“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!”
Aksakal; “Hiç bir seçenek Türk milletinin demokratik geleceğini, terör yandaşı bir siyasi güruha mahkum ve muhtaç bırakmamalıdır.”
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal açıklamasında;
“Saygıdeğer basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Hepinizi saygıyla selâmlıyorum.
2 ay öncesine kadar her basın toplantımızda Covid-19 salgınına dair uyarılarımızı yaparken uzunca bir süredir de “kurtulduk” diye bir umudumuz oluşmuştu, ama görünen o ki tehlike henüz tam olarak geçmemiş.
Aman dikkat diyoruz, hatırlatma dozu aşılarınızı mutlaka zamanı geldiğinde ihmal etmeyin diyoruz ve kalabalık yerlerde maskeli korumaya devam diyoruz.
Bu vesileyle de yaşamdan kopan yurttaşlarımızı bir kez daha rahmetle anıyoruz, tedavisi sürenlere acil şifalar diliyoruz.
Bu başsağlığı ve acil şifa dileklerinin bildirilmesi neredeyse her basın toplantımızda bir başka gerekçeyle gündeme geliyor.
Dün yine bildiğiniz gibi bir şehidimiz var, Konya’da bir doktorumuz, İstanbul’da bir Avukat kardeşimiz kendilerine yönelik silahlı saldırılarda yaşamdan koparıldılar.
Genetiğiyle oynanan organizmaların yanında genetiği bozulan insan tipleri de çoğalmaya başladı. Bu hain saldırıları şiddetle lanetlediğimizi buradan açıkça ifade ediyorum.
Bir insan kolay yetişmiyor.
Allah’ın rahmetini esirgemeyeceğine inanıyorum. Faillerinin en hızlı şekilde yargılanmasını ve en ağır cezalara mahkûm edilmelerini bekliyorum.
Değerli basın mensupları,
Asgari Ücret Tespit Komisyonu yıl içinde yeni bir ücret belirlemesi daha yaparak bir işçinin aylık çalışma ücretini net 5.500 liraya çıkardı.
Yani yılbaşından bu yana, hatta yılbaşından önce bile önemli ölçüde değer kaybederek alım gücü zayıflamış bir asgari ücret altı ay sonra yaklaşık % 30 artışla bu rakama getirildi.
Bunun yanında SGK ve Bağ-Kur emeklilerine % 42,35 Emekli Sandığı emeklilerine ise % 41,69 oranında maaş zammı “uygun” görüldü.
En son söyleyeceğimizi ilk başta söyleyeyim; bu zam oranları realiteden oldukça uzak kalmış bir karar olarak değerlendirilmelidir.
Bir kere, devletin resmi enflasyon rakamları TÜFE’de yaklaşık % 80, ÜFE’de ise yaklaşık % 160 iken “çalışanları enflasyona ezdirmeyeceğiz” deyip, % 30’a işi bağlarsanız gerçeklerle yüzleşmekten korktuğunuz apaçık ortaya çıkar.
Alınan bu kararın hayatın olağan akışına uygun, hakkaniyetli bir karar olmadığını görerek “bu şimdi çok yeterli değil biliyoruz ama asıl yılsonunda belirlenecek rakamı görün” demekle hükümet, zaten bu düşüncemizin doğruluğunu onaylamış oluyor.
Yani bunun halk arasındaki karşılığı da “ölme eşeğim ölme, yaz gelsin yonca biçeyim” demektir.
Peki, yılbaşına kadar bu millet nasıl geçinecek?
Belirlenen asgari ücret ya da açıklanan enflasyon oranları kapsamında oluşacak maaş zamları için “bunlar bir refah sağlamasa da kötü duruma da düşürmez” mantığına sığınmak bir hükümetin savunma gerekçesi olmamalıdır.
Önceki gün Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın evlere şenlik açıklaması bu ruh halinin çarpıcı bir örneğidir.
Ne demişti sayın Bakan?
