Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal, TBMM'de düzenlediği basın toplantısına Türk Polis Teşkilatı’nın 180. kuruluş yıl dönümünü kutlayarak başladı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye geçmiş olsun dileklerini iletti. CHP’nin “Tüketimden gelen gücümüzü kullanıyoruz.” sözleriyle yürüttüğü boykot çağrılarını eleştirerek, sol-sosyalist siyasetin tüketimden değil üretimden gelen gücünü kullanması gerektiğini hatırlattı.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; "Mübarek Ramazan Bayramını ve bir bayram tatili sürecini daha geride bıraktık.
Dokuz günlük tatil sonrasında sanki bu ülkenin değişmez kaderiymiş gibi yaşanan trafik kazalarıyla ölümler, yaralanmalar ve yine acı, yine gözyaşı.
Öncelikle yitirdiğimiz canlara Allahtan rahmet, yaralılara acil şifalar, geride kalanlara başsağlığı, sabır ve metanet diliyorum.
Ve diyorum ki; lütfen uykusuz yola çıkmayın, trafik kurallarını ihlâl etmeyin ve emniyet kemerinizi bağlamayı unutmayın. Acele gitmeyin; çünkü acele giden, ecele gider! Bu sözü de aklınızdan hiç çıkarmayın.
Dün Dünya Romanlar Günüydü.
Roman kültürünün kutlandığı ve Roman halkın karşılaştığı sorunlara karşı farkındalığın artırılmaya çalışıldığı bir gün olarak her yıl 8 Nisan’da tüm dünyada kutlanıyor. Ben de başta ülkemizin her köşesinde yaşayan Roman kardeşlerimiz olmak üzere tüm dünya Romanlarının bu gününü kutluyorum.
Roman kardeşlerimiz, sanat ve kültür dünyamızın en aktif unsurları olmakla birlikte özellikle batı bölgelerinde tarımsal ticaretin de belirleyicisi olma özellikleriyle ülke ekonomisine önemli katkıları olan bir kesimdir.
Ve her şeyden önemlisi, karşılaştıkları birçok yaşamsal sıkıntıya rağmen hiçbir zaman sorunlarını bir kimlik meselesine indirgememişler, vatan ve millet sevgisinden asla taviz vermemişler, her dönemde kadim Türk devletinin yanında yer alarak ayrılıkçı politikaları reddetmişlerdir.
Buradan, milletin Meclisinden tüm Roman kardeşlerimize en içten sevgi ve selâmlarımı gönderiyorum.
Değerli arkadaşlar, yarın Türk Polis Teşkilatımızın 180.nci kuruluş yıldönümünü de kutlayacağız.
Toplumsal huzurumuzun, can ve mal güvenliğimizin teminatı, fedakâr, cefakâr Polislerimizi bu vesileyle bir kez daha saygıyla selamlıyorum, görevleri sırasında şehit düşen tüm emniyet mensuplarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.
Mekânları cennet olsun.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin önemli bir tıbbi müdahale sonrasında sağlıklı bir şekilde yeniden mesaisine başlamış olması nedeniyle kendilerine bir kez daha geçmiş olsun diyorum.
Sayın Bahçeli, ülkemizin de içinde muhatap kaldığı küresel planların en hararetli döneminde, yaklaşık 30 yıllık MHP Genel Başkanlığı sürecinin en riskli kararına imza atarak, vatanın bölünmez bütünlüğü ve milletimizin toplumsal birliğinin devamı adına siyasi geleceğini ortaya koyduğu ortamda, sürecin sağlıklı ve kalıcı sonuçlarının oluşması için sorumluluk almıştır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın PKK/PYD/YPG/HDG ve türevi tüm terör örgütlerine yönelik olarak sarf ettiği “Devletimiz, çağrı yapılmasını sağlayarak üzerine düşeni yapmıştır.” ifadesi çerçevesinde saygıyla değerlendirdiğimiz bu stratejilerinin ülkemiz ve milletimiz adına olumlu sonuçlarının da görülmesi en büyük temennimizdir.
Değerli basın mensupları,
Sadece Türkiye olarak biz değil, neredeyse tüm dünya büyük bir ekonomik ve siyasi krizin tam da ortasındadır.
Emperyalist sömürü düzeninin getirdiği bu kaçınılmaz son, Demokratik Sol Parti olarak da her zaman karşısında olduğumuz vahşi kapitalizmin yarattığı sosyo-ekonomik kararların ve uygulamaların bir doğal neticesidir.
Önemli olan ise, yaşanan gelişmeler karşısında bu topraklar üzerinde yaşayan her bir bireyin, etnik ve inanç değeri ne olursa olsun bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı herkesin kol kola girmesi ve böyle bir duruşu göstermesi gerekliliğidir.
Bakınız; emperyalizmin pişkinlikte gelebileceği en son noktayı hep birlikte gördük. Geçtiğimiz hafta 2 Nisan’ı ‘Kurtuluş Günü’ ilan eden ABD Başkanı Trump, Beyaz Saray’ın Gül Bahçesi’nde ABD’ye gümrük vergisi uygulayan ülkelere karşı kendilerinin yeni gümrük vergisi oranlarını açıkladı.
Gerekçe olarak da, ABD’nin tüm dünya tarafından 50 yıldır “soyulduğunu” iddia etti.
Nasıl? Komedinin son perdesi değil mi?
“Usta hırsız ev sahibini bastırırmış” diye bir atasözümüz var. İşte tam da bu!
Başka ülkeleri bir kenara bıraktım, 1948’den bu yana siz bizim iliğimizi kemiğimizi sömürdünüz. Cumhuriyetimizin ilk 20 yılında edindiğimiz tüm kazanımlarımızı Truman doktrini kapsamında ortaya koyduğunuz Mashall yardımları karşılığında yer ile yeksan ettiniz, şimdi de tüm dünya tarafından sömürüldüğünüz iddiasıyla bizimle alay mı ediyorsunuz?
Yeni bir paylaşım savaşının arifesinde ortaya atılan bu tezler ve uygulamalar karşısında Türk milleti bir bütün olarak direnç göstermek zorundadır.
Siyaset kurumu, iç çekişmelerini ekonomi politikalar boyutunda tutmalı ve dış politikada devletimizle omuz omuza vermelidir.
Bakınız; Suriye’de ve Gazze’de yaşanan olaylar, ateşkes anlaşmaları ihlal edilerek tekrar başa döndü ve katil İsrail soykırım saldırılarına aynı kararlılıkla devam ediyor, en büyük destekçisi ve hamisi de ABD!
İsrail’in “soykırım suçlusu” olarak aranan Başbakanı Netanyahu, Amerika’da yine en üst düzeyde karşılandı, Türkiye’nin bölgedeki ağırlığından ve hakimiyetinden duyduğu kaygıyı ve rahatsızlığı stratejik ortağına aktardı.
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın bizzat ortaya koyduğu Suriye’deki tüm terör yapılarının koşulsuz şartsız silahlarını derhal bırakması, teslim etmesi ve örgütlerinin tasfiye edilmesi, aksi halde kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin silah tutanların silahlarıyla birlikte gömüleceği kararlılığı ilk günkü iradesi tahtında gündemdedir.
Fakat görülüyor ki İmralı’dan çağrı yapan bebek katili PKK elebaşının iradesi kendi yandaşları tarafından da yeteri kadar ciddiye alınmamıştır.
HDP Eş Genel Başkanlarının da yaptıkları açıklamalarla İmralı sakininin çağrısını idrak edemediklerini, kafalarının arkasındaki sabit fikirlerinden vazgeçmediklerini göstermektedir.
Bugün gazi Meclis çatısı altında faaliyet gösteren bir siyasi partinin yöneticisi sıfatıyla halâ daha “tecritin kaldırılması, terörist başına örgütüyle serbest diyalog kurma zemini yaratılması, kendisine bir sekreterya düzeni kurulması” gibi absürt taleplerini zorunlu koşul olarak öne sürmeleri, aksi taktirde 85 milyon halkın bunun bedelini ödeyeceği gibi tehditleri ortaya koyması belli ki hadisenin ciddiyetini kavrama konusunda zafiyetleri olduğunu göstermektedir.
Şu kadarını da belirtmek gerekirse, Amerika’ya giden Netenyahu’nun talepleri ve PKK/HDP’nin beklentileri yan yana konulduğunda aynı amaç ve içeriğe sahip oldukları da gün gibi aşikârdır.
ABD Başkanı Donald Trump’un Beyaz Saray’daki basınla yaptıkları söyleşi sırasındaki Cumhurbaşkanımıza yönelik göstermelik sevgi sözcükleri, takdir duyguları esasen karşımızdaki yapının bir sacayağı olduğunu ispat ediyor.
ABD/İsrail/PKK-PYD aynı senaryonun birer ayağıdır ve bu yapı tekin bir yapı değildir. Türkiye olarak her türlü müdahaleye karşı hazır ve tetikte olmamız şarttır. En küçük taviz ve kararsızlık büyük felaketlerin yaşanılması ile sonuçlanacaktır.
ABD Başkanı Trump’ın Netanyahu’ya yönelik sarfettiği “Türkiye ile bir sorununuz olursa ben çözerim” şeklinde verdiği güvenceye örnek olarak Rahip Brunson olayını göstermesi açık bir tehdittir, başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik olmak üzere Türkiye’ye karşı bir gözdağıdır. Bunu böyle görmek gerekiyor.
Terör örgütlerinin silahlarını bırakması ve kendilerini fesh etmelerine ilişkin zaman kullanımı Türkiye’nin aleyhine işlemektedir, bir zafiyet algısına sebep olmaktadır.
HDP’lilerin ısrarla topu Meclis’e atmalarının sebebi de esasen bu amaçladır.
Şu husus açık ve net olarak bilinmelidir ki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının hiçbir satırı bölücü siyasetin talepleri doğrultusunda değişmeyecek ve değiştirilemeyecektir. Demokratik Sol Parti bunun her türlü koşulda karşısında olacaktır.
Ancak TBMM’nde yer alan bazı partilerin sırf kendi ikballeri için bir taraftan PKK terör örgütüne karşıymış gibi sözde milliyetçilik görüntüsü verip diğer taraftan da PKK/HDP ile siyasi hedef birliği yapan CHP’nin peşine takılmaları, içinde bulunduğumuz ihanet zemininin boyutlarını göstermesi bakımından ibret vericidir ve büyük önem arz etmektedir.
Değerli arkadaşlar,
Elbette etrafımızda yaşanan tüm bu gelişmeler kadar önemli bir başka konu da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun merkezini oluşturduğu bir yapı tarafından hayata geçirildiği iddia edilen bir takım yasal olmayan uygulamalar, Büyükşehir ve bazı İlçe Belediyelerinde vuku bulduğu öne sürülen PKK terör örgütü mensuplarıyla siyasi-ticari işbirliği diyaloglarıdır.
PKK’nın siyasi ayağı HDP yöneticileriyle hayata geçirilen “kent uzlaşısı” adı altındaki seçim işbirliğinin perde arkasında yaşananlar, ayrıca CHP’nin kendi içinden kendi mensupları tarafından yargı mercilerine yapılan ihbar ve şikayetler çerçevesinde var olduğu öne sürülen yasa dışılıktan da öte gayri ahlaki iş ve işlemlerin yargıya intikal etmesi sonrasında yaşanan olaylardır.
Öncelikle belirtmek isterim ki, yargıya intikal etmiş bir konuda yerli-yersiz konuşmanın bir karşılığı olamaz. Bağımsız Türk yargısı “Türk Milleti Adına” kararını tesis edinceye kadar herkes masumdur ve bu anlayışından hareketle ilgilileri hakkında müspet ya da menfi herhangi bir tahlil yapmak durumunda olmadığımızı belirtmeliyim.
Ancak bir konuyu sizlerin ve tüm kamuoyunun dikkatine sunmak isterim ki, gerek medyada gerekse resmi makamlarca sunulan iddialar kapsamında yürüyen bir süreci memleketin bir numaralı sorunu haline getirmeye de kimsenin hakkı olmadığını düşünüyoruz.
Ortaya atılan iddiaların gerçek olmadığı konusunda bir çalışma zemininin yaratılması ve güçlendirilmesi beklenirken, birdenbire “Cumhurbaşkanlığı Ön Seçimi” diye tek adaylı ucube bir seçim icat edip yaşananların 2028’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik bir taktik stratejiymiş gibi kamuoyuna sunulmaya çalışılmasını da esasen isnat edilen konuların yargı incelemesinden kaçırılması ve toplumun bunları değerlendirilmesini perdeleme gayreti olarak görüyoruz.
Yaşanan bu süreçte hakikaten çok ciddi usulsüzlükler ve suç isnatları ile karşı karşıyayız.
CHP İstanbul İl Başkanlığı binasının satın alınma sürecine dair ortaya dökülen para kuleleri görüntüleri ve akçeli ilişkiler düzeniyle başlayan, ardından CHP’nin gerek İstanbul İl Kongresi gerekse 38.nci Kurultayında yaşanan delege pazarları ve pazarlıkları konusu, dağıtıldığı iddia edilen menkul – gayrimenkul “hediye” adı altındaki değerler, CHP’nin bazı Belediyelerinde uygulandığı söylenen ihale yolsuzlukları ve bunların soruşturulması neticesi başlatılan yargı sürecine karşı toplumu bir direnişe, sokak gösterilerine sürüklemeye ve hatta bundan sonra da her hafta değişik il ve ilçelerde bu yöntemle toplumsal kutuplaşmayı keskinleştirmeye çalışmak akıl ve izanla açıklanamayacak boyutlara ulaşmıştır.
Bakınız; daha dün Cumhuriyet Halk Partili Gaziantep Şehitkamil İlçe Belediye Başkanı Umut Yılmaz aynı yapıların baskısından bunalıp partisinden istifasını verdi. Bu istifa hafife alınamayacak kadar önemli bir karardır.
Sayın Özgür Özel’in ortaya koyduğu ve saz ekibindeki yandaşlarının da katkılarıyla hayata geçirmeye çalıştıkları “Tüketimden gelen gücümüzü kullanıyoruz” safsatasıyla sırf siyasi tercihleri kapsamında karşı oldukları ticari yapıları sözde “boykot” etmeye kalkmaları da ayrı bir garabetin tezahürüdür.
Bir taraftan sol-sosyalist söylemlerle eylem ve etkinlikler düzenleyeceksiniz, diğer taraftan da bunun adına tüketimden gelen güç tanımı yapacaksınız. Tam bir garabet.
Sol-sosyalist siyasetin tüketimden değil üretimden gelen gücünü kullanması değil midir asıl olan?
Ama bunu tabi bildiklerinden şüphemiz var.
Tabii, kapitalizmin kollarında şaşaalı hayat sürenlerin iradesi altına girmiş, İngiltere’den kurtarıcılık bekleyen aslan sosyal demokrat ekipten ancak tüketimin gücü felsefesi çıkar ki, buna da çok şaşırmamak lazım.
Kendi ülkesindeki CNN Türk televizyon kanalını boykot edip, ABD’nin CNN International kanalına, İngiltere’nin BBC kanalına demeç vermekte bir sakınca görmeyen anlayıştan da yerli ve milli üreticilerimizin mallarını sırf siyasi tercihleri sebebiyle boykot kapsamına alması beklenir ki, kendileri de zaten bunu yapabilmişlerdir.
Geldiğimiz noktada asıl kaygılanmış olduğumuz husus, Cumhuriyeti kuran bir partinin ve kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün olduğu iddia edilen bugünkü CHP’nin hem Atatürk’ü hem Bülent Ecevit’i hem de evrensel demokrasinin değerlerinin bu olaylarla dejenere edilmeye çalışılmasıdır.
Buna neden tevessül ettiler acaba diye sorguladığımızda ise, CHP’nin İngiltere’ye yönelik “yalnız bırakıldık, bu nasıl dostluk?” yakınmasının dayanağının, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott’ı 07 Aralık 2021 günü Saraçhane’deki Başkanlık makamında ağırlaması sonrasında 27 Şubat 2022’de bir kış günü karlı bir İstanbul akşamında Rumeli Kavağında buluştukları balık sofrasında kendisine verilmiş güvence olabileceği ihtimalini aklımıza getiriyor.
Tüm bu yaşananların dikkatten kaçırılması, toplumun gerçekleri öğrenmesinden kaygı duyan, kendilerinin yalnız bırakılmayacağı taahhüdünü dünyanın bir numaralı sömürgeci devletinin Büyükelçisinden aldığını düşündüğümüz ve o gün itibariyle diploması konusundaki usulsüzlükleri henüz ortaya çıkmamış bir siyasi aktörün maddi-manevi desteği ve katkısıyla oluşturulmuş delege darbesiyle CHP Genel Başkanlığına getirilmiş olan Sayın Özgür Özel’in, bugün emperyalist işgal planlarına karşı büyük bir mücadelenin öncülüğünü yapan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı “cunta başı” olarak itham etmesi, ancak biraz önce vurguladığım Trump’ın “elli yıldır soyulduk” iddiası kadar bir değere sahiptir.
Değerli basın mensupları,
Küresel olarak Türkiye emperyalizmin kuşatması altındaki bölge ülkeleriyle birlikte büyük bir tehdit ve tehlikeyle karşı karşıyadır.
Her ne kadar tüm açıklığıyla tartışma ortamına taşınmamış gibi görünse de özellikle komşumuz Suriye topraklarında bir terör devleti kurulması hayaliyle yanıp tutuşan HDP’nin Eş Genel Başkanının ağzına kadar düşmüş bir 3.ncü Dünya Savaşı riski gerçeğini yok sayamayız.
Evet; iç siyaset zemininde tartışacağımız, değerlendirmeye tabi tutacağımız, hatta kıyasıya eleştireceğimiz birçok konunun varlığı yadsınamaz.
Hayat pahalılığı ve alım gücünün zayıflığı, her geçen gün artan diplomalı işsiz sayısı, sosyal güvenlik hakkını elde etme konusunda geçmiş uygulamalar nedeniyle yaşanan mağduriyetler, tarım ve hayvancılıkta yaşanan üretim eksikliklerinin sebepleri ve ortadan kaldırılması talepleri.. bunların her biri konusunda gerek bu Meclis çatısı altında gerekse milletin ayağına giderek bir siyasi çalışma hayata geçirilebilir, buraya kadar normal.
Ancak bu sözünü ettiğim siyasi mücadele eğer bir vatan varsa anlamlıdır.
Aksi halde bizi karşılayacak olan hayat kan ve gözyaşı doludur, umutların yok olduğu bir ortamdır ve kadim Türk devletinin büyük bir beka sorunu ile karşı karşıya kalması durumudur.
İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un söylemiyle sözlerimi sonlandırmak isterim; Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın! " ifadelerini kullandı.