızlı tren şantiyesinde meydana gelen kaya düşmesi sonucu 1 işçimiz hayatını kaybederken, 1 kişinin de yaralandığı haberi bizleri ziyadesiyle üzmüştür. Yaşamını yitiren kardeşimize Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve Ulaştırma Bakanlığı camiasına başsağlığı dileklerimizi iletmek istiyorum. Yaralı işçimize de acil şifalar diliyorum.

Bugün 12 Mart. 

Milletimizin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin simgesi olan İstiklâl Marşımızın kabul edilişinin 104.ncü yıldönümü. 

Bu eşsiz eser, Mehmet Akif Ersoy’un kaleminden dökülmüş ve Türk milletinin azmini, cesaretini ve vatan sevgisini yansıtan en güçlü dizeler olmuştur.

“Allah bu millet bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!” sözleriyle dile getirdiği milli şuur duygusunu bizler de en derinden, bedenimizin her bir hücresinde hissederken, Milli marşımızın kabulünün 104.ncü yıldönümünü yürekten kutluyor, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u rahmete ve şükranla yâd ediyoruz.

Bugün ayrıca yakın tarihimizin önemli kilometre taşlarından biri olan 1971 Faşist Askeri Muhtırasının 54.ncü yıl dönümü. 

Günümüzde “68 Kuşağı” olarak adlandırılan ve özünde antiemperyalist karşı duruşların hayata geçirildiği, üniversitelerde yurtsever, milliyetçi, Atatürk ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya bağlı demokrat nitelikli gençlerin, ABD öncülüğünde yürütülen emperyalist sömürü düzenine olan itirazları, İstanbul Boğazına kadar gelerek demir atan ABD 6. Filosuna bağlı Savaş Gemilerine yönelik eylemleri, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya gibi devrimci liderler öncülüğünde gelişen bir toplumsal uyanışı kırmak ve bastırmak üzere dönemin faşist 5 Generalince mevcut hükümete bir ültimatom verilmesi, bu muhtıra sonrasında da Süleyman Demirel’in Başbakanlıktan istifa etmek zorunda bırakılması, bugün hafızalarımızda aynı canlılığıyla durmaktadır.

6 Ocak 1969'da Ortadoğu Teknik Üniversitesini ziyareti sırasında, Rektörlük binasının önünde duran ABD Büyükelçisi William Komer’e ait makam otomobili, temsil ettiği Amerikan değerlerine karşı duran ve Komer'in Vietnam geçmişini protesto eden ODTÜ'lü öğrenciler tarafından yakılmıştı.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları bu olaydan sonra yakalama emriyle aranmış, 12 Mart Askeri darbesinden dört gün sonra 16 Mart’ta Şarkışla’da yakalanmış ve bir yıl sonra da 06 Mayıs 1972’de Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte idam edilmişlerdi.

54 yıl sonra bu hain, faşist, Amerikan uşağı darbecileri bir kez daha lanetliyor, Cumhuriyetimizin bânisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği hedef yolunda toprağa düşen, emperyalizme karşı çıkarıldıkları idam sehpasını “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!” diyerek kendileri tekmeleyen yiğitleri saygıyla selamlıyorum.

Ortadoğu’da yeni haritaların çizilmeye çalışıldığı bugünkü süreçte, Amerika öncülüğünde neredeyse tüm dünyayı kan gölüne çevirmek üzere gözü dönmüş emperyalizme karşı sadece “tam bağımsız Türkiye” ideali uğruna canlarını feda eden, hapislerde çürütülen, gelecekleri karartılan sağcı-solcu tüm yurtseverler için verilen cezaların yok sayılmasına dair yasal çalışmanın gazi Meclisimizce gerçekleştirilmesi, onları geri getirmese de tarih önünde bir vefa borcudur. 

15 Temmuz hain darbe girişimiyle birlikte ikinci kez “Gazi”lik ünvanın şerefine nail olmuş bu Meclis, bu vefa borcunu mutlaka ödemelidir.

Değerli arkadaşlar, iki gün sonra da 14 Mart Tıp Bayramını kutlayacağız. Gece-gündüz, soğuk-sıcak demeden, 7 gün 24 saat insanlarımızın sağlıklı yaşam koşullarına kavuşmaları için her türlü fedakârlığı ortaya koyan doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımıza saygıyla ve minnetle şükranlarımızı sunuyorum.

En zor koşullarda dahi ettikleri yemine olan sadakatlerinden ayrılmayan sağlık çalışanlarımız için yaşam standartlarını ve gelecek güvencelerini ne kadar artırsak yine de az gelir. Bu konuda yapılacak çalışmalara Demokratik Sol Parti olarak her türlü desteği vermeye devam edeceğiz.

Bu vesileyle, tüm doktorlarımızın, Hemşirelerimizin ve Sağlık emekçilerimizin 14 Mart Tıp Bayramını yürekten kutluyorum, bundan sonraki çalışmalarında bayram mutluluğunda hayırlı ve başarılı mesailer temenni ediyorum.

Değerli basın mensupları,

Emeklilerimize verilecek olan Bayram İkramiyesi için belirlenen miktarın 4.000 lira olarak önerileceği Akparti Grup Başkanı Sayın Abdullah Güler tarafından önceki gün açıklandı.                

İlk kez Sayın Cumhurbaşkanımızın 2018 yılındaki dini bayramlar öncesi için uygulamaya koyduğu bu ikramiye 1.000 lira olarak verilmiş ve o günün şartlarında amacına uygun bir miktar olarak belirlenmişti.

Örneğin o tarihte 1.000 lira ile Kurban Bayramı’nda orta halli bir kurbanlık koç alınabiliyordu. Maddi değer karşılığı eğer kıyaslanacak olursa da 1.000 lirayla yaklaşık 4 çeyrek altın alınabiliyordu.

2025 yılındaki bayramlar için açıklanan rakamın belirlenmesinde elbette küresel siyasal ve ekonomik olumsuz gelişmelerin varlığının yanında 2019 ve 2020 yıllarını devlet bütçesi kapsamında tamamen bloke eden Covid-19 pandemisinin ve ardından 2023 yılında gerçekleşen 6 Şubat deprem felaketinin yarattığı yıkımların da yarattığı olumsuz etkiler yadsınamaz.

Belirlenen bayram ikramiyesinin toplam tutarının bu yıl itibariyle orta halli bir kurbanlık koç değerinin yarısı düzeyinde olacak şekilde yeniden değerlendirilmesi hususunu, örneğin; Ramazan Bayramı ikramiyesinin 5.000 lira, Kurban Bayramı ikramiyesinin de 7.000 lira olarak kararlaştırılması daha hakça olacaktır diye Sayın Cumhurbaşkanımıza buradan arz etmek isterim. 

Değerli basın mensupları,

“Yeniden Terörsüz Türkiye” çabalarının bugün geldiği nokta esasen başladığımız noktadan daha belirsiz ve daha güvensiz düzeydedir.

Hepinizin bildiği ve her seferinde olduğu gibi Sayın Devlet Bahçeli’nin bir anda ortaya attığı çağrıyla yeniden sürecin getirdiği şartlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekasına zarar vermeyecek bir yapıda oluşması gayretini kırk koldan oluşturmaya çalışıyoruz.

Türkiye’nin siyaset kurumlarında yaşanan savrulmuşluklara her gün daha ilginçlerinin eklenmesini şaşkınlıkla, kaygıyla ve ibretle takip etmeye devam ediyoruz.

40 bin kişinin öldürülmesinden sorumlu terör suçlusu bir “Bebek Katilinin” idamı için urgan fırlalatıldığı günlerden, “teröristbaşı gelsin TBMM’nde DEM grubunda örgütü feshettiğini haykırsın.” noktasına nasıl geldiğimizi, ardından “DEM’den İmralı’ya yüzyüze görüşsünler” önerilerinden, bugün yapılan resmi açıklama metinlerinde “teröristbaşı” sıfatından sarfı nazar edilip “kurucu önderlik” tanımının benimsenmesine hangi ruh haliyle ulaştığımızı anlayan varsa bize de anlatsın.

Türk milletinin hiçbir kesimi, tarihinin hiçbir döneminde birbirinden ayrılmamıştır ki bugün “Kürt kardeşlerimizle kucaklaşıyoruz.” noktasına gelmiş olsun.

Ne Türk’ün ne de Kürt’ün teröristlerle kucaklaşma hayali olamaz! Çünkü teröristin Kürt’ü-Türk’ü olmaz, terörist teröristtir.

Ve öznel olarak başımıza musallat edilen PKK’lı terör örgütünün elebaşlarının büyük çoğunluğu ya Ermeni, ya Rum, ya da başka ülkelerin parayla savaşan manyaklık düzeyinde ruhsal bozukluğu olan katilleridir. Bunların iplerini elinde tutanlar da herkesin malûmudur.

İmralı sakini okuttuğu açıklamasında sadece kendi kurduğu PKK terör örgütü militanlarına kayıtlı ve şartlı silah bırakma çağrısı yapmıştır. Nedir o kayıt ve şart?

“Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.” Yani diyor ki; öyle bedavadan silah bırakmayın.

Detayını da nereden öğreniyoruz? PKK’nın Suriye yapılanması olan PYD/YPG elebaşı, dün kırmızı halıyla karşılayıp bugün kırmızı bültenle aradığımız Salih Müslim tercüme ediyor; 

“Öcalan'ın serbest bırakılması, terör suçundan hapis yatan mahkumların serbest bırakılması ve Belediyelere atanan Kayyumların geri çekilmesi gibi adımlar atılması..” gerektiğini söylüyor.

Bu terörist hızını alamıyor, “ayrıca Türkiye'nin PKK ile ateşkes ilan etmesi” gerektiğini belirterek, bunun PKK'nın “diğer adımları atmasına yol açacağını” iddia ediyor.

Sadece PYD/YPG tarafı mı böyle düşünüyor? Elbette değil.

PKK’nın TBMM’deki siyasi ayağı HDP de aynı görüşte doğan olarak tabiki.  

Parti Eş Genel Başkanı “Çağrının nereyi, ne kadar kapsadığının muhatabı bizler değiliz. SDG'nin temsilcileri de biz değiliz. Çağrı demokrasi diyor, barış diyor. 

Muhataplarına sormak daha doğrudur.” diyerek topu taca atmayı uygun görüyor, sözde ateşkes açıklamalarının tek taraflı olamayacağına da vurgu yapıyor. 

Şimdi PKK yandaşı siyaset temsilcileri bunu istiyor da ana muhalefet partisi CHP farklı bir noktada mı? Elbette hayır.

Önceki gün Sayın Özgür Özel HDP’lilerin kendilerini ziyaretleri sonrasında “Biz Kürt sorununu inkâr etmeyen, Kürt sorununu dışlamayan, aksine Kürt sorununu kapsayan ve çözecek olan bir demokratikleşme paketinin üzerinde çalışıyoruz. Ve parlamentoda bu sorunla ilgili çalışma başladığında biz görevimizi yerine getirmiş bir şekilde orada olacağız. 

Bizim hedefimiz Türkiye'nin hem Kürtler hem Türkler, hem Aleviler hem Sünniler, etnik kimliği ya da inancı ve mezhebi ne olursa olsun tam demokrasi, herkesin kendini eşit gördüğü bir toplum. Bunun için bütün yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor.” diyerek, bugünkü anayasal düzen içerisinde toplum kesimlerinin eşit vatandaşlık haklarına sahip olmadıklarını dair bir ima ve iddiada bulunuyor.

Değerli arkadaşlar, bu ağız PKK ağzıdır, bu ağız bölücü emperyalist yapıların ağzıdır!

Son Türk devleti olan lâik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinin geldiği duruma bakar mısınız?

Terör örgütünün İmralı’daki elebaşı bile yaptığı çağrısında “1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.” derken, CHP Genel Başkanının hâlâ sözde “Kürt sorunu” terimine sığınması, sözde “eşit vatandaşlık” gibi içi boş laflar etmesi, emperyalizmin bizi hangi noktalardan bağlamaya çalıştığını, kimleri kendine partner olarak seçtiğini gösteren çarpıcı bir örnektir ve sözün bittiği yerdir diyorum.

Değerli basın mensupları, hakikaten bu milletin aklıyla alay ediliyor, açık açık devletimizin kuruluş ve varoluş ayarlarıyla oynanıyor.

Bugün itibariyle geldiğimiz noktada çok büyük bir oyunun sahneye konulduğu, aktörlerinin ise küresel sistemin tam olarak kurgulayıcıları olduğunu ibretle izliyoruz.

Bakınız; özellikle ABD ve İsrail, Suriye’nin batısında yer alan Lazkiye ve Tartus’da organize ettikleri, Hama ve Humus bölgelerine de sirayet eden kalkışma girişimiyle Suriye yönetimini SDG ile anlaşma yapmaya zorlamış ve bunu da başarmıştır. 

Kısacası, Ahmet Şara ile Mazlum Abdi arasında imzalanan 8 maddelik anlaşma içeriği dikkatle incelenecek olursa ortada yazılı bir anayasa olmamasına rağmen atılan imzaların, yazılacak anayasadan daha güvenli bir teminatla gerçekleştiği açıkça görülecektir.

İmzalanan 8 maddelik anlaşmada bir silah bırakma tanımı olmadığı gibi “Suriye yeni yönetimine entegre olma kavramı özenle yazılmıştır.

Entegre olmak “kendini fesh etmek” değildir. Farklı yapıların bir araya gelerek uyum içerisinde çalışma iradesini ortaya koymak demektir.

Dolayısıyla, Esad rejimi yıkıldıktan sonra gelen yeni yönetim, devletin adını her ne kadar “Suriye Arap Cumhuriyeti” olarak ilân edilmiş olsa da güneyimizde bir federatif yapı bugünden itibaren kurulmuş sayılmalıdır.

ABD ve İsrail’in istediği işte tam da budur.

Bu gelişmeler Türkiye için hayra alâmet değildir!

Sayın Cumhurbaşkanımızın her fırsatta ve sıklıkla vurgu yaptığı iç cepheyi güçlendirelim çağrısı bugün daha bir önem kazanmıştır. 

Peki, bu ne kadar mümkün olacaktır? Bu ana muhalefet partisi CHP’yle, Meclisteki bu muhalefet yapısıyla maalesef oldukça zor görünüyor. 

Terörsüz Türkiye stratejisi kapsamında, içeriği itibariyle önemsediğimiz bir çağrının PKK terör örgütünün elebaşı tarafından yapıldığı bir dönemde, bu açıklamadan mutlu olmayan dağdaki teröristlerin Meclisteki yancılarıyla aynı ağız kullanarak bölgedeki olayları gerçek anlamından koparıp, “aleviler katlediliyor” boyutuna taşıma gayretleri olsa olsa emperyalist işgalcilerin ekmeğine yağ sürecek nitelikte değerlendirilebilir.

Bu yaklaşımlar, yaklaşık 60 yıl Suriye’de faşizan bir yönetimi hakim kılan ve esasen başımıza musallat edilmiş PKK terör örgütünü yıllarca topraklarında besleyen BAAS zihniyetinin tetikçiliğini yapmaktır ki bu asla kabul edilemez.

CHP ve HDP’nin kaşımaya çalıştıkları mezhepsel provakasyon denemeleri, büyük mücadelesini sürdürdüğümüz bölgesel işgal ve sınır değişikliği stratejisini kuranlara cesaret verecek girişimlerdir ve Türkiye’ye olduğu kadar bölge ülkelerine de yapılacak en büyük kötülüklerden biridir.

Bütün bunların yanında bölgemiz bir ateş çemberiyken, devlet olarak 2019’dan bu yana gerek Covid-19 pandemisi gerek 6 Şubat deprem felaketinin yaralarının sarılmasıyla canhıraş uğraşılırken bu millete, günü gelmeyen seçimlerin tek adaylı Cumhurbaşkanı adayı ön seçimi tiyatrosunu yaşatmak, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına adım attığımız bu dönemde kadim Türk devletine ve asil Türk milletine yapılabilecek en büyük kötülüklerden bir diğeridir.

Değerli basın mensupları, 

Meclisin ana muhalefet partisi yapısında yer alanlar bu kadarla kalsalar yine amenna. 

Hali hazırda siyaset arenasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kayıtlarına göre var olan 170 Parti yetmezmiş gibi, yıllarca amip gibi bölünerek çoğalacaklarını zanneden zihniyetin bu kez de “kararsızlar” adı altında bir yeni parti kurmaya çalıştıklarını kamuoyuyla paylaşmaları da komedinin ikinci perdesidir. 

Kırkbeş senedir iktidar olup olmama konusunda bir türlü karar veremedikleri için olsa gerek böyle anlamlı bir parti ismi bulmuşlar. Güler misin ağlar mısın!

Allah sonumuzu hayretsin diyorum" ifadelerini kullandı.