“Açlık sınırının 6 bin lira olduğunu kim söylüyor. Sendikalar kendince çalışma yapıyor. Bunlar bilimsel olarak yapılmış çalışmalar değil. Türkiye’deki açlık sınırı 3 bin 600 lira ile 4 bin lira arasındadır.” Yani ne diyeyim değerli arkadaşlar?
Bu Asgari Ücret Tespit Komisyonu denilen kurulda yer alan Sendika Konfederasyonlarının yöneticileri demek ki bizleri ve kamuoyunu yanıltıyorlarmış, toplumu “gaza getiriyorlarmış.”
Bu açıklamadan başka mana çıkmaz. Buradan TÜRKİŞ, DİSK, HAKİŞ, MEMURSEN ve bu konuda araştırmalara binlerce lira harcayıp da paylaşan Sendika Başkanlarına sesleniyorum: Sayın Bakan sizlerin yaptığı çalışmaların bilimsel olmaktan uzak, açıkladığınız rakamları da bir anlamda “uyduruk” diye nitelendiriyor.
İçinizden birinin çıkıp da gerçeği söylemeye cesareti yok mu?
Demek ki siz yaptığınız toplantılarda sadece boynu bükük oturmuşsunuz.
Değerli basın mensupları,
İçinde bulunulan durum hükümet açısından “aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık” şeklinde tanımlanabilir.
Hadisenin dönüp dolaşıp geldiği yerin yanlış ekonomik politikalar olduğu bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır.
Ekonominin kurallarıyla inatlaşmanın kimseye bir yararı yoktur. Üretimin olmadığı yerde geçim, borçlanarak olur.
Bu borç da her seferinde asıl tutarın üzerinde bir meblağla ödenir. Buna da “faiz” denir.
Eğer üretim sağlanamıyorsa bu borcu ödemek için yeniden borç alınır ya da para basılır, bu da enflasyon demektir. Bu bir sarmaldır.
Gelin inat etmeyin, zaman geçirmeden karma ekonomi sistemine geçişi planlayın ve uygulayın. Yolsuzluk ve haksız kazanç sisteminin önünü kapatın, lüks ve israfa son verilmesini sağlayın, üretmeden rant sağlayanlara destekleri kesin.
Tekrar söylüyorum ve tekrar tekrar söyleyeceğim;
Büyükşehir Yasasını değiştirin, köyleri köylülere geri verin.
Yoksa Ukrayna’dan buğday tankeri gelecek diye gözleriniz yollarda kalır.
Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları,
BDDK 24.06.2022 Cuma günü piyasalar kapandıktan sonra saat 18:30’da ticari kredi kullanımına yeni koşullar getirdi.
Buna göre 15 milyon üzeri döviz mevduatı olan şirketler bu varlığı, aktifinin ya da satış hasılatının yüzde 10’unu aşması durumunda yeni nakdi TL kredi kullanamayacak.
Bu durum orta ölçekli ihracatçı şirketlere olumlu yansımaz.
Bu kararın hemen sonucunda 17.37 TL civarında olan ABD Dolar’ı 16.49 TL’ye kadar düşmüş, aynı gün saat 24:00 itibariyle de 16.88 TL’den kapanmıştır.
Bugün 17,30 TL’de ve yükselmeye devam ediyor.
Bu dalgalanma, dövizdeki aşağı yöne doğru hareket iyi gözükse de akıllara ister istemez bu düşüşün sebebi olarak “Piyasalar kapalıyken Merkez Bankası rezervlerinden döviz mi satıldı?” sorusunu getirecektir.
Elbette kamuoyu da bunu ilerleyen günlerde öğrenecektir.
Alınan bu karar, Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin 2008 – 32/34 sayılı tebliğin bittiği anlamına mı gelmektedir?
Ayrıca bir sonraki adım da “Acaba kambiyo kontrolü olabilir mi?” tedirginliğidir.
Yatırımcıları ve sanayicileri huzursuz etmenin anlamlı bir tarafının olmadığını önemle belirtmek isterim.
Değerli basın mensupları,
14 Mart 2022 tarihinde bizim ısrarla belirttiğimiz gibi daha yılbaşı gelmeden ve 2022 Bütçesi Mecliste kabul edilmeden patlayan döviz hareketliliğinin yarattığı ekonomik erozyonun bir sonucu olarak maalesef ve mecburen bilindiği üzere hükümet EK BÜTÇE kanununu TBMM’ne getirmek zorunda kalmıştır.
Zaten devletin TÜİK kanalıyla açıkladığı Ocak-Mayıs 2022 resmi verileri ve sonuçları yıllık bütçe ödeneklerinin yetmeyeceğini bize göstermişti.
Peki, buraya nerden geldik?
Personel giderleri, faiz, cari transfer harcamaları, SGK Devlet Primleri, döviz kurlarındaki oynaklığın, özellikle petrol ve doğalgaz üzerinde yarattığı ek maliyetlerin, 2022 yılının Mayıs sonu itibariyle bütçe giderleri üzerindeki payı % 80’e ulaşmıştı.
Hal böyle olunca 2022 bütçesi 1 trilyon 750 milyar 957 milyon liranın yaklaşık %55’i olan kısmı, yani 959 milyar 773 milyon lirası kullanıldı.
Kalan bütçe rakamının ise önümüzdeki 6 ayı finanse edemeyeceği ortaya çıkınca Ek Bütçeye sarılındı.
Eğer Ek Bütçe yapılmasaydı, en fazla 2 ay sonra devlet maaş ödeyemez ve taahhüt ettiği ödemeleri gerçekleştiremez duruma gelecekti.
2022 yılı bütçesini yaparken enflasyon ve kur artışı göz ardı edilirse, üretmeden sadece vergi, ceza ve harç yükleri artırılarak gelir hedeflenirse bu sonuç kaçınılmaz olur.
Üretimin az olduğu düşünülürse bu Ek Bütçe ile kontrolsüz giderlerin ödenmesi maalesef, her ferdi tüketici olan halkımıza ve vergi mükelleflerine kalmış gözüküyor.
Yine akaryakıt, doğalgaz, elektrik zamları, vergi ve ÖTV artışları kaçınılmaz gözüküyor.
Maalesef zamlar, vergi artışları kaçınılmazdır ama çözüm bu değildir.
Çözüm üretmek, üretmek, üretmektir!
Demokratik Sol Parti’nin öngördüğü Hakça düzen ancak adaletli gelir dağılımı ile olur.
Değerli basın mensupları,
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma sürecindeki gelişmeler bizim haklılığımızı bir kez daha ortaya koymuştur.
Türk milletine bir “zafer” olarak tanıtılmaya çalışılan hadisenin iç siyasette propaganda malzemesi yapılması en hafif deyimiyle ayıptır, yanlıştır, ilk önce kendini aldatmaktır.
Evet, İspanya’daki NATO toplantıları öncesi imzalanan Üçlü Muhtıra bir “fiyasko” olarak tanımlanamaz ama elimizi vicdanımıza koyarak konuşacaksak bir “zafer” de değildir.
Nitekim öyle olmadığı da gerek İsveç, gerekse Finlandiyalı yetkililerin yaptıkları açıklamalarla, üzerinden daha 24 saat geçmeden ortaya çıkmıştır.
Tek tesellisi şudur ki; darbeci Kenan Evren’in basiretsizliğine düşülmemiştir, kabul. Fakat bunu abartarak gerçeği perdelemeye çalışmanın kimseye de bir yararı yoktur.
Tabii bu arada küçük bir empati yapmak zorunda olduğumuz hususunu hatırlatmak isterim.
İsveç’ten, Finlandiya’dan ülkelerindeki teröristlerin faaliyetlerini engellemelerini isterken, haklarında yakalama kararı olanları teslim etmelerini şart koşarken, biz kendimiz ne yapıyoruz bir de ona bakmak lazım.
Şimdi elin oğlu çıksa; “sen önce kendi ülkende polisine yumruk atan teröristin icabına bak da ondan sonra benden bunu iste” derse ne cevap vereceksiniz?
Daha üç gün önce Ankara’nın göbeğinde PKK’nın siyasi uzantısı bir gayrimeşru partinin sözde kongresinde devlete meydan okuyanlara, teröristbaşı lehine sloganlar atarak halay çekenlere ve dahi Cumhuriyet rejiminin kurucu iradesi iddiasında olup da bu terör yandaşlarını kutlayan ve kutsayan sözde siyasetçilere dişe dokunur bir refleks gösteremeyip, elin adamından “terörist” istemeye kalkmanız ne kadar inandırıcı olacaktır?
İtalya Başbakanı ile AB müzakereleri konusunda destek arayışınızın da gerçeklerden ne kadar uzaklaştığınıza bir örnek olduğunu hatırlatmak isterim.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimini “Kıbrıs Cumhuriyeti (!)” adı altında bünyesine katan bir AB’de bizim ne işimiz olabilir?
Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere şanlı Türk Ordusunun komuta kademesine ve bugün devletin yönetim kademesinde yer alanlara açık bir ifadeyle şunu söylemek isterim;
Milletle alay etmeyi bırakın!
Böyle bir AB ile siyasi ortaklık ya da müttefiklik adına hiçbir girişim gerçekçi ve Türk milletinin lehine değildir.
Kıbrıs sorunu çözülmeden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti resmen tanınmadan ve aynı koşullarda AB üyesi yapılmadan bizim AB sürecini yürütmemiz abesle iştigaldir.
Ayrıca, İspanya’da yapılan NATO zirvesi sonrasında yaşanan ve gelişen olaylar çerçevesinde zamanı boşa harcamanın da anlamı yoktur.
Türkiye’nin, NATO’dan çıkma kartını zaman geçirmeden ortaya sürmelidir.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlar,
Ülkemizdeki terörist yapıların durumuna ilişkin değerlendirmemize dönecek olursak; HDP Kurultayında terör elebaşına methiye düzen söylemler içinde olan ve bugün TBMM’de sandalye işgal etmiş terörvekillerini şiddetle reddediyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti basiretsizlik görüntüsü veremez! Tek yol ve yöntem vardır; Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!
Bu sözde kongre ile iktidara da muhalefete de, esasen devlete “bu kongre mesaj kongresidir” diyerek alenen kafa tutuyorlar.
Cumhur ittifakı da Millet İttifakı da hiç olmazsa bir konuda aynı düşünebildiklerini topluma gösterebilmelidir.
O da, PKK temsilcisi bir yapının siyasete müdahalesini, 2023 seçimleri için sözüm ona “anahtar parti (!) algısını ortadan kaldırmayı milli bir sorumluluk olarak yerine getirmelidir.
Hiçbir seçenek Türk milletinin demokratik geleceğini, terör yandaşı bir siyasi güruha mahkûm ve muhtaç bırakmamalıdır.
“HDP hiçbir hesapta köprü olmayacaktır” diyerek kendisine bir misyon tanımlayan yapıya karşı adam gibi bir duruş mutlaka gösterilmelidir.
Hiçbir konuda anlaşamasanız da özellikle bu konuda işbirliği yapmak mecburiyetiniz vardır.
Gerekirse iki ittifak olarak ortak bir aday üzerinde anlaşmalı ve PKK’nın siyasi uzantısı olan bu HDP’ye, vermek istedikleri mesajın karşılığı olarak Cumhurbaşkanlığında kendi adayını çıkarmaya zorlanmalı ve bu kirli yapı önce sandığa, sonra da siyasi tarihin çöplüğüne gömülmelidir.
Aksi takdirde bu vatan için canını feda etmiş şehitlerimizin, o şehitlerimizin gözü yaşlı ailelerinin iki eli yakanızda olacaktır!” şeklinde konuştu